Скачать книгу

uzun ip. 2. İnsanın beli: “Аt mеnеn kоşо çаbеndеs dа bеl kırçооsunа çеyin suugа kirdi.” -MR. (Atıyla beraber binici de beline kadar suya girdi.)

      bel kuda bol- (БЕЛ КУДА БОЛ-) [bel dünür olmak] Beşik kertmesi yapmak: “Mınа оşо mеzgildе аndа cаpcаş kurаgı, bеşiktе cаtkаn kеzdе bеl kudа bоlup, tаgdırı nеbаk çеçilgеn.” -ÇA1. (O zaman o, gencecik, daha beşikteyken beşik kertmesi yapılıp, kaderi çoktan yazılmıştı.)

      bel saldı (БЕЛ САЛДЫ) [bel koydu] Pek iyi olmayan: “Bеl sаldı cumuş bоldu.” -ОC. (Pek iyi iş olmadı.)

      bel suu (БЕЛ СУУ) [bel su(yu)] Sperm, meni.

      bel tut- (БЕЛ ТУТ-) [bel tutmak] bk. bel bayla-.

      belçesinen batuu- (БЕЛЧЕСИНЕН БАТУУ) [beline kadar batmak] Boğazına kadar batmak: “Ekonomikabız artta kaldı, karızga belçebizden battık.” -ŞJ. (Ekonomimiz geri kaldı, boğazımıza kadar borca battık.)

      belden bas- (БЕЛДЕН БАС-) [bel(in)den basmak] Belini bükmek, çaresizlik içinde bırakmak: “Cokçuluk belden bastı.” -AJ. (Yoksulluk boynunu büktü.)

      beldi bekem buu- (БЕЛДИ БЕКЕМ БУУ-) [beli sağlam boğmak] Metanetli olmak, metîn olmak, kendini toparlamak: “Sеn üçün bеldi bеkеm buup iştеym.” -АÇ. (Senin için metanetle çalışırım.)

      belge tañuu (БЕЛГЕ ТАҢУУ) [bele sıkı bağlamak] Güvenilir, güvenilen, bel bağlanan kimse: “Aydarkandın Kökçösü / Belge tañuu er ele.” -CM. (Aydarkan’ın Kökçösü / Güvenilir bir erdi.)

      belgi ber- (БЕЛГИ БЕР-) [işaret vermek] İşaret etmek: “Anan Kuuçükögö karap kir degendey belgi beret.” -BF (Sonra Kuuçükö’ye bakarak gir dercesine işaret etti.)

      beli kat- (БЕЛИ КАТ-) [beli pekişmek] 1. Büyümek, yetişkin çağına gelmek: “Calgız ulunun beli katıp kaldı, emi atasının koluna kol, butuna but bolot.”

      (Biricik oğlu büyüdü, artık babasının eli ayağı olur.) 2. Kendine gelmek, güçlenmek: “Mından bir ay murda törögön Süyümkandın beli katpay, töşöktö.” -KA1. (Bundan bir ay önce doğum yapan Süyümkan, kendine gelemedi, hâla yatakta.)

      beli katuu (БЕЛИ КАТУУ) [beli sert] Güçlü, kuvvetli: “Beli katuu şer eken.” -CM. ( Güçlü kahramanmış.)

      beli kayış- (БЕЛИ КАЙЫШ-) [beli azap çekmek] bk. beli mayış-.

      beli mayış- (БЕЛИ МАЙЫШ-) [beli eğilmek (zorluktan dolayı)] Zorluk çekmek, zor durumda kalmak, beli kırılmak: “Attiñ ay, Alımkuldun atası mezgilsiz ketkenge cigittin beli mayışıp turbaybı.” -MA1. (Eyvah, Alımkul’un, babasının erken vefatından beli kırıldı.)

      beli mertin- (БЕЛИ МЕРТИН-) [beli burkulmak] bk. beli sın-.

      beli sın- (БЕЛИ СЫН-) [beli kırılmak] 1. Başı belaya girmek, beli bükülmek: “Kanı öldü, beli sındı.” -ÇÖ. (Kağanı öldü, beli büküldü.) 2. Onurunu kaybetmek: “Anan, kalemi Dostoevskiydikinen ötkür cazuuçu gana anı menen küç sınaşışı mümkün, bolboso beli sınat.” -ÇA1. (Sonra ancak kalemi Dostoyevski’nin kaleminden daha keskin olan yazar onunla yarışabilir, yoksa onurunu kaybeder.)

      beli tiy- (БЕЛИ ТИЙ-) [beli değmek] bk. arkası tiy-.

      belin omur- (БЕЛИН ОМУР-) [belini bükmek] 1. Belini bükmek. 2. Yenmek.

      berbestin aşı bışpas (БЕРБЕСТИН АШЫ БЫШПАС) [vermeyeceğin yemeği pişmez] Cimrinin aşı pişmez, bir kişi bir şeyi vermek istemiyorsa, karşısındakini oyalar: “Berbestin aşı bışpas, bışsa da kazandan tüşpös.” -ML. (Cimrinin aşı pişmez, pişse de kazandan inmez.)

      bereke tappagır (БЕРЕКЕ ТАППАГЫР) [bereket bulamayasıca] “Bereketini görmeanlamında kullanılan beddua: “Aligi arakeç it, bereke tappagır, cedep ele cürögün tüşürüp salgan tura!” -SÖ. (O ayyaş it, bereketini görme, az kalsın ödünü koparacakmış meğer!)

      berendin tumşugunday (БЕРЕНДИН ТУМШУГУНДАЙ) [kartal gagası gibi] Yırtıcı kuşun gagası gibi (burun): “Murdu berendin tumşugunday bolup, tişi cok oozuna karay imerilip turat.” -AT1. (Burnu yırtıcı kuşun gagası gibi, dişsiz ağzına doğru eğiliyor.)

      beri bak- (БЕРИ БАК-) [beri(ye) bakmak] bk. beri kara-.

      beri bolgondo (БЕРИ БОЛГОНДО) [beri olduğunda] bk. beri degende.

      beri degende (БЕРИ ДЕГЕНДЕ) [beri dediğimizde] En az, hiç olmazsa, hiç değilse: “Bul degen Assiriya şumerlerden beri degende tört kılım kiyin payda bolgonun dalildeyt.” -CAT. (Bu, Asur’un Sümerlerden en az dört asır sonra ortaya çıktığını ispatlıyor.)

      beri kara- (БЕРИ КАРA-) [beri(ye) bakmak] Hastalıktan iyileşmek, yataktan kalkmak: “Ooru alsıratıp, daroo köz canarı öçüp ketti, kempir emi beri karabasın bildi.” -AJ. (Hastalık hâlsizleştirdi, gözlerinin ferini söndürdü, yaşlı kadın artık iyileşemeyeceğini anladı.)

      beri karap külüp, arı karap ıyla- (БЕРИ КАРАП КҮЛҮП, АРЫ КАРАП ЫЙЛА-) [beri bakıp gülmek, öte bakıp ağlamak] Bir şeyi gönülsüz, istemeye istemeye yapmak: “Anar cakşı körgön coolugun arı karap ıylap, beri karap külüp turup berüügö argazıs boldu.” (Anar, sevdiği başörtüsünü istemeye istemeye vermek zorunda kaldı.)

      bermet bol- (БЕРМЕТ БОЛ-) [inci olmak] avc. Tam olgunlaşıp parlak hâle gelmek (kürklü av hayvanı kürkleri için.)

      beş atar (БЕШ АТАР) [beş vuran] Tüfek türü, beşli: “Körsö Kara elge, militsiyaga körsötpöy, beşatar mıltık karmaçu eken üyündö.” -KT. (Oysa Kara, evinde milletten, polisten gizli beşli tüfek saklarmış.)

      beş barmagın sal- (БЕШ БАРМАГЫН САЛ-) [beş parmağını sokmak] bk. beş kolun sal-.

      beş barmagınday bil- (БЕШ БАРМАГЫНДАЙ БИЛ-) [beş parmağı gibi bilmek] beş kolunday bil-.

      beş barmak (БЕШ БАРМАК) [beş parmak] Haşlanmış et ve hamurdan yapılan Kırgız millî yemeği: “Künügö beşbarmak ceşet.” -KT. (Her gün beşparmak yiyorlar.)

      beş beter (БЕШ БЕТЕР) [beş beter] Daha beter, beş beter: “Baştagıdan beş-beter / Dukandıktın curtuna / Azap tüşüp kalganı.” -SO. (Eskisinden daha beter / Dukanlının halkının / Başına bela geldi.)

      beş kadam (БЕШ КАДАМ) [beş adım(lı)] Azimli, her işte başarılı kimse.

      beş kol birdey emes (БЕШ КОЛ БИРДЕЙ ЭМЕС) [beş el (parmak) aynı değil] bk. beş kol teñ emes.

      beş

Скачать книгу