Скачать книгу

“chefd’oeuvre”ü31 olarak kabul edilen bir ordugâhın, saçma bir şey olduğunu ve Rus ordusunun mahvolmasına yol açacağını ona göstermişti.

      Prens Andrey, ormanın tam kıyısında küçük bir konağı seçmiş olan Bennigsen’in konakladığı yere geldi. Bennigsen de İmparator da yoktu orada ama İmparator’un yaverlerinden biri olan Çernişef, Bolkonski’yi karşıladı ve Majestelerinin, değerinden şüphe duyulan Drissa ordugâhını aynı gün ikinci kere gözden geçirmek üzere General Bennigsen ve Marki Paulucci ile birlikte gittiğini söyledi.

      Çernişef birinci salonda, pencerenin yanında bir Fransız romanı okuyordu. Burası bir balo salonuydu şüphesiz, üzerine halıların yığılmış olduğu bir org duruyordu hâlâ ve Bennigsen’in yaverinin yatağı bir köşedeydi. Yaver oradaydı. Bir ziyafet ya da çalışma yüzünden hâlsiz düştüğü belli oluyordu; dürülü yatağın üzerine oturmuş, uyuklamaktaydı. Salonun iki kapısından karşıdaki eski salona, sağdaki ise çalışma odasına açılıyordu. Birinci kapıdan, Almanca ve ara sıra da Fransızca konuşanların gürültüsü duyulmaktaydı. Orada, eski salonda, bir savaş kurultayı değil (İmparator kesin tespitlerden hoşlanmazdı.); içinde bulunulan güçlükler dolayısıyla görüşlerini öğrenmek istediği kimseler toplanmıştı. Bir savaş kurultayı değildi bu ama İmparator’un kendisi için bazı sorunları çözümleyecek olan bir çeşit seçkinler toplantısıydı. Çağırılmış olanlar şunlardı: İsveçli General Armfeldt, General Yaver Wolzogen, Napolyon’un “Kaçak Fransız Uyruğu” dediği Wintzingerode, Michaux, Toll, askerlikle ilgisi olmayan Kont Stein ve nihayet Andrey’e dendiğine göre işin la “cheville ouvrière”i32 olan Pfuhl. Prens Andrey, bu adamı iyice inceleme fırsatını bulmuştu. Çünkü kendisinden biraz sonra gelmiş ve salona geçmeden önce Çernişef ile konuşmak için biraz durmuştu.

      Sırtında eğreti duran, kötü kesilmiş Rus generali üniformasıyla tebdili kıyafet geziyormuş gibi görünen Pfuhl; hiç görmediği hâlde Prens Andrey’e ilk ağızda tanıdık biri gibi gelmişti. Weirother’den, Mack’ten, Schmidt’ten ve 1805’te tanıma imkânı bulduğu öteki kuramcı Alman generallerinden bir şeyler vardı onda ama hepsinden daha tipikti. Öteki Alman kuramcılarının bütün ayırt edici özelliklerini bu ölçüde bir araya getiren başka bir Alman’ı görmemişti hiç.

      Pfuhl, ufak tefek, çok zayıf, ama sağlam yapılı, kaba çizgili, geniş kalçalı, kürek kemikleri iri bir adamdı.

      Yüzünde çok kırışık vardı ve gözleri çukurdaydı. Saçlarının, önde ve şakaklarında acele fırça darbeleriyle düzleştirilmiş olduğu görünüyordu ama başının arkasında el değmediği belli, tutamlar hâlinde dikilmişti. Yöneldiği salonda her şey onu korkutuyormuş gibi, çevresini tedirgin ve işkilli bakışlarla süzerek içeri girdi. Kılıcını acemice tutarak Çernişef’e döndü ve İmparator’un nerede olduğunu Almanca sordu. Odadan elden geldiğince çabuk geçmek; selamlaşmaları, kibarca lafları kısa kesmek ve kendisini rahat hissettiği haritanın başında hemen çalışmaya başlamak istediği belliydi. Çernişef’in söylediklerine hemen başını sallayarak cevap verdi ve İmparator’un, kendisi yani Pfuhl tarafından kuramlarına uygun olarak tahkim edilmiş mevkisini gözden geçirmeye gittiğini öğrenince alaycı bir şekilde gülümsedi. Kendinden emin Almanlara özgü sert bas sesiyle, tek başına konuşuyormuş gibi “dummkopf”33 ya da “zu Grunde die ganze Geschichte”34 ya da “S’wird was gescheites d’raus werden.”35 cinsinden sözler etti. Prens Andrey, söylediklerini iyi duymadı ve oradan uzaklaşmak istedi. Ama Çernişef, savaşın başarılı bir şekilde sona ermiş olduğu Türkiye’den geldiğini belirterek onu, Prens Pfuhl’la tanıştırdı. Pfuhl, Prens’e değil de ötelere bir göz atarak güldü ve “Da muss ein schöner tactischer Krieg gewesen sein.”36 dedi.

      Sonra hor gören bir tavırla bıyık altından gülerek yüksek sesli konuşmaların geldiği salona girdi.

      Her zaman acı acı alay etmekten hoşlanan Pfuhl’un, düzenlediği ordugâhın, kendisi olmadan gezilmesine ve hakkında karar verilmesine kalkışılmasından ötürü bugün özellikle çok sinirli olduğu görülüyordu. Pfuhl ile bu çok kısa görüşmesi, Austerlitz anıları sayesinde Prens Andrey’in bu insan hakkında çok net bir fikir edinmesine yetti. Almanlar; kendilerine duydukları güveni sadece soyut bir fikir, yani bilim, yani mutlak hakikatin sözde bilgisi üzerinde temellendirdikleri için sadece onlar gibi kendisine ölesiye güven duyan bir kimseydi Pfuhl. Fransız; kendine güven duyar çünkü hem fiziğiyle hem de kafasıyla, kadınlar üzerinde olduğu gibi erkekler üzerinde de karşı konulamaz bir etki gösterdiğine inanır. İngiliz; dünyanın en iyi örgütlenmiş devletinin vatandaşı olduğu, ne yapmak gerektiğini İngiliz olarak her zaman bildiği ve İngiliz olarak yaptığı her şey tartışılmaz bir şekilde iyi olduğu için güven duyar kendine. İtalyan; heyecanlı olduğu, hem kendini hem başkalarını hemen unuttuğu için güvenle doludur. Rus da hiçbir şey bilmediği ve hiçbir şey bilmek istemediği ve bir şeyin tamamıyla bilinebileceğine inanmadığı için kendine güven duyar. Alman’ın güveni; en kötüsü, en inatçısı, en tiksindiricisidir. Çünkü hakikati, yani kendisinin icat ettiği ama bir mutlak hakikat olarak kabul ettiği bilimi kavradığını hayal eder. Pfuhl da böyle bir kimseydi şüphesiz. Büyük Frederik’in savaşlarından çıkarılmış yanlama hareket kuramına, bu bilime sahipti o ve son zamanlarda yapılan savaşlar hakkında edinebileceği bilgiler, saçma şeyler olarak geliyordu ona. Bunlar, çarpışan tarafların sayısız hata işlediği karmakarışık bir kör dövüşüydü ve savaş adına bile layık değillerdi; kurama uymuyorlardı ve bundan ötürü bilimin konusu olamazlardı.

      1806’da Pfuhl, Jena ve Aurstaedt’le sonuçlanan savaş planının düzenleyicilerinden biriydi. Ama ona göre savaşın böyle sonuçlanması, kuramının yanlış olduğunu hiçbir şekilde göstermiyordu. Tam tersine kuramına aykırı olarak yapılan hareketler, başarısızlığın biricik nedenleriydi ve her zamanki alaycılığıyla “Ich sagte ja dass die ganze Geschichte zum Teufel gehen werde.”37 diyordu.

      Pfuhl, kuramına; amacını, pratik uygulanmasını unutacak kadar dalmış kuramcılardan biriydi ve kuram aşkı yüzünden her uygulamadan nefret ediyor ve hepsini alaya alıyordu. Başarısızlıklara bile seviniyordu çünkü kuramın uygulamadaki çiğnenmesinden doğan bir başarısızlık, kuramının doğruluğunu ispatlıyordu ona.

      Prens Andrey ve Çernişef’e her şeyin kötü gideceğini önceden bilen ve bundan hiç de hoşnutluk duymayan bir adam tavrıyla birkaç kelime etmişti. Ensesinde dikilip duran saç tutamları ve acele taranmış şakakları, çok güzel bir şekilde dile getiriyordu bunu.

      Öteki odaya geçti ve bas sesinin gürleyişi o saat duyuldu.

      XI

      Prens Andrey, bakışlarını Pfuhl’dan henüz çevirmişti ki Kont Bennigsen telaşla içeri girdi ve Bolkonski’ye başıyla selam vererek ve yaverine emirler yağdırarak öteki salona geçti. Arkasından İmparator geliyordu ve Bennigsen, bazı önlemler alıp onu karşılayabilmek için önden gelmişti. Çernişef ve Prens Andrey perona çıktılar. İmparator, yorgun bir tavırla atından indi. Marki Paulucci, bir şeyler söylüyordu ona. İmparator; Paulucci’nin heyecanlı bir şekilde söylediklerini, başı sola eğik ve sıkıntılı bir hâlde dinliyordu. Konuşmayı kesmek istediği belli olacak bir şekilde ileriye doğru birkaç adım attı. Ama kıpkırmızı kesilmiş ve çok heyecanlanmış olan İtalyan, bütün kuralları unutarak sözüne devam edip peşinden geldi.

      “Quant à celui

Скачать книгу


<p>31</p>

Şaheser.

<p>32</p>

Ana kuvveti.

<p>33</p>

“Budala.”

<p>34</p>

“Cehennemin dibine.”

<p>35</p>

“Başının çaresine baksın.”

<p>36</p>

“Çok güzel bir taktik savaş olmuştur bu herhâlde.”

<p>37</p>

“Bütün bu işin rezaletle sonuçlanacağını söylemiştim.”