Скачать книгу

duydu. Birden sayısız ses yükseldi. Aile reisi hariç bütün aile odada toplanmıştı ve sessizce bekleşiyorlardı. Adam içeri girdi:

      “Benim.” dedi.

      “İyi akşamlar baba.” diye bağırdı kızlar.

      “Tamam mı?” dedi anne.

      “Her şey birinci sınıf gidiyor.” diye yanıtladı Jondrette. “Ama ayaklarım feci üşüyor. Güzel! Giyinmişsin. İyi yapmışsın! Kendini sıcak tutmalısın.”

      “Her şey dışarı çıkmak için hazır.”

      “Sana söylediğimi unutma. Her şeyi kesinlikle yapacak mısın?”

      “Merak etme.”

      “Çünkü…” dedi Jondrette. Ve cümleyi yarım bıraktı. Marius onun masaya ağır bir şey koyduğunu duydu, muhtemelen satın aldığı makas olmalıydı.

      “Bu arada…” dedi Jondrette. “Yemek yediniz mi?”

      “Evet.” dedi anne. “Üç büyük patatesim ve biraz tuzum var. Onları pişirmek için ateşten yararlandım.”

      “İyi.” diye karşılık verdi Jondrette. “Yarın seni yemeğe çıkaracağım. Ördek ve meze yiyeceğiz. Yemeği Onuncu Charles gibi yiyeceksin, her şey yolunda gidiyor!”

      Sonra ekledi:

      “Fare kapanı açık. Kediler orada.”

      Sesini daha da alçalttı ve şöyle ekledi:

      “Bunu ateşe koy.”

      Marius maşa veya demir bir alet ile karıştırılan kömür sesi duydu, Jondrette devam etti:

      “Kapının menteşelerini gıcırdamamaları için yağladınız mı?”

      “Evet.” diye yanıtladı anne.

      “Saat kaç?”

      “Neredeyse altı. Yarım saat önce Saint-Médard’dan geldi.”

      “Lanet olsun!” diye haykırdı Jondrette. “Çocuklar gidip izlemeli. Gel sen, burayı dinle.”

      Bir fısıltı çıktı. Jondrette’in sesi tekrar duyulabilir hâle geldi:

      “İhtiyar Bougon gitti mi?”

      “Evet.” dedi anne.

      “Komşumuzun odasında kimsenin olmadığına emin misin?”

      “Bütün gün gelmedi ve sen de biliyorsun ki bu onun yemek saati.”

      “Emin misin?”

      “Elbette.”

      “Yine de…” dedi Jondrette. “Orada olup olmadığına bakmanın bir zararı olmaz. Al kızım, mumu al ve oraya git.”

      Marius elleri ve dizleri üzerine çöktü, sessizce yatağının altına girdi. Kapısının aralığından bir ışık fark ettiğinde kendini güçlükle gizlemişti.

      “Baba!” diye bağırdı bir ses. “O burada değil.”

      En büyük kızının sesini tanıdı.

      “İçeri girdin mi?” diye sordu babası.

      “Hayır.” diye yanıtladı kız. “Ama anahtarı kapıda olduğuna göre, dışarıda olmalı.”

      Baba haykırdı:

      “Yine de içeri gir.”

      Kapı açıldı ve Marius, büyük kızın elinde bir mumla içeri girdiğini gördü. Sabah olduğu gibiydi, sadece bu ışıkta daha da iticiydi. Doğruca yatağın yanına gitti. Marius tarif edilemez bir endişeyle kıpırdamadan bekledi ama yatağın yanında duvara çivilenmiş bir ayna vardı ve adımlarını oraya yönlendiriyordu. Kız parmak uçlarında ilerleyerek aynada kendisine baktı. Yan odada, taşınan demir eşyaların sesi duyuluyordu.

      Kız elleriyle saçlarını düzeltti ve gülümseyerek bir şarkıya başladı. Çatlak sesiyle o yılların son moda bir romansıydı söylediği:

      Aşkımız koca bir hafta sürdü.

      Ama mutluluk anları ne kadar kısa!

      Yedi gün boyunca birbirimizi sevmek yetmedi!

      Aşkımız sonsuza kadar sürmeliydi.

      Bu arada Marius kaygılıydı. Kızın kendi nefesini duymasından korkuyordu. Kız pencereye yaklaştı ve dışarı baktı, yine yüksek sesle söylendi:

      “Tanrı’m! Paris beyazlar içinde ne kadar çirkin.”

      Aynanın önüne geçti ve kendisine bu kez profilden bakarak eliyle saçlarını kabarttı. Birden, yan odadan babanın sesi geldi: “Hey, ne yapıyorsun orada?”

      Kız ayna karşısında durup seslendi: “Yatağın ve masanın altına bakıyorum. Kimse yok burada.”

      “Aptal şey, hemen buraya gel, kaybedecek vaktimiz yok.”

      “Bağırma, geldim. Şu evde hiçbir şeye vakit olmaz zaten.”

      Kız başka bir şarkıya başlayıp, kapıyı ardından kapatıp gitti.

      Beni terk ediyorsun zafer kazanmak için,

      Üzgün kalbim takip edecek her yerde sizi.

      Hemen sonra Marius, kızların çıplak ayaklarının sesini duydu. Babaları ardı sıra haykırıyordu: “Haydi, dikkat edin. Biriniz parmaklık önünde, diğeriniz Petit-Banquier Sokağı’nın başında dursun. Kuşkulu bir şey görür görmez hemen buraya dönün. Girişin anahtarını aldınız, değil mi?”

      Büyük kız homurdandı: “Bu karda çıplak ayak dışarı çıkıyoruz!”

      Babaları kaba sesle, neşeyle karşılık verdi: “Yarın ikinize de beğendiğiniz o uğur böceği rengindeki ayakkabılardan alırım.” dedi.

      Kızlar hemen merdivenleri indiler. Birkaç saniye sonra kapanan kapının sesi duyuldu. Kızlar dışarıdaydı.

      Evde Marius ile Jondrettelerden başka kimse kalmamıştı. Bir de Marius’ün az önce kısa süreliğine görebildiği o adamlar vardı.

      XVII

      Marius’ün Beş Frangının Harcandığı Yer

      Marius artık gözetleme yerinin önüne geçme vaktinin geldiğini düşündü. Hemen masanın üstüne çıkıp gözünü deliğe uydurdu. Jondrettelerin odası oldukça tuhaf görünüyordu, sonunda o kızıl ışığın nereden geldiğini anladı. Bir şamdanda büyükçe bir mum yanıyordu ama kızıl ışık ondan gelmiyordu. Ocağın içindeki bir mangal her yeri kızıla boyamıştı. Bu, kadının sabahtan hazırladığı mangaldı. Marius mangala yerleştirilmiş olan büyük makası fark etti, Jondrette’in hırdavatçıdan satın aldığı makastı bu. Kapının hemen yan taraflarında, bir tarafta demir hurdaları ve zincir, diğer tarafta yumak hâlinde ipler bulunuyordu; bu hâliyle oda bir viraneden resmen bir hırdavatçıya dönüşmüştü. Mangaldan yükselen ısı, masanın üzerindeki mumun erimesine neden olmuştu. Şömine önünde eski bir fener duruyordu. Mangal, ocağın tam içine yerleşmiş olduğundan duman ocak bacasından çıkıyor ve içeriyi doldurmuyordu. Pencerenin kırık camından içeri süzülen ay ışığı, bu kızıl çöplüğü gümüşe boyamıştı. Kırık camdan giren temiz hava, odadaki kömür kokusunu dağıtmıştı.

      Gorbeau harabesini size daha önceki bölümlerde zaten anlatmıştık; bu nedenle, Jondrettelerin karanlık ruhunun bir aynası sayılan bu boğucu odanın nasıl göründüğünü tahmin edebilirsiniz. Korkunç bir olaya, bir cinayete sahne olabilecek bir dekor hâkimdi artık burada. Paris caddelerinin en tenha köşesindeki evin koridorunun en dipteki odası, şimdi korkunç bir tuzağa

Скачать книгу