Скачать книгу

dikti. Soğu soğuk yağmur yağdı.

      Tepede bir çoban ateşi yandı.

      Berikiler uyukluyor, adam İkinci Dünya Şavaşı hatıralarını anlatıyordu.

      Bir atom bombası atıldı bir yere, mikroplar açlıktan öldüler.

      Biri “Yap bir orta şekerli kahve!” diye seslendi ocağa.

Azınlık Postası, Nisan 1970HER ULUS ŞARKISINI KENDİ DİLİYLE SÖYLER

      Önümüzdeki Haziran ayı içinde 1997 -1998 Öğretim Yılı da sona erecek. Niyetim, bu öğretim yılının sona ermesi dolayısıyla Batı Trakya Türk Azınlığı okullarındaki eğitim durumuna kısaca değinmekti. Ancak, eğitim durumumuzun oldukça karmaşık, çok sorunlu ve çok boyutlu olması beni böyle rast gele bir yazı yazmaktan alıkoydu. Çünkü bütün bunları dar bir çerçeve içinde ele alıp irdelemeye kalkmak yanlış olurdu. Ancak, her şey yolundaymış gibi bir tutum içine girip hiçbir şey yapmamak da yanlış… Olaya biraz da bu açıdan bakarak Azınlık Eğitimi’nin karşı karşıya kaldığı yüzlerce sorundan sadece birine, şimdiye kadar anadilimiz Türkçe ile yapılmakta olan müzik, beden eğitimi ve resim-iş derslerinin Yunan diliyle yapılan dersler hanesine alınmak istenmesi -bazı okullarımızda alınması-sorununa kısaca değinmek istiyorum.

      Konuya ve ayrıntılarına girmezden önce sanıyorum kısa bir açıklama yapmam gerekecek. Okullarımızda Türk diliyle yapılmakta olan bu dersler ikinci devre sınıflarda haftada birer saat, birinci devre sınıflarda ise daha fazla saat üzerinden yapılırdı. Bun-dan beş on yıl önce, bu dersler ders saati olarak ortadan kaldırılıp haftada yedi-sekiz saat yapılan Türkçe dersi saati içine yerleştirildi ve bu derslerden kurtarılan saatler Yunanca derslere katıldı. Yani bir “Alicengiz oyunu”yla bu dersler programdan çıkarılıp sadece birer isim olarak haftalık ders çizelgelerinde yer aldılar. Görünüşte yine müzik, beden eğitimi, resim-iş dersleri yapılıyordu, ama Türkçe dersinden haftada iki üç saat çalınıyordu. Üstelik bu uygulama, “Şimdiye kadar Türk diliyle yapılan dersler yine aynı dilde yapılacak, bu konuda herhangi bir değişikliğe meydan verilmeyecektir” diye bir maddeyi de içeren bir Protokol’ün iki ülke, Türkiye ve Yunanistan tarafından imzalanmasından sonra yapılıyordu. Birinci devredeki derslerin mihver dersi niteliğindeki Hayat Bilgisi dersi ise resmen Türkçe dersler hanesinden alınmış, Yunanca dersler hanesine Yurttaşlık Bilgisi “Patridognosiya” adıyla geçirilmiştir. Yani bir yerde bu dersler “vaftiz” edilmişlerdir. Kimi açık, kimi sinsice, kimi aldatmaca ve kandırmaca yollarıyla yapılmak istenen şey, gittikçe, Türkçe yapılan derslerin sayısını ortadan kaldırıp, bu saatlerin yerine Yunan diliyle yapılan dersleri yerleştirmek, böylece göstermelik olarak -o da şimdilik- sadece Türkçe dersiyle din bilgisi dersini Azınlık okullarının müfredat programlarında bırakmaktır. Öyle sanıyorum, ileride bu iki ders de bazı okullarımızdan başlamak suretiyle, pomaklık ve çingenelik iddiaları ve sonra sonra, bazı bölgelerde ekmeğin kabuğu kalkmasın diye ekmeğin üstüne çizilen çizgilerden haç kokusu alarak gizli Hıristiyan buluşları yapan kafatasçı uzmanların görüşleri doğrultusunda, din dersleri de tercihli dersler listesinde yer alabileceklerdir. Şimdi, bunlar da olur mu; demek kolay… Ama, önce Yunanlılara hazırlatılan Türkçe ders kitaplarının okullarımıza sokulmak istenmesi, ardından Pomakça kitaplar bastırılıp yine bazı okullarımızda Türk dili yerine Pomakça öğretim yapılması yönündeki çalışmaları göz ardı edemeyiz.

      Sözü daha fazla uzatmadan asıl diyeceklerime geleyim. Okullarımızda şimdiye kadar Türkçe olarak yapılmakta olan müzik, beden eğitimi ve resim-iş derslerinin Rumca dersler hanesine alınmasını bizim açımızdan sadece bir ders saati kaybı olarak değerlendirmek son derece yanlıştır. Bu olayın, çocuklarımızın yetişmesinde, kişiliklerinin gelişmesinde çok önemli bir boyutu vardır. Ancak bunun toplum tarafından bütün incelikleriyle kavranması pek o kadar kolay değildir. Ama, yönetim, söz konusu derslerin özellikle ilkokul çocukları için önemini ve insanımızın bu incelikleri değerlendirebilecek bilgiye sahip olmadığını çok iyi bildiği için, bu hareketin üzerinde ısrarla ve kararlılıkla durmaktadır.

      Bilindiği gibi, müzik, beden eğitimi ve resim-iş dersleri çocuğun ruh ve beden gelişimi ile doğrudan ilgisi olan derslerdir. Çocuk, okula gelmezden önce ninnilerle büyümüş, sonraki yıllarda tekerlemeler ve şarkılı oyunlarla kişilik oluşturmuştur. Ninniler, şarkılar, oyunlar toplumun gelenek ve göreneklerini içi-ne alan unsurlardır. Beden eğitimi dersi, özellikle il-kokul çocukları için bir oyundur. Müzik ve oyun bir bütün halinde folkloru oluşturur. Folklar ise bir toplumun kimliğidir, özüdür, onu ulus yapan önemli öğelerden biridir. Bilimsel anlamda ilkokullardaki müzik eğitiminin önemi hakkında şu görüşlere yer verilmektedir: “Çocuğun ses dünyası, kendini saran ses çevresi ile etkileşiminin sonucu edindiği izlenimleri yanı sıra, kendi iç dünyasını biçimlendiren, değişik anlatım biçimlerini de içerir. Çocuk, sesler aracılığı ile iletişim kurar, şarkı söyler, oyun oynar… Böylece çocuk, söz, çizgi, renk, desen, ritim, mimik hareket gibi öğeleri sesle bütünleştirir. Sonuçta, müzik, anadili ile birlikte onun yaşamında etkili bir öğretim aracına dönüşür.”

      Şimdi, buradaki son cümleye dikkat edelim. “… Sonuçta, müzik, anadili ile birlikte onun yaşamında etkili bir öğretim aracına dönüşür.”

      Doğrudur. Çocuğa kendi anadilinde öğretilen bir “Annem” şarkısının verdiği, anlamı, tadı, kişilik oluşturmadaki rolünü bir “Manu-la” şarkısı verebilir mi? Mümkün mü bu?.. Olayın iç yüzünün daha iyi anlaşılabilmesi için yaşanmış bir olayı kısaca aktarayım. Oğlu askerlik yapan bir anne, kendisine oğlundan haber alıp almadıklarını sorduğumda neredeyse ağlamaklı bir sesle: Haberini aldık ama, neye yarar, dedi. Bir defacık “Anne” diyemedi bana. Kışladan telefon ettiği için Türkçe konuşmak yasakmış. Rumca konuşmak zorunda kaldık. Bana hep “Mitera” demek zorunda kaldı. Hiç olmazsa bir kerecik “Anne” diyebilseydi… Ben hiç olmazsa telefon kapanırken “Yavrum…” diyebildim. Çok zoruma gitti…

      Kadıncağız olayı anlatırken durmadan gözleri yaşarıyordu.

      Çocuk, anadili ile söylediği şarkılarda kendini geniş bir dünyanın içinde bulur. Ama, bu dünya onun için akraba bir dünyadır, huzurlu bir dünyadır. “Annem” şarkısını söylerken ya da bu şarkı söylenirken annesiyle yaşadığı anlar, sevinçler canlanır gözün-de; içinde bir sevgi yumağı gittikçe büyür. Kendisi için yapılanları yeniden yaşar, sağlıklı bir yapıya kavuşması için gerekli güven ortamı bulur. Kısacası, anadiliyle söylenen şarkılar, çocuğun yaşamıyla bütünleşir; onun, toplumun sağlıklı bir kişisi olmasında önemli bir rol oynar.

      Bu yazı üzerinde çalışırken, bir rastlantı sonucu televizyondaki küçücük bir habere takıldım. İspanyollar, Meksika’yı işgal ettiklerinde ilk yaptıkları iş, Meksika yerlilerinin müziklerini ortadan kaldırma girişimleri olmuş. Çünkü müzik ve oyun Meksika yerlilerinin yaşamlarında çok önemli bir yer tutuyormuş. Yani yerlilerin kültürü ve uygarlığı bu iki öğenin içinde… Onların müzik ve oyunlarını unutturup yerine İspanyol müziğini ve oyununu yerleştirince sonuç ne oluyor?.. Meksikalılar İspanyol oluyor. Burada, azınlık içinde yapılmak istenenlerin amacı da bu… Çocuğun yaşamının bir parçası olan şarkılı oyunları, çizgi, resim ve oyuncak yapma uğraşlarını onun kültür dünyasından koparıp onu bir başka kültür dünyasının içine taşımaktır. Çünkü çok iyi bilinmektedir ki, özellikle, şarkılı, türkülü oyunlar aracılığıyla, çocukların yaptıkları işten zevk almaları sağlanırken ayrıca milli ve bölgesel oyunlarla onların kendi kültürlerini tanımalarına yardımcı olunur. İşte, bütün bunlar en ince ayrıntılarına dek düşünülerek bazı planlar yapılmaktadır. Bu yolla çocuğun dünyasından

Скачать книгу