Скачать книгу

gerektiğini biliyordu. Yaptığı da buydu.

      Zdrjinski’nin sözlerinin Rostof’un hoşuna gitmediğini fark eden İlin, “Dayanılacak gibi değil…” dedi. “Çoraplar da gömlek de üstümde ne varsa sırılsıklam. Sığınacak bir yer arayayım. Daha az yağıyor galiba.”

      İlin çıktı ve Zdrjinski de yola koyuldu.

      Beş dakika geçmemişti ki ayaklarını çamurda şaplatarak İlin barakaya koştu.

      “Hurra! Hemen gel Rostof. Buldum! İki yüz adım ötede bir han var, bizimkiler yerleşmişler bile. Hiç olmazsa üstümüzü kuruturuz, Mariya Genrihovna da orada.”

      Mariya Genrihovna, alay doktorunun karısıydı. Doktor, bu genç ve güzel Alman kadınıyla Polonya’da evlenmişti. Başka bir çaresi olmadığı ya da evliliğinin başlarında genç karısından ayrılmak istemediği için alayla birlikte gittiği her yere onu da götürüyordu ve kıskançlığı, hafif süvari subaylarının her zamanki şaka ve alaylarının konusu oluyordu.

      Rostof pelerinini sırtına attı, eşyalarını alıp arkalarından gelmesi için Lavruşka’ya seslendi ve İlin’le birlikte çamurlarda kayarak, sulara batıp çıkarak hafifleyen yağmur altında, kimi zaman uzaklarda çakan şimşeklerle yırtılan gecenin karanlığında yola koyuldu.

      “Rostof, neredesin?”

      “Buradayım. Amma şimşek ha!” diye konuşuyorlardı.

      XIII

      Önünde doktorun kibitkası44 duran handa beş altı subay vardı. Sarışın ve tombulca bir Alman kadını olan Mariya Genrihovna; sırtında bir entari, başında gece başlığıyla geniş bir kanapenin üzerinde baş köşeye kurulmuştu. Doktor kocası da arkasında uyuyordu. Rostof ve İlin, kahkahalar ve neşeli bağırışlarla karşılanarak içeri girdiler.

      “Bak hele! Çok eğleniyorsunuz galiba…” dedi Rostof gülerek.

      “Ya siz nerelerdeydiniz?”

      “Şunlara bak. Sırılsıklam olmuşlar. Bizim salonu suya boğmayın!”

      “Mariya Genrihovna’nın elbiselerini kirletmeyin!” diyen sesler duyuldu.

      Rostof ve İlin, Mariya Genrihovna’yı utandırmadan elbiselerini değiştirebilecekleri bir yer bulmaya çalıştılar. Bölmenin arkasındaki dipteki yere geçmek istediler. Ama boş bir sandığın üzerindeki, bir tek mumun ışığında kart oynayarak burasını tamamen doldurmuş olan üç subay, yerlerini onlara vermek istemedi. Mariya Genrihovna, perde yerine kullanılmak üzere bir etekliğini onlara ödünç verdi ve bu perde arkasında Rostof’la İlin, eşyaları getirmiş olan Lavruşka’nın da yardımıyla ıslak elbiselerini çıkarıp kurularını giydiler.

      Kırık dökük bir sobada ateş yakıldı. Bulunan bir tahta, iki eyerin üzerine yerleştirildi ve üzerine bir çul serildi; bir semaver, bir sandık ve yarım şişe rom bulundu. Mariya Genrihovna’dan, ev sahibeliği yapmasını istediler ve hepsi onun çevresinde toplandılar. Biri küçücük ellerini kurulaması için temiz bir mendil veriyor, öteki ayaklarını rutubetten korumak için süvari ceketini yere seriyor, bir başkası hava cereyanını önlemek için peleriniyle pencereyi kapatıyor, başka biri de uyanmasın diye kocasının yüzünden sinekleri kovuyordu.

      Mariya Genrihovna, çekingen ve mutlu bir şekilde gülümseyerek “Bırakın onu…” dedi. “Geceyi uykusuz geçirdi, top patlasa uyanmaz!”

      Subay, “Olmaz Mariya Genrihovna, doktora çok iyi bakmalı…” dedi. “Belki o da ayağımı ya da kolumu keseceği zaman şefkatle davranır.”

      Yalnız üç bardak vardı ve su çok bulanık olduğu için çayın koyu mu açık mı olduğu belli olmuyordu. Semaver de ancak altı bardaklık su alıyordu. Ama bardağı, kıdem sırasına uygun olarak Mariya Genrihovna’nın kısa tırnaklı ve pek temiz olmayan elinden almak da çok hoştu. O gece, bütün subaylar Mariya Genrihovna’ya gerçekten vurulmuş gibiydiler. Bölmenin arkasında kâğıt oynayan subaylar bile oyunu bırakıp semavere yaklaştılar, genel havaya uydular ve Mariya Genrihovna’ya kur yapmaya başladılar. Böyle seçkin ve terbiyeli gençlerle sımsıkı sarılmış olan Mariya Genrihovna’nın yüzü mutlulukla parlıyordu. Saklamaya çalışmasına ve arkasında uyuyan kocasının her hareketinden korkuyla irkilmesine rağmen belliydi bu.

      Bir tek kaşık vardı ve şeker boldu. Ama herkesin çayını karıştırması çok uzun sürdüğü için Mariya Genrihovna’nın sırayla karıştırmasını önerdiler. Rostof bardağını aldı, içine rom koydu ve karıştırmasını rica etti Mariya Genrihovna’dan.

      Kendisinin ya da başkalarının söyledikleri çok eğlenceli şeylermiş gibi durmadan gülümseyen Mariya Genrihovna, “Ay! Şekersiz mi içiyorsunuz?” dedi.

      “Bana şeker gerekli değil, bardağımı güzel elinizle karıştırmanız yeter…” dedi Rostof.

      Mariya Genrihovna, birisinin aşırdığı kaşığı aramaya başladı.

      “Küçük parmağınızla karıştırın.” dedi Rostof. “Daha tatlı olur.”

      Mariya Genrihovna kızardı. “Ama sıcak!”

      İlin; su dolu kovayı aldı, içine biraz rom damlattı ve parmağıyla karıştırmasını Mariya Genrihovna’dan rica etti:

      “Bu benim fincanım, parmağınızı sokun, hepsini içeceğim.”

      Semaver boşalınca iskambil kâğıtlarını alan Rostof, Mariya Genrihovna ile kral oyunu oynamayı önerdi. Onunla oynamak için kura çektiler. Rostof’un teklifiyle kral olan, Mariya Genrihovna’nın elini öpme hakkını kazanacaktı; sonda kalan da doktor uyanınca ona yeni bir semaver hazırlayacaktı.

      “Ya Mariya Genrihovna kral olursa?” diye sordu İlin.

      “O bizim kraliçemiz zaten, sözleri yasa sayılır!”

      Oyuna başladıkları sırada Mariya Genrihovna’nın arkasından, doktorun karmakarışık yüzü yükseldi birden. Çoktandır uyumuyor ve söylenenleri dinliyordu. Bütün bu sözlerde ve davranışlarda, gülünecek ya da eğlenceli hoş bir yan bulmadığı belliydi. Yüzünde sıkıntı ve bezginlik okunuyordu. Subayları selamlamadı, biraz kasındı ve çıkmak için yol istedi onlardan. Dışarı çıkar çıkmaz bütün subaylar kahkahalarla gülmeye başladılar. Mariya Genrihovna, ağlayacak gibi kıpkırmızı oldu ve bu, subayların gözünde daha da çekici yaptı onu. Geri dönen doktor, karısına (Artık eskisi gibi neşeyle gülümsemiyor ve kocasının söyleyeceklerini bekleyerek korkuyla bakıyordu ona.) yağmurun dindiğini, geceyi geçirmek için kibitkaya gitmek gerektiğini yoksa her şeyi çalıp götüreceklerini söyledi.

      “Bir iki emir eri gönderirim doktor, yapmayın…” dedi Rostof.

      “Ben nöbet tutarım…” diye atıldı İlin.

      “Hayır beyler, siz uykunuzu aldınız ama iki gecedir gözümü kırpmadım ben…” dedi doktor.

      Ve asık suratla karısının yanına oturup oyunun sonunu beklemeye başladı.

      Yan gözle karısını süzen doktorun somurtkan yüzüne bakan subaylar, daha da neşelendiler ve yeri gelince kahkahalarını koyvermekten alamadılar kendilerini. Doktor, karısını alıp çıkarak onunla kibitkaya yerleşince subaylar, ıslak kaputlarına sarınarak handa yattılar. Ama uzun süre doktorun surat asması, karısının neşesi üzerinde çene çaldılar ya da merdivenlere kadar gidip arabada olup bitenleri anlatarak uyumadılar. Birkaç kere başını örterek uyumak istedi Rostof ama birisi yeniden bir söz attı ortaya, yeniden bir konuşma başladı ve ardından nedensiz, neşeli ve çocukça kahkahalar yeniden yükseldi.

      XIV

      Bölük

Скачать книгу


<p>44</p>

Üstü örtülü bir çeşit binek arabası.