ТОП просматриваемых книг сайта:
Cengiz Han'ı Aramak. Анонимный автор
Читать онлайн.Название Cengiz Han'ı Aramak
Год выпуска 0
isbn 978-625-6981-81-2
Автор произведения Анонимный автор
Издательство Elips Kitap
“Emir’im, bu siyah torbaya yapmanı istediğim pek çok görev yazdım. Onları dikkatle okuyup içindeki görevlerin hepsini teker teker yapacaksın. Bu arada kahverengi torbadaki yazıyı ateşe attın mı? (Emir bu sözü okuyunca korkmuş gibi kahverengi kâğıdı çakmak taşıyla yakıverdi.) Şimdi ise her bir kelimeyi dikkatle oku, Emiri’m. Siz iki dağın ortasında yetişmiş yüksek arçaya vardınız. Bu arçanın bin yıllık geçmişi vardır. Siz buraya benim cesedimi gömeceksiniz. Emir’im, biliyorsun cesedim yerde ebedi kalacak. Arçanın kökü ne kadar derinse mezarımı o kadar derin, ne kadar yaygınsa mezarımı da o kadar geniş kazacaksınız… Bu işi yazın Akşam yıldızı sönene kadar yapacaksınız. Mezar kazarken kimse ses çıkarmasın. Atlar kişnemesin, develer bozlamasın. Onları mezardan biraz uzak tutun, rahatsız etmesinler… Kazılan mezarın toprağını bir kenara toplayın, kesilen arçaya durmadan su koyun. Arça ağacının gövdesi kurumasın. Kazma işini bitirdikten sonra özellikle bu isteklerime dikkat et, Emir’im. Gökte Süreyya yıldızı sönene kadar kırk askerin kırkıncısını kurban edeceksin. Onun kanını mezarın en dibine saçacaksın. Sonra kesilmiş arçanın aşağıdan yukarıya doğru sayıldığında yedinci dalını, yukarıdan aşağı tarafa sayıldığında yedinci dalını keseceksin. Benim ervahımı çağırıp Tanrı’ya tövbe edecek o arçanın dallarını ateşte yakacak, külünü mezarın dibindeki kırkıncı askerin kanına saçacaksınız. Ondan sonra kurban olan askerin cesedini büyük saygıyla benim mezarımın yanına gömeceksiniz. Askere Han giysimi giydirteceksiniz. Başı güney tarafta, ayakları ise batı tarafta olsun. Öbür dünyada melekler doğudan ve batıdan gelir, sorguya çekmeye başlar. Bu sürede benim ervahımın yerine o askerin ervahını koyarsınız. Böylece meleklerden de kurtulmuş oluruz. Askerin mezarına bir atın büyüklüğünce toprak atın. Sonra kesilen arçanın dallarından bana bir taht yapın. Bir de üzerime ve üstüme kesilen arçanın dallarını koyun. Cesedimin hiçbir yeri gözükmesin. Oturmuş şekilde yüzümü batıya çevirmenizi istiyorum. Diriyken gidemediğim batıya öte dünyada boyun eğdireceğim. Üstüme âlimin kürkünü giydirin. Öbür dünyada şeytanlar bilginin kürküne bile yaklaşamazlar. Beni gömmeden önce bir elime kan, bir elime bal sürün. Ervahıma tövbe edin, gökyüzünden Süreyya yıldızı sönünce önce gözüme sonra mezarıma toprak koyun… Toprak tepeme kadar olunca deve ile gelen yedi sandık altın, inci, kuyum eşyalarını üstüme saçın. Mezar Padişahı beyaz yılan bu serveti koruyacak… Yani benim cesedimi intikam alacak olanlardan koruyacak… Emirim, kalan otuz dokuz askeri mezarın etrafına dizip her birinin gözünü siyah paçavra ile bağla. Süreyya yıldızı söner sönmez ona bakarak ruhuma tövbe et. Yıldız sönünce cesedimi hiçbir melek bulamaz. Sonra ruhumu çağırın, cesedimi ondan ayırın. Ne zaman ki uzaklardan atların ürküp develerin bozlama sesleri gelmeye başlarsa ve gökyüzünde bir leylek sesi duyulursa anla ki artık ruhum cesedimden ayrıldı… Ama bunu kimse görmemeli, Emir’im. Ve sen de… Ruhumu gökyüzüne yolladıktan sonra yedi cellat ile benim mezarıma tövbe edeceksin. Onlar ervahımla ilgilenen otuz dokuz askeri mezarıma itmeye başlayacak. İşi bitirdikten sonra yedi cellat onların üstüne insan boyu kadar toprak atsın ve onları gömsün. Daha sonra buraya kırk atı getirin. Onları da mezarın üstüne atın. Sonra mezarın üstüne bucak bucak taşlar dizin. Su ve yağmur girmemesi için üstümü beyaz toprakla kapatın. Sonunda kendi ellerin ile devenin yavrusunu annesine göstermeden kesiver. Ve onun kanını mezara dök. Sonra deveyi buraya getireceksin. Çünkü deve kendi yavrusunun burada öldüğünü, kanının yere döküldüğünü bilsin, ölen yavrusunun kanı burnunda tütsün. Sen bir yıl sonra deveye binip buraya geleceksin. Benim ervahıma dua edeceksin. Beni gömdüğün yerde güneş doğana kadar develere yeri çiğnet ki mezarım dümdüz olsun… Develer oraya buraya yürüyünce yürüdükleri alanın üstüne su serpeceksin. Onlar şafak sökene kadar mezarın üstünü çiğneyecekler. Bir yeri bin kere çiğneyen develerin hepsinin başı dönüp gözleri kararmaya başlar. Bu esnada hepsi işeyecekler. Bu iyi. Çünkü devenin işediği yere sürüngenler, sıçanlar, fareler yuva yapamaz… Develer çiğnettiğin yeri düzledikten sonra yedi cellat yavrusu olan devenin haricinde her şeyi oklarıyla öldürsünler. Sağ bıraktıkları deve ile bir yıl geçtikten sonra mezarımı ziyaret edeceğini biliyorsun. Aradan bir yıl geçse bile deve burnunda tüten yavrusunun kokusunu rahatlıkla bulacaktır. Ölen develerin etini uzaktan gelen akbaba ve kuzgunlar yemeye başladığında siz onları gizlice takip edin. Develerin etini yiyip bitirdikten sonra yırtıcı kuşların hepsini öldürün. Sonra develerin, akbabaların ve kuzgunların cesetlerini büyükçe bir ateşte yakın… Emir’im, siyah torbadaki yazının hacmi geniştir. Buradaki görevleri yerine getirmek senin boynunun borcudur. Sana verdiğim görevleri bitirdiğin zaman kırmızı torbayı açacaksın. Böylece diğer görevlerini de öğreneceksin, Emir’im. Tanrı seni esirgesin! Siyah torbadaki yazı böylece sona ermişti…
Geceleyin, şafak sökene kadar Emir siyah torbadaki görevlerin hepsini yerine getirdi… Ulu Cengiz Han soğuk toprağın altında ebedi uykuya dalmıştı…
Mezar kazılmaya başlandı. Topraklar dışarı atılıyordu. Emir otuz dokuz askeri mezarın etrafına dizdi, gözlerini siyah bez ile bağladı. Sonra Yüce Tanrı’ya tövbe edip deve yavrusunun derisinden yapılmış “def”e vurdu. Emir terlemeye başladı. Defin sesi yükseldikçe yer titriyormuş gibi oluyordu. Emir bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturuyor, Şaman gibi kötü bir ruh haline bürünüyordu. Ses yükselince etraftaki askerlerin kalpleri titredi ve onlar da Şamanlar gibi tuhaf hareketlerle ayine katıldılar. Emir çöküyor ve yeri dinliyor, sonra kalkıyor göğü dinliyordu. Ayinde söyledikleriyle etrafındaki askerleri yılan gibi zehirlemiş ve onları hipnoz etmiş gibi etkisi altına almıştı… Tanrı’ya dua etti. Bu sırada göğsünü yumrukluyor ve bağırıyordu: “Yüce Tanrım! Sen bizi yanına al! Makamına yükselt bizleri de! Yanına al!” Askerleri cinler çarpmış gibiydi ve tamamı Emir’in sözlerini bağırarak tekrarlıyorlardı. Onlar da gökyüzüne bakıyor, ellerini havaya kaldırarak avazları çıktığı kadar bağırarak Emir’in kelimelerini tekrar ediyorlardı:
– Yanına al bizi de! Yanına al bizi de! Yanına al! Muhafızların sesi kapkara bir güç haline döndü ve etrafı gürültüyle inletti. Onlar Cengiz Han’ın mezarına kendi istekleriyle atlıyor ve seve seve can veriyorlardı. Fakat onlar kendi istekleriyle atlamamalıydı mezara, bizzat onları mezara Emir atmalıydı… Emir yedi deve ve cellatları ile Cengiz Han’ın mezarını düzledi. Artık yer dümdüz olmuştu. Emir gökyüzüne baktı. Etraf çok sessizdi. Gökyüzünde ne bir bulut ne de uçan kuşlar vardı…
Cengiz Han’ın mezarına kurban olan kırkıncı muhafızı attılar. Sonra arçadan taht yaptılar ve mezara tahtı yerleştirdiler. Tahtın üzerine de Cengiz Han’ı oturttular. Ayrıca mezarın üstüne yedi sandık altın, gümüş, inci, değerli taşlar atıldı. Bu servete yerin Padişahı beyaz yılan sahiplik yapmaya başladı. Yani hazineyi çalacak olanlardan, Cengiz Han’ın cesedini rahatsız edecek olanlardan korumaya başladı. Artık beyaz yılan mezara yerleşmişti. Emir, kimsenin bilmediği, görmediği bu garip yeri Cengiz Han’ın nasıl bulduğuna çok şaşırdı. Bu ona gizemli bir olay gibi geldi. Cengiz Han’ın isteklerinin tümünü yapmış olmak Emir’in kendisini bir kuş gibi hafif hissetmesini sağladı. Yavru deveyi annesinin üzerinde kesti. Anne deve çıldırmışçasına bir o tarafa bir bu tarafa koşturdu. Devenin ağzından beyaz salyalar, gözlerinden yaşlar akıyordu. Deve bozlayıp iki hörgücünü silkeliyor, uzun ayaklarıyla yeri dövüyordu. Az önce yavrucağı annesinin yanında oynuyordu. Annesi onun parlayan gözlerine bakarak ne kadar da mutlu oluyordu. Şimdi ise yavrusunun kanının yere döküldüğünü görünce bu acıya kalbi dayanmıyor ve sızım sızım sızlıyordu. Emir acıklı anne deveye aldırış etmeden onun yavrusunun kanını mezara akıtıyordu. Yedi cellat, deveyi mezarın etrafından uzaklaştırmaya