Скачать книгу

kendim ve Güneş arasında tutmak istiyordum. Karşı konum anı, Mars’ın Dünya’ya en yakın olduğu anlamına gelmiyordu, ancak pratik hesaplamalarım için yeterliydi. O anda, gezegensel mesafelerin alınan ölçümüne göre ikisi birbirinden 40 milyon milden fazla uzaklıkta olacaktı. Bu arada Dünya, bir iç mekânda veya daha küçük bir yörüngede ve aynı zamanda daha yüksek bir hızda seyahat ederek Mars’ın üzerine geçecekti. Mekik, Güneş’in etrafında Dünya deviniminden türetilen bir dürtü altında Dünya’nın hızında hareket ederken (kendi ekseni üzerindeki rotasyonu nedeniyle, yukarıda bahsedildiği gibi), yörüngedeki gezgin sürekli olarak genişliyordu, böylece Mars’ın üzerine doğru yükselirken, Dünya’nın yükselişinde olduğundan daha az yükseleceğimden, arkasına düşecektim. Eğer Apergy’i sadece beni doğrudan Güneş’ten dışa sürmek için kullansaydım, Dünya’dan elde edilen çekim gücü altında, iki gezegene ortak yönde günde yaklaşık 1.600.000 mil veya kırk beş günde 72 milyon mil, hareket etmem gerekecekti. Sürekli genişleyen yörüngenin etkisi, tüm hareketin Dünya ve Mars’ın ortasında bir yerde gerçekleşmiş gibi yani Güneş’ten 120 milyon mil uzakta olmuş gibi gösterecekti. Bu yörüngede açıklanan kavis Mars’taki 86 milyon mil ile eş değerdi. Yörüngesinin tüm kavisi, başladığımda Dünya tarafından işgal edilene zıt nokta ile karşı konum noktası arasındaki -tüm yol boyunca ölçülen, yükselmek zorunda olduğum tüm mesafe- yaklaşık 116 milyon mil idi; böylece, sadece karasal çekim gücüne güvenerek, kritik anda 30 milyon mil kadar geride kalmam gerekliydi. Aperjik kuvvet bu toprak kaybını telafi etmeliydi, beni tabiri caizse, yörüngenin dik açılarıyla ya da yarıçapı boyunca, doğrudan Güneş’ten dışarı doğru bir yöne, aynı zamanda kırk küsur milyon mil öteye götürmeliydi. Şayet bunu başaracak olursam, Mars yörüngesine karşı konum anına ve noktasına ulaşmalı ve böylece Mars’a çıkmalıydım. Ama bunda başarısız olabilirdim ve o zaman kendimi sadece Güneş’in çekim gücü etkisi altında bulabilirdim; gerçekten de ona karşı direnebilirsem, yavaş yavaş ondan uzağa herhangi bir yöne doğru yönelebilirsem, yine de tam hızla benden uzaklaştığı sırada bile, ilerlememin ya da geri çekilme çizgimin dışına uzanması gereken bir gezegeni geçemezdim. Mars’ın, dünyanın merkezinden görüldüğü gibi en çok Güneş’in hemen karşısında olacağı, gece yarısı meridyenini geçeceği anda uzanacağı o noktaya yönelirken, geri çekilme şansını güvence altına almak için, Dünya’yı Mekik ve Güneş arasında tutmak fazlasıyla uzun sürdü. Bundan sonrasında yönlendirdiğim rota da bu düşüncelerle belirlendi. Çok basit bir hesaplamayla, kuvvetlerin paralelkenarının tanıdık prensibine dayanarak, Apergy akımına, yörüngede yaklaşık 750.000 mil ve radyal çizgide bir milyondan fazla günlük harekete eş değer bir kuvvet ve yön verdim. Sadece Apergy akıma değil, ilk önce Dünya’dan alınan yörüngenin itici gücüyle bu akımın bir kombinasyonuna, ilerlememin ve rotamın bağlı olacağını göz önünde bulundurmam gerekiyordu. İkincisi çok daha güçlü bir etkiye sahipti; birincisi ise sadece zaman zaman istediğimde kombinasyonun sonucunu belirleyebilmem için yeterli olacak biçimde benim kontrolüm altındaydı. Başarısızlık olasılığımın yüksek olacağı tek bariz risk, hesaplamalarımın yanlış ya da altüst olmasıydı, bu nedenle istediğim noktaya ya çok erken ya da çok geç ulaşabilirdim. Her iki durumda da yörüngesinin ötesinde ya da içinde, onunla ve Güneş’le bir çizgiye girmem gereken zamanda, tehlikeli biçimde Mars’tan uzak bir noktaya düşebilirdim ya da aynı yanlışlığın başka bir sonucu olarak, onun yörüngesine girdiğimde arkasına ya da önüne düşebilirdim. Ama pozisyonunu günlük olarak gözlemlememe ve bu durumu önlemek amacıyla zamanında böyle bir tehlikeyi bulmak için yaptığım “kaba kompas hesabının” doğruluğuna güveniyordum.

      Dünya’nın, Güneş’in yüzündeki yer değiştirmesi, rotamı istediğim gibi yönetmek ve yörünge hareketine göre kaybettiğim zemini kurtarmak için Apergy akımının ikincisine yönlendirilmesi gerektiğini kanıtlamıştı. Bir an için, gücün eylemindeki bu değişikliğin, asla belirleyemediğimiz bir sorunu çözeceğini umuyordum. Deneylerimiz, bir kez bir iletken içinde toplandığında ve yönlendirildiğinde Apergy’nin düz bir çizgi üzerinde hareket ettiğini ve diğer kuvvetler gibi her yönden bir merkezden yayılmadığını kanıtlamıştı. Elbette bu yayılma -ışığın, ısının veya yerçekiminin etkisini, kürenin yüzeyi üzerine yaymaktı ki bu yüzey yarıçapın karesiyle orantılıydı- bu kuvvetlerin mesafeyle değil, karesiyle ters orantılı bir enerji ile çalışmasına neden oluyordu. Bu yasadan muaf olan Apergy’nin mesafeyle tamamen azalacağını düşünmek için hiçbir nedenimiz yoktu ve bu görüş, Dünya’dan yükseldiğimde hızlanma oranını doğrulamıştı ve tüm tecrübelerim bunun doğru olduğunu kanıtlamıştı. Bununla birlikte, deneylerimizden hiçbiri, ne bu kuvvetin uzayda hangi oranda gidebileceğini göstermiş veya iyi gösterebilmişti; ne de ben bu noktaya herhangi bir ışık tutabilmiştim. Dünya yüzeyinden beş yüz mil uzakta olmadığım zaman meydana gelen tek kesintiden itibaren akım sürekliydi. Bu kadar küçük bir mesafeden, kuvvet o kadar hızlı hareket edecekti ki mekiğin hareketinde hiçbir kesinti izi algılanmayacaktı. Şimdi bile, önemli bir süre için Apergy eyleminin tamamen kesilmesi, zaten hareket ettiğim oranı etkilemiyordu. Bununla birlikte, eğer akım şimdiye kadar Dünya tarafından tamamen ele geçirilmiş olsaydı, Güneş’e ulaşmak çok uzun sürebilir, böylece dümenin hareketi ile mekiğin rotasının tepkisi arasındaki zaman aralığı, beni Güneş’ten ayıran 96-1/2 milyon milin ilerlemesinde akımın kapladığı sürenin bir göstergesini sağlayabilirdi. Ancak umudum tamamen hayal kırıklığına uğramıştı. Ne eylemin anlık olduğundan, ne de başka türlü olduğundan emin olma imkânım yoktu.

      Üçüncü günün kapanışında, araçlarımın da belirttiği gibi Güneş’ten doğrusal bir çizgide iki milyon milden fazla bir mesafe katetmiştim; böylece gelecek için, sadece Apergy güç altında günde yaklaşık bir, bir çeyrek milyon mil gibi istikrarlı bir ilerlemeyi hesaba katabilirdim ve öyle de yaptım. Güneş’ten doğrudan dışa doğru bir milyonluk bir ilerleme. Bu nedenle, beklenmedik veya değiştirilmiş bir sonuç göstermedikleri sürece, gözlemlerimi kaydetmemeye karar verdim.

      Altıncı günde, başka bir bulutsuyu algıladım ve bu vesileyle daha umut verici bir yönde ilerlemeye devam ettim. Kendi tarzında hareket etmeye devam eden bu bulutsu kütle, neredeyse tam olarak benim rotam üzerindeydi, bu yüzden de tahminlerim beni yanıltmıyorsa benden çok uzak bir konumda değildi, ya onun yakınından ya da içinden geçebilirdim ve kesinlikle eski bulutsunun durumunda beni şaşırtan her neyse, tüm bunlara ışık tutabilecek bir açıklama bulabilirdim. Bu mesafeden, bulutsunun doğası çıplak gözle fark edilemezdi. Pencere teleskopu, lenslerin görüş alanına rahatça getiremediğim bir nesneye göre ayarlanamıyordu. Birkaç saat içinde bulutsu, şeklini ve konumunu değiştirdi, çatının ön veya kavis merceği arasındaki kısmının hemen üzerinde ve çatının ortasındaydı, merkezî bölümü görünmüyordu; ancak ilk aşamada kavisli üst düzlem penceresinden gördüğüm parçanın uçları artık her iki tarafın üst pencerelerinden açıkça görülebiliyordu. İlk başta, her bir zirvede hızla azalan bir kuyruk türüne sahip olan, sadece büyük ölçüde uzatılmış bir oval olan şey, şimdi, üstümdeki alanın göze çarpmayan bir parçasını kapsayan bir yay hâline gelmiş ve aşağıya doğru sert bir şekilde hızla daralıyordu. An itibarıyla, üst merceğin görüş açısına girmişti, ancak en azından meta pusulada görülebilen yıldızların görüntüsünden pek de farklı değildi. Çok geçmeden, bulutsunun, komutumdaki herhangi bir büyüteç gücünün ölçülebilir hâle getirebileceğine dair hiçbir disk sunmadığını önceki durumda tahmin ettiğim gibi yıldızlardan daha az parlak olan, aralarındaki mesafe sürekli genişleyen, ancak bir süre için ayrı olarak küçük olan çok sayıda ışık noktasından oluştuğunu tespit ettim. Bu arada, diğer pencerelerden görünen zirveler parlayan karanlıkta kaybolana kadar sürekli genişliyorlardı. Tek tek noktaları küçük

Скачать книгу