Аннотация

“ ‘Mrs. Dalloway’ ve keşfettiklerim üzerine pek çok şey söylemeliyim aslında: Karakterlerimin arkasındaki güzel mağaraları nasıl kazdığımı; bunun tam da benim aradığım şeyi sağladığını düşünüyorum: insanlık, mizah ve derinlik. Asıl amaç mağaraların birleşmesi ve her birinin, yaşanılan o anın içinde gün yüzüne çıkması.” Bu sözleri söylüyor kendi romanı için Virginia Woolf. Roman kahramanı Clarissa Dalloway, akşam vereceği partinin hazırlıkları ile uğraşırken yalnızca onun düşünsel serüvenine değil, rüzgârının değdiği herkesin iç dünyasına tanık oluyoruz. Tek bir günün içinde hem geçmişi hem geleceği hem de içinde bulunduğu anı anlatıyor kitabında yazar. Pek çok kişinin zihninde gezip pek çok düşünce arasında gidip gelirken bir olay örgüsünden ziyade, karakterlerin iç dünyalarıyla, nasıl duyup nasıl düşündükleriyle ilgilenen Woolf, insan ruhundaki çatışmaları, gelgitleri önemseyip zihinler arasında bir bilinç akışı köprüsü kurarak bize aktarıyor söylemek istediklerini: yaşam ve ölüm, akıl ve delilik… «Bir keresinde Serpentine’a bir şilin atmıştı, bir daha da hiçbir şey atmamıştı. Oysa genç adam bütün hayatını kaldırıp atıyordu. Onlar yaşamaya devam edeceklerdi (Partiye geri dönmeliydi; salonlar hâlâ kalabalıktı, insanlar gelmeye devam ediyorlardı.). Onlar yaşlanacaktı. Oysa önemli olan bir şey vardı; kendi yaşamında gevezeliğe boğulan, yalanlarla yozlaşan, bozulan, belirsizleşen bir şey… İşte onu koruyabilmişti genç adam. Ölüm, bir başkaldırıydı. Ölüm, iletişim kurmak için verilmiş bir çabaydı, insanlar, nedense kendilerinden kaçan öze ulaşmanın imkânsızlığını hissediyorlardı; yakınlık uzaklaşıyor, büyük sevinçler soluyordu, insan yalnız kalıyordu. Bir kucaklaşma vardı ölümde. Ama şu kendini öldüren genç adam -hazinesi elindeyken mi bırakmıştı kendini aşağıya? Beyazlar içinde aşağı inerken, bir seferinde 'Şimdi ölecek olsaydım eğer, bu benim en mutlu anım olurdu.' demişti Clarissa kendi kendine.» (…) «Ama kurtulmuştu Clarissa. Oysa o genç adam canına kıymıştı. Bir şekilde onun felaketiydi bu, utancıydı. Bu koyu karanlıkta, burada bir adamın, şurada bir kadının dibe battığını ve kaybolduğunu görürken gece elbisesi içinde öylece dikilmek zorunda kalmak da onun cezasıydı. Hile yapmış; çalmıştı aslında. Hiçbir zaman tamamıyla hayran kalınacak biri olmamıştı.»

Аннотация

Safiye Sultan… Kanuni’nin oğlu Sarı Selim’in gelini, Üçüncü Murat’ın “Safo”su, Üçüncü Mehmet’in validesi bir Venedik güzeli… Osmanlı sarayına adım attığı günden beri türlü entrikalara karışmış, Nuru Banu Sultan’ın önüne geçmiş, devlet idaresinde söz sahibi olmuş ve gücüne güç, servetine servet katmış bir dilber-i rana… Ancak o güçlendikçe, devlet güç kaybediyor; servetini artırdıkça Osmanlı fakirleşiyor… Yalnız güçten düşen, servetini kaybeden Osmanlı’da, bu dönemde dahi filmlere konu olacak, kitaplara geçecek türlü olaylar yaşanıyor: Kardeş katlleri, Sokullu Mehmet Paşa’nın öldürülmesi, ünlü Kanije Kalesi Müdafaası, Şehzade Mahmut’un öldürülmesi, sipahiler ile yeniçeriler arasında baş gösteren anlaşmazlıklar, Osmanlı devlet erkânında bozulmalar… Tüm bu olaylar yaşanırken Osmanlıda Kösem Sultan ile zirvesine çıkan “kadınlar saltanatı”nın kapısı aralanıyor. Ve bu kapıyı aralayan da Safiye Sultan oluyor.

Аннотация

Ailesinden deniz üstünde maceralara atılmak için ayrılan Robinson Crusoe, başına gelecek talihsizliklerden habersiz seyahat tutkusunu gerçekleştirmek üzere yelkenleri rüzgâr yönüne çevirir. Yaptığı bu deniz seferlerinden birinde bir gemi kazası sonucu kıyıya vuran enkazdan sağ çıkan tek kişi olmasının yanı sıra bilmediği ıssız bir adada mahsur kalır. Vahşi adada duyduğu yalnızlık ve hayatta kalma mücadelesi ile insan aklının sınırsızlığını başarıyla kullanan Robinson, barınağını, ekmeğini adanın imkânları dâhilinde kendi başına üretir. Temel ihtiyaçlarını giderebilecek duruma geldiğinde başlarda çok inançlı olmasa da korkularıyla yüzleşip Yüce Tanrı’sına ulaşır ve yaşadıklarını bir ceza değil de mükâfat olarak değerlendirir. Adaya Cuma adını verdiği bir kişinin gelmesiyle Robinson, onca yıllık yalnızlığını giderir. Cuma’ya dilini, yaşamını ve Tanrı’sını öğretir. Yıllar içerisinde adanın sessizliği vahşilerin ve denizcilerin buraya uğramasıyla bozulmaya başlar. Adanın ilk sakini olan Robinson, artan nüfusa dirlik ve düzen sağlamakla birlikte adadaki mahkûmiyetinden kurtulma yollarını aramaya çalışır. İşte tam bitti derken Robinson Crusoe’nun yeni macerası burada başlar. “İnsan hayatı Yaratıcı’nın denetlediği ne tuhaf bir çalışmadır!”

Аннотация

Yetişkinler hiçbir şeyi kendi başlarına anlayamıyorlardı ve bir şeyleri sürekli onlara açıklamak, çocuklar için yorucu oluyordu. (…) Yetişkinler sayıları severler. Onlara edindiğiniz yeni bir arkadaşınızdan bahsettiğinizde, size sormaları gereken önemli şeyleri hiçbir zaman sormazlar. Mesela hiç şöyle demezler: “Sesinin tonu nasıl? Hangi oyunları oynamayı seviyor? Kelebek koleksiyonu yapıyor mu?” Onun yerine size her zaman şunları sorarlar: “Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar kazanıyor?” Onu ancak bu şekilde tanıyabileceklerini zannederler. Eğer yetişkinlere, “Pencerelerinde sardunyalar, çatısında kumrular olan, kırmızı tuğlalı güzel bir ev gördüm…” derseniz, bu evi zihinlerinde canlandırmayı beceremeyeceklerdir. Onlara, “Yüz bin franklık bir ev gördüm.” demeniz gerekir ki işte ancak o zaman, “Ah! Ne kadar da sevimli!” diye haykırırlar. Bu kitabı okurken bir çiçekle sohbet edebilir, bir tilkiyle arkadaş olabilir, bir yılandan yardım isteyebilirsiniz veya işi, gökteki yıldızları saymak olan bir iş adamıyla tanışır; kendisinden başka kimsenin yaşamadığı bir gezenin kralıyla karşılaşırsınız; masasından hiç kalkmayan bir coğrafyacıdan ilginç şeyler öğrenebilirsiniz ama her şeyden önce çocukluğunuzdan geriye ne kadarının kaldığını, içinizde ne kadarını koruyabildiğinizi anlamanızı sağlayacak bu kitap. Zaten bunu bilen yazar da “Bütün yetişkinler bir zamanlar çocuktular (Ama içlerinden çok azı bunu hatırlar elbet.).” demiştir. Hem belki kitabı bitirdikten sonra çabucak pencereye gidip gökyüzüne bakar ve yıldızları seyredersiniz…

Аннотация

Kendi zamanının ötesinde kurduğu hayalleri ile içinde bulunduğu yaşamın tam ortasında sıkışmış olan Emma, ihtiraslı bir kadındır. Sakin, huzurlu bir hayat arzu eden eşi Charles, onun için bir hayal kırıklığıdır. Sürekli romantik aşk hikâyeleri okuyan Emma, bunların tesirinde heyecanlı ve duygusal derinliği olan ilişkiler hayal etmektedir. Evlilikten bekledikleri gerçekleşmedikçe zamanla hayatından hoşnutsuzluk duymaya başlar. Bu öyle bir hâle gelir ki, hayatının sevmediği bütün sıradanlıklarını Charles ile özdeşleştirir ve ondan nefret eder. Devrin kadınları için evlendikten sonra özgürlüklerini ifade edecek bir seçenek bulmak zordur ve Emma da bunun için elindeki tek yola; ihanete başvurur. Emma, hem aşktan beklentisini alamamış hem de aşkı için borçlanmış biri olarak çıkmaza girer. Bu borç onu hüzünlü sonuna hazırlar. Charles’ın yanında aldığı arsenik ile çırpına çırpına hayatına son verir. “… Erkek hiç olmazsa hürdür. Sevda peşinde memleketleri gezer, engelleri aşar, en uzak yerlerin tadını alır. Bir kadın ise sonsuz bir yasak hayatı yaşar…”

Аннотация

Balzac’ın edebiyat âlemine kazandırdığı İnsanlık Komedyası’nın Töre İncelemesi kısmında Taşra Yaşamından Sahneler başlığı altında yer alan roman orijinal diliyle ilk kez 1836'da yayımlandı. Onun en önemli romanları arasında saydığımız bu eser, dünyada pek çok dile çevrildi. Vadideki Zambak, aile yaşamında zorluklar yaşayan Félix'in hayatında meydana gelen değişimlerine, kendini mutsuz bir evliliğe katlanmak zorunda hisseden Henriette'in yaşamına ve başkarakterlerimiz arasındaki ilişkiye yer veriyor. Roman aynı zamanda 1800’lü yılların Fransası'na, devrim sonrası toplumsal hayata da tanıklık etmemizi sağlıyor. «Âşıkların, aşk bittiğinde birbirlerini bir daha görmeme isteklerinin korkunç bir ihtiyaç olduğunu anladım. Her şey olduğun yerde, bir hiç olmak! Hayatın neşeli ışıklarının parladığı yerde ölümün sessiz soğukluğunu bulmak! Ah, ömür tüketen bu kıyaslar! Kısa süre sonra gençliğimi karartan tüm mutluluğun acı cehaletinden pişmanlık duymaya başladım.»

Аннотация

Ne güven kadınlara ne de itibar et sözlerine / Gül geç vaatlerineİtibar etme kalplerine / Onların neşeleri de kederleri de / Bağlıdır şehvetlerine. / Yalan söylerler, inanma / “Seni seviyorum.” dediklerinde / Bu onların ihanetlerini gizleyişidir / Düzenbazlıktan vazgeçmezler. / Yusuf’a bak mesela / Mahvetmedi mi onu Züleyha? / Kovuldu Âdem cennetten. / Havva’nın yüzünden. / Görmüyor musun hâlâ /Kalplerinde eser yok iyilikten. Çocukların hayal dünyasının başkahramanlarından olan Denizci Sinbad, Alâeddin ve Ali Baba’yı modern kültürümüze miras bırakan “Binbir Gece Masalları”, Doğu dünyasında yer alan her toplumun kendinden bir şey kattığı anonim halk masallarıyla ve bu masallardaki, gerçek dışı fantastik ögelerle olduğu kadar hayatın içinden aşk, entrika, intikam, ihanet, ihtiras, saadet gibi unsurlarla da geçmişte nasıl ağızdan ağıza anlatıldıysa bugün de aynı canlılığıyla bütün dünyada ölmez bir eser olarak varlığını sürdürmektedir. Şah Şehriyar’ın ihanete uğraması neticesinde bütün kadınlara beslediği nefretle başlayıp Şehrazat’a duyduğu büyük aşkla sona eren eser, nefretten aşka giden yolda, serüvenleriyle, fantastikliğiyle, sıra dışı yerleri ve varlıklarıyla hem çocukları hem de büyükleri etkileyecek bir niteliğe sahiptir.

Аннотация

İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü? İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi kadar kolay olmasa gerek. Bu anlamda, Millî Eğitim Bakanlığı'nın ilköğretim ve ortaöğretime yönelik 100 Temel Eser seçimi; öğrencilere, velilere ve öğretmenlere, kısacası kültür dünyamıza katkıda bulunacak herkese yararlı olacak niteliktedir.

Аннотация

Аннотация