Скачать книгу

kuşlara okları yağdırmaya başladılar. Hiçbir akbaba canlı bırakılmadı, hepsi atılan oklar ile öldürüldü. Emir kendisine verilen görevi harfiyen yerine getirmiş, arça dallarından büyükçe bir ateş yaktırarak akbabaların, bayağı kuzgunların ve develerden kalan parçalarını bu ateşte yaktırmıştı. Bu leşlerin yanmasıyla oluşan kapkara dumanlar her tarafı kapladı. Sonunda leşler kül haline geldi. Fakat uzunca bir süre etrafa yanık et kokusu yayıldı. Emir uzun bir süredir yanında taşıdığı kırmızı torbayı koynundan çıkarıp gizlice okumaya başladı. “Torbada Cengiz Han’ın son sözü, Emir’im, diye başlıyordu. Emir, bunu okur okumaz gözleri yaşardı. Hatta gözlerinden yere damlayan gözyaşlarını kendi bile hissetmedi…

      Cengiz Han’ı hayattayken onu ismi ile çağırmak ölüme kapı açmakla denkti. Onun ismini söylerken yer titriyor, rüzgâr esiyor, seller akıyor, dağlar devriliyor, gökyüzü yırtılıyor, yıldırım çarpıyor gibi oluyordu. Şimdi ise Cengiz Han uzun bir uykuda idi. Emir, başından geçenleri hatırlayıp Cengiz Han’ın boş ve manasız bir hayat yaşadığını düşünüyordu. Kırmızı torbadaki yazıyı okumaya devam etti…

      “Emirim! Ben bu yalan dünyayı bırakıp ebedi bir dünyaya gidiyorum. Söylediğim her şeyi yapacağına inanıyorum. Şimdi dikkatini dağıtmadan torbadaki yazıları oku. Her işi dikkatle yap. Bugün gece yola çıkacaksınız. Arkanızdan hiçbir canavar çıkmayacak. Akbabaların yuvası, ceviz ağacı, gökte uçan kuşlar da çıkmayacak…

      Şu an sen varsın. Bir de yedi celladın var. Hatırlıyor musun? Sana verdiğim sözüm vardı. Tahtımı, bütün hazinemi, malımı mülkümü, askerlerimi, Moğol bayrağıyla işgal ettiğim yerleri, hatta yatağıma almadığım kadınları mı da sana bırakacaktım. Her yıl mezarımı ziyaret edip bana dua etmeni rica ediyorum. Sakın buraya senden başka kimse gelmesin. Ben rahat uyumak istiyorum. Şimdi sana bu mektuptaki yazıları anlatayım. Gece yola çıkacaksın. Yanında cellatların olsun. Arkanda da güvendiğin bir cellat, güvendiğin cellat kendi önündeki cellatları öldürerek yürümeye devam etsin. Bu işi kimse görmesin. Dönüş yolunda birbirinizden fazla uzaklaşmayın. Sen cellatlarının önünde bir deve ile yola devam et. Yedi gece, yedi gün sonra güvendiğin cellat ile Saraya yedi kilometre kala buluşmalısın. Saraya yedi kilometre kala bir nehir göreceksin işte cellat ile bu nehrin kıyısında görüşeceksin… Emir’im cellada buraya kadar bizi getiren atları öldürmemiz gerek diyeceksin ve hemen oracıkta atını boğazlayıp leşini nehre atacaksın. Cellat da kendi atına aynı şeyi yapacak. İki ırmağın birleştiği yerde bana ibadet edip, ruhuma tapındıktan sonra maalesef son yol arkadaşını da hançerleyerek öldürmelisin. Emir’im yavrusunu boğazladığın deveyi de öldürüp suya atmanı istiyorum. Bu hayvan olmadan da mezarımı bulabilirsin. Bir hayvan bile olsa sana şahit tutmak istemiyorum. Sen iyi bir insansın. Sonra nehrin kıyısında benim ruhuma dua edeceksin. Benim mezarımı senden başka kimse bilmemeli. Senin de mezarımın yerini başka birisine söylemeyeceğine inanıyorum… Yedinci günün sonunda yaya olarak Han Saraya varacaksın, senin saraya vardığın sırada herkes uykuda olacak… Han Sarayı’na girdiğin zaman, duvarda asılı bulunan sabadaki kımızı sonuna kadar içeceksin… Sabanın içinde küçük bir deri üzerine işlenmiş sana bıraktığım vasiyeti bulacaksın. Vasiyeti okuduktan sonra halkı toplayıp vasiyetimi onlara da duyuracaksın. Böylece devleti yönetmeye başlayacaksın. Benim senden ricam oğullarıma inanma ve karılarımı Han Sarayı’na yaklaştırma… Adaleti gözeten bir kağan ol ve halkımı koru, diyerek kızıl bir deri üzerine işlenmiş vasiyeti okuyup bitirdi Emir…

      Cengiz Han’ın söylediklerini yerine getirmek için Emir ilk olarak en sadık hizmetçisine yapması gerekenleri bir bir anlattı. Koynundan bir kese altın çıkardı ve hizmetçisinin koynuna soktu. Bu onun susması içindi. Bu grup akşam olunca atlarının başlarını çevirdiler… Önlerinde Emir, diğer bir tarafta cellatlar birbirlerini uzak ara takip ederek gidiyorlardı… En arkada bulunan Emir’in muhafızı yedi gün yedi gece sürecek olan dönüş yolunda adamların başlarını bir bir kesiyordu… Sonunda iki nehrin birleştiği yerde emirle son cellat buluştular, önce bineklerini öldürdüler ve onları nehre attılar… İkisi birlikte Cengiz Han’ın ruhuna tapındıktan sonra saraya doğru yürüdükleri sırada emir celladın yüreğine hançerini sapladı ve onu da öldürdü. Cengiz Han’ın vasiyeti böyleydi.

      Kendisinden başka hiç kimse kalmayınca Emir şafak sökmeden Han Sarayı’na geldi… Etraf henüz sessizdi… Han Sarayı’nın içine girdiğinde Emir’in gözüne ortadaki saba göründü… Uzun bir yolculuktan sonra Emir yorulmuştu. Sabadaki kımızı nefes bile almadan içtiği sırada eline deri çuval ilişti… Çuvalı aceleyle açtı. Bu sırada içi yandı, gözleri karardı ayakta duramadı. Yerler göçüyormuş gibi hissetti. Emir korku içinde deri çuvaldaki kâğıdı çıkarıp okumaya çalıştığında gözleri kapandı… Sabadaki kımızın zehirli olduğunu yere kapaklandığında anladı, damaktan alınan zehrin tesiri ile damarlarından kanının çekildiğini ve nefesinin kesilmeye başladığını hissetti. Ayaklarının altından yer kaydı. Öyle olsa da son kez şamar gibi kâğıdı açtı… Açtığında gözleri yerinden fırlayacakmış gibi oldu… Gözleri karardı, kâğıttaki yazılar görünmüyordu. Kirpiği kirpiğine yapışsa bile kâğıttaki yazıyı okumaya çalışıyordu.

      Kâğıdın üzerinde kurumuş bir kan lekesi ve onun ölümü sırasında acısını çoğaltan ve gözündeki ferini kaçıran sözler yazılıydı… İçtiği kımız ile zehirlenen Emir, çuvaldaki yazıların ve elindeki yazının Cengiz Han’ın el yazısı olduğunu ve bu yazıların birbirinden farklı olmadığını anladı. Emirim! “Bunun için gelip, bunun için gidiyorum…” Bu kısa yazıyı zar zor okumaya yetişen Emir, Han’ın eliyle vurulmuş gibi oldu. Cengiz Han’ın son sözü zehirden de acı geldi… Bütün damarlarındaki kan çekildi, gözleri yukarıya kaydı ve ağzı yarı açık acılar içerisinde gözlerini kapatmadan bu dünyayı terk etti… Ama Cengiz Han’ın söylediği her şeyi harfiyen yerine getirdiği için alnı ak bir şekilde ölmüştü. Bunun için gelip, bunun için gidiyorum…” Bu sözün gerçek manası neydi? Niye o avuç gibi bu kâğıda kurumuş olan kanı ve şimdi bile anlamsız olan sözü bıraktı. Bu kâğıttaki kurumuş kan lekesi Cengiz Han’ın boynuna yılanı saran, soyunu kuruttuğu Tungut Han’ın kızının kızlık kanıydı. Cengiz Han’ın o gece kızın ağlaması, hiddetle seni öldürmeye geldim demesi hoşuna gitmişti. Sevişme tecrübesi olmayan ve yatakta yatan güzel bir kız gördüğü zaman döşeğinin değer kazandığını düşünürdü. Birçok kadınla yatıp kalkan Cengiz Han için kadınların birbirinden hiçbir farkı kalmamıştı. Tungut Han’ın kızı Cengiz Han’da sevişme isteği uyandırmış ve kız Ulu Han’a olan nefretini öfkeli bir şekilde ifade ettiğinde Cengiz Han’ın kıza kanı kaynamış ve ona olan arzusu çoğalmıştı. Bu iğde gibi kokan Tungut Han’ın kızı yok olmak üzere olan hislerine gül tohumu ekmiş gibi onu güçlendirmişti… Kadınlardan soğuyan Cengiz Han, bu kızla birlikte olma duygusu ile kalbi hızlı hızlı çarpıyor hem genç hem de güzel kızın koynundayken kendini çok huzurlu hissediyordu… Yüreğine hava sığmayıp, dudaklarından öptüğünde… O kızın gözlerinden damlayan yaşın tuzlu tadını tatmıştı… Güzel Tungut Han’ın kızının yüreğinde ise sadece Cengiz Han’a olan nefret vardı… Yaşlansa bile kızın dudağından öpen ve belini sıkıca kavrayan Cengiz Han’ın gücü hâlâ vardı. Cengiz Han’ın beyninde koynuna aldığı kızın beynindeki düşüncelerden farklı düşünceler vardı… Cengiz Han soğuk bir yılanın zehirli dişinin bedenine geçtiğini hissetmemiş ama zehrin verdiği acıyla bağırmıştı… Bu, onu acı ile kıvrandıran yılanın dişleriydi… Üzerindeki örtüyü fırlatıp elinde yılan tutan Tungut Han’n kızının saçlarından tutarak onu koynundan attı. Yılanın kuyruğunu tuttu ve dişlerini boynundan

Скачать книгу