Скачать книгу

zamanlar bizden ileri olmalarına rağmen nasıl oluyor da şimdi bizim gerimizdeydiler? Şu kesin ki bu, önemsememekten kaynaklanmıyordu. Benim saatimi gördüklerinde onun saat olduğunu anlamışlardı; bozulan makineler de önceki uygarlıklarından kalanları kaybetmek istemedikleri için korunmuş ve etiketlenmişti. Ne kadar düşünürsem düşüneyim anlayamıyordum. Ama sonunda şu sonuca vardım ki demir ve kömür madenlerinde tek bir kalıntı bile kalmayana kadar bunları en iyi şekilde kullanmışlardı. Bu düşünebildiğim en iyi varsayımdı; üstelik daha sonra bunun nasıl yanlış anlaşıldığını da buldum ve onun en doğrusu olduğuna emin oldum.

      Kapı açıldığında elinde iştah açıcı koku yayan bir tepsiyle duran genç kadını gördüğümde bu fikre dört veya beş dakika içinde zar zor vardığımı fark ettim. Bir örtü serip masayı insanın iştahını kabartan yemeklerle donatırken onu hayranlıkla izledim. Seyrederken onun o huzur veren tavrıyla kendimi daha da iyi hissetmeye başladım.

      Yaşı yirmiden fazla değildi; orta boylu, hareketli, güçlü ve kibar görünümlüydü. Tatlı dudakları, derin ela gözleri, uzun ve kıvrık kirpikleri vardı. Saçları muntazamca örülmüştü ve çok zarif bir tavrı vardı. Görünüşü kusursuz bir güzelliği yansıtıyor, elleri ve ayakları heykeltıraş tarafından özenle yapılmış gibi duruyordu.

      Masayı hazırlarken bir yakınının başına gelen acı bir olayı hatırlıyormuş gibi hüzünlü bir ifadeye bürünmüştü. Hatta bana daha da hüzünlü baktığını düşündüm. Elinde bir bardak ve bir şişeyle geldiğinde beni ellerim yüzümde, yatakta ızdıraplı bir hâlde otururken buldu. Parmaklarımı aralayıp onu odadan dışarı çıkarken izlediğimde benim için üzüntü duyduğuna emindim. Sırtı bana dönükken o mükemmel hazırlanmış yemeği yemeye başladım.

      Yaklaşık bir saat sonra belinde birçok anahtar asılı olan, gardiyan olduğunu tahmin ettiğim biriyle geri geldi. Meğer o, bana bu güzel yemeği getiren kusursuz kadının babasıymış. Çok da üzüntülü olduğumu belli etmedim. Can sıkıntısından kurtulmuş, hem gardiyanımla hem de kızıyla hoş bir tavıra bürünmüştüm.

      Bana gösterdikleri ilgiden dolayı onlara teşekkür edince bu duruma pek anlam veremeyip birbirlerine baktılar ve adam diğerine espri olduğunu düşündüğüm bir şey söylediğinde yine birbirlerine bakıp güldüler. O güzel kız yemek tabaklarını toplamayı babasına bırakıp gülümseyerek çıktı. Daha sonra çok da alımlı görünmeyen, hakkımda az şey bildiğine inandığım başka bir ziyaretçim geldi. Bir kitap, kalemler ve gazete getirmişti -hepsi İngilizceydi- ama ne baskılıydı ne de ciltli; ne dolma kalemle yazılmış ne de mürekkeple. Fakat bizimkinin hemen hemen aynısıydı.

      Dillerini bana öğreteceğini ve buna da hemen başlayacağını anladım. Bu beni sevindirdi çünkü dillerini anlayınca daha rahat olacaktım. Eğer bana bu dili zar zor öğretselerdi ve bana insafsızca davransalardı asla öğrenemezdim. Hemen başladık. Odadaki her şeyin ismini, rakamları ve özneleri öğrendim. Avrupa dillerini bildiğim kadarıyla bu dillerle pek de benzerlik göstermiyordu; muhtemelen İbraniceydi.

      Fazla ayrıntıyla anlatmayayım, zamanım oldukça monoton ve sıkıcı geçiyordu; ancak gardiyanın kızı Yram benimle oldukça ilgileniyordu. Bana dillerini öğreten adam her gün geliyordu, fakat benim asıl sözlüğüm ve bana dil bilgisi kurallarını öğreten kişi Yram’dı. Ayın sonunda olağanüstü bir biçimde ilerleme kaydettim; artık Yram ve babası arasında geçen konuşmaları anlayabiliyordum.

      Öğretmenim kendini memnun hissetti ve benimle ilgili yetkililere olumlu rapor vereceğini söyledi. Ben de ona, bana ne yapılacağı konusunda sorular sordum. Benim oraya gitmemin ülke genelinde büyük heyecan yarattığını ve devletten gelecek beraat kararına kadar hapiste tutulacağımı söyledi. Davada bana en çok zarar verecek olan şeyin bir saate sahip olmam olduğunu söyledi. Bunun nedenini sorduğumda ise henüz çok iyi bilmediğim dillerinde bana uzun bir hikâye anlattı. Benim suçum tifüs olmak kadar kötüydü ama parlak saçlarım beni belki kurtarabilirdi.

      Bahçede dolaşmama izin verildi. Burada yüksek bir duvar vardı böylece oyun oynayabiliyordum. Yalnız başıma oynamak aptalca görünse de hapsin üzerimde yarattığı kötü etkiyi azaltıyordu. Zamanla yakın çevreden insanlar beni görmek istedikleri için gardiyanı taciz etmeye başladılar. Gardiyan da yüksek miktardaki bahşişi alınca beni görmelerine izin vermeye başladı.

      İnsanlar bana iyi, hatta oldukça iyi davranıyordu. Herkeste merak uyandırıyordum ve bundan nefret ediyordum. Özellikle kıskanç tavırlı Yram beni ve kadın ziyaretçilerimi dikkatle izliyordu. Yine de onun bu tutumu hoşuma gidiyordu ve bana destek olup beni rahatlattığı için kendimi ona oldukça muhtaç hissediyordum. Bu yüzden de elimden geldiğince onu sinirlendirmemeye gayret gösteriyordum. İyi arkadaş olmuştuk. Erkekler oldukça meraklıydılar ve biliyorum ki kendi rızaları ile yanıma geliyorlardı ama kadınlar onların refakatçi ile gelmelerini istiyorlardı. İnsanların cana yakın tavırlarından çok memnundum.

      Yemeklerim sadeydi ama her zaman çeşit çeşit ve sağlığa yararlı gıdalardı. Kırmızı şarap ise takdire şayandı. Bahçede bir çeşit ot buldum. Otları bir kenara istifleyip kuruttum. Bu, tütünün yerini alabilirdi. Böylece Yram, öğrendiğim diller, ziyaretçiler, bahçede oynadığım oyun, sigara içme ve yatak sayesinde günler umduğumdan daha hızlı ve zevkli geçmeye başladı. Kendime bir de küçük bir flüt yaptım. Amatör bir müzisyen olarak zaman zaman operalardan bölümler çalarak veya “Neredesin hey neredesin?” veya “Evim, tatlı evim…” gibi melodiler mırıldanarak kendimi oyalıyordum. Bu şehirdeki diatonik ölçeği bilmeyen insanların, aslında bildikleri melodileri duyduklarında kulaklarına inanamamaları bana büyük kazanç sağladı. Bana sık sık şarkı söylettiler. Hatırladıklarımdan Billy Taylor’ın Wilkins and His Dinahve The Ratcatcher’s Daughter adlı şarkılarını söylerken Yram’ın gözlerinin dolmasına sebep olduğumu hatırlıyorum.

      Onlarla aramızda bir iki kere tartışma oldu çünkü pazar günleri tekerlemeler ve ilahiler haricinde şarkı söylemiyordum. Maalesef sözlerini unuttuğum için sadece nağmesini mırıldanırdım bu ilahilerin. Dinsel hisleri ya azdı ya da hislerini hiç göstermiyorlardı. Kutsal Sebt gününü bile pek duymamışlardı; bu sebeple haftanın yedinci gününde somurtkanlığımdan rahatsız oluyorlardı. Ama oldukça toleranslıydılar. Hatta pek anlayamasam da içlerinden biri bana nazikçe zaman zaman asık suratlı olmamaya çalışmanın imkânsız olduğunu, eğer durum ciddileşirse birini görmem gerektiğinin çok doğal bir durum olduğunu söyledi.

      Bir keresinde Yram bana kaba ve mantıksız davrandı ya da o zaman ben öyle algıladım. Bahçede oyun oynuyordum ve oldukça hararetliydim. O gün sonbahar yaklaştığı için hava soğuk olmasına ve bulunduğum “Soğuk Liman” isimli yerin denizden üç bin fit yüksekte olmasına rağmen, yeleğimle montum olmadan oynadım ve açık havada uzun süre kaldığım için de ağır şekilde üşüttüm.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney,

Скачать книгу