Скачать книгу

evrâk-ı verd-i terde

      Bir şemme kitâb-ı nükhetinden!368

      Nağmendir eden riyâhı tehzîz,

      Senden bu nevâ-yı sûriş-engîz!

      Tayfın beni eyliyor seher-hîz…

      Ey hâtırasıyla ruh lebrîz,

      İndimde bu kâinât hep sen!369

      Ey lem'a-i şu'le-i İlâhî,

      Ey subh-i ebed karârgâhı.

      Hiç bulmaya tâbişin tenâhî…

      Envârına gelmesin tebâhî…

      Bir böyle bekânı isterim ben.370

      Sönmez yanan ihtimâli yoktur,

      Sönmek sözünün meâli yoktur…

      Yok, nâre demem zevâli yoktur,

      Nûrun fakat öyle hâli yoktur.

      Olmaz ona hiç adem nişîmen.371

      Ey hâtırasıyle kaldığım yâr,

      Artık aramızda bir cihan var!

      Sen gökte safâ-güzîn-i dîdâr,

      Ben yerde azâb içinde bîzâr!

      Gûşumda bütün terâne şîven!372

      Şîven demi nây-i nağme-kârın,

      Şîven cereyânı cûybârın,

      Şîven sesi bâd-ı bî-karârın,

      Şîven bana âh yâdigârın…

      Sen gökleri hande-zâr ederken!373

      Dirvâs

      Derler ki: Ümeyye’den Hişâm'ın

      Devrinde, yakınlarında Şâm'ın,

      Üç yıl ekin olmamış kuraktan.

      Can kaybına düşmüş artık urban.

      Her hayme mezâr olup kapanmış:

      Altında beş on kadîd uzanmış!

      Bakmış ki meşâyih-i kabâil:

      Sıyrılmayacak bu derd-i hâil;

      Bir karyede toplanıp, demişler:

      Durdukça helâkimiz mukarrer.

      Mâdem ki şüyûhuyuz bu halkın,

      Kalkın gidelim Hişâm'a, kalkın.

      Bir duysa Halîfe’miz bu hâli;

      Var merhamet etmek ihtimâli.

      Hiç ak sakalıyla bir alay pîr,

      Eyler de Emîr'e hâli tasvîr,

      Görmez mi o, halkı rahme şâyan?

      Sultansa da taş değil ya: İnsan!374

      Teklifi kabûl eder bütün nâs;

      Derler, yalınız: «Bulunsa Dirvâs.

      Sinnen daha pek çocuktur ammâ

      Olmaz o kadar talâkat asla.»375

      Vakta ki girer şüyûh Şâm'a,

      Derhâl haber gider Hişâm'a:

      Derler ki, beş on kabîle geldi.

      Der: Gelsinler sarâya şimdi.376

      Birlikte çocuk dalar huzûra,

      Evvelce duâ eder de sonra,

      Hiç pervasız girer kelâma…377

      Lâkin bu tuhaf gelir Hişâm'a;

      Der: Sus a çocuk, büyük dururken,

      Söz sâdır olur mu hiç küçükten ?

      Dirvâs o zaman kelâmı tekrar

      Teshîr ile der: «Nedir bu âzâr!

      Mikyası mıdır zekâvetin sin?

      Dirvâs'ı çocuk mu zannedersin?

      Bir dinle de sonra gör çocuk mu?

      İnsâf nedir o sizde yok mu?

      Ben söyleyeyim de bir efendim,

      Susturmak elindedir efendim.»

      Dirvâs bakar Melik'te ses yok;

      Mecliste değil ki ses, nefes yok;

      Mûtâdı olan talâkatıyle

      Başlar söze eski şiddetiyle:378

      «Üç yıl mütemâdiyen kuraklar,

      Emsâli görülmemiş sıcaklar,

      Sâmânımızı kuruttu gitti;

      Mezrûâtın umûmu bitti.

      Binlerle çadır kapandı kaldı,

      Çöl, mahşer-i mevt şekli aldı!

      Şehrîleri besleyen kabâil,

      Köy köy geziyor zelîl ü sâil!

      Hâtemlere cûd eden o urban,

      Nan-pâreye can verir bugün, can!

      Çıplakları giydiren de üryan,

      Gömleksizdir zükûr ü nisvan!379

      Açlık ecelin zahîri oldu:

      Baştan başa çöl cesedle doldu.

      Her kûşede bin acıklı feryad…

      Yok bir yerden sadâ-yı imdad.

      Şubbân; bütün ihtiyâra döndü!

      Pîrân; görsen, mezara döndü!

      Yok vâlidelerde süt ki: Tutsun,

      Evlâdını emzirip uyutsun.

      Zannım, bize münfail ki Mevlâ:

      Bir bâdiye halkı yandı, hâlâ,

      Bir damla su inmiyor semâdan,

      Şebnem bile düşmüyor duâdan!

      Binlerce duâya bir icâbet

      Göstermedi bârgâh-ı rahmet.

      Artık sana ilticâya geldik,

      Reddetmez isen ricâya geldik:

      Görmekteyiz ey Emîr-i âdil,

      -İnkârı bunun değil ya kâbil-

      Yok sendeki ihtişâma pâyân;

      Bizlerse alay alay sefîlân!

      Bir yanda demek ki fazla var çok;

      Hayfâ ki öbür tarafta hiç yok.

      Öyleyse biraz tevâzün ister.

      Evvel beni dinle, sonra hak ver:

      Nerden buldun bu ihtişâmı?

      Halkın mı, senin mi, Hâlik'ın mı?380

      Allah’ın ise eğer bu servet.

      Bizler de onun kuluyken, elbet

      Bir pay talebinde hakkımız var…

      İnsâf

Скачать книгу


<p>368</p>

Güzelliğin seherde dalgalanmada, alnının ziyası, ayın safhasında parlamaktadır. Gece, haremsarayının sahnına perde olmakta, güzel rayihanın bir şemmesi taze gül yapraklarından duyulmaktadır.

<p>369</p>

Rüzgârları harekete getiren nağmendir; fezadaki bu cûş ü hurûş nevası sendendir. Hayalin beni seherde uyanık bulunduruyor. Ey hatırasıyla ruhum dopdolu olan; bana göre bu kâinat senden ibarettir.

<p>370</p>

Ey ilâhî şu'lenin lem'ası; ey ebediyet sabahı karargâhı olan; parlayışın sona ermesin ve nurların eksilmesin. Ben senin bekânı böyle istiyorum.

<p>371</p>

Yanan ve parlayan nurun sönmek ihtimali ve sönmek sözünün anlamı yoktur. «Ateşin zevali yoktur» demiyorum, fakat nurun öyle hâli yoktur; o, yokluğa gidip karar etmez.

<p>372</p>

Ey düşüncesiyle kaldığım, yâni daima düşündüğüm yâr; artık aramızda koskoca bir cihan var. Sen gökte didar-ı ilâhî safası ile müferrahsin. Bense yerde ayrılık azabı içindeyim. Onun için bütün nağmeler, kulağıma feryat olarak geli-yor.

<p>373</p>

Evet, kulağıma, üflenen neyin demi feryat, akan derenin şırıltısı feryat, esen rüzgârın sesi feryat gibi geliyor. Sen gökleri neş'edar-ı ferhunde-zâr ederken bana yerde olan yadigârın ancak feryattan ibaret.

<p>374</p>

Derler ki: Emevî hükümdarlarından Hişam bin Abdülmelik devrinde Şam civârında üç sene kuraklıktan ekin olmamış; çöldeki bedevîler can kaydına düşmüş. Her çadır bir mezar hâlini almış, altında iskelet şekline girmiş birkaç canlı cenaze uzanmış. Bu âfetin sürüp gittiğini gören kabile şeyhleri bir köyde toplanmışlar ve şöyle konuşmuşlardır: «– Mâdemki bu halkın şeyhleri ve reisleriyiz, kalkın Hişâm'a gidelim ve lûtfuna iltica edelim. Halife'miz, hâlimizi bilse merhamet etmek ihtimali vardır. Ak sakallı bir bölük ihtiyar, bulundukları hâli Emîr'e anlatır da o, halkı merhamete lâyık görmez mi? Sultansa da taştan bir insan değil ya.»

<p>375</p>

Buna karar verilince bazıları: «– Aramızda Dirvâs da bulunsun. Daha çocuktur amma ondaki talakat kimsede yoktur.» derler. Dirvâs da şeyhler heyetine katılır.

<p>376</p>

Bu heyet Şam'a girince: «– Beş on kabile şeyhi geldi» diye Hişâm'a haber verirler. O da: «– Şimdi saraya gelsinler» emrini verir.

<p>377</p>

Heyetle beraber çocuk da huzura girer. Evvelâ dua eder, sonra söze başlayacak olur.

<p>378</p>

Lâkin ak sakallı ihtiyarlar dururken bir çocuğun söz söylemesi hükümdara garip gelir. «– Çocuk sen sus! Büyükler dururken çocuk söz söyler mi?» diye onu tekdir eder. Dirvâs da: «– Bu tekdir neden icabetti, yaş, zekâ mikyası mıdır? Sen Dirvâs'ı çocuk mu sanıyorsun? Bir kere dinle de beğenmezsen sustur» cevabını verdikten sonra sözüne devâm eder ve der ki:

<p>379</p>

«– Üç yıl süren kuraklar ve sıcaklar, bizi de kavurdu ve yaktı. Binlerce çadır kapandı. Çöl mahşer hâlini aldı. Evvelce şehirdekileri besleyen kabileler halkı köy köy dolaşıp dileniyorlar. Hâtem-i Tâî gibilere cömertlik gösteren Urban, bugün bir ekmek parasına can veriyor. Çıplakları giydiren de bugün çıplaktır; kadın ve erkek gömleksizdir.

<p>380</p>

«Açlık, ölümün yardımcısı oldu. Çöl baştan başa cansız cesetlerle dolmuştur. Her tarafta açlık feryadı geliyor, fakat bir taraftan yardım sadası işitilmiyor. Gençler ihtiyarlara, ihtiyarlar ise seyyar mezara döndü. Analarda bir damla süt yok ki evlâdını emzirsin de uyutsun. Gâliba Cenabı Hak bize gazap etti ki çöl halkı üç senedir yandığı hâlde gökten bir damla su inmiyor. Dualarımız neticesinde yağmur yağmak değil, kırağı bile düşmüyor. Onun için sana ilticaya ve hakkımızda merhametini ricaya geldik. Ey âdil Emîr; sendeki haşmet ve debdebenin çok fazla olduğunu görüyoruz. Biz ise aç ve çıplak bir alay sefiliz. Demek ki bir yanda pek fazla bir servet var, öbür yanda ise hiçbir şey yok. O hâlde biraz denkleşmek lâzım. Sen bu serveti nereden buldun? Bunlar halkın mı? Halik’ın mı, senin mi?