Скачать книгу

itle>

      Teşekkür

      Sondan başa doğru saymak gerekirse…

      BIR TATLI SU CUMHURIYETÇISI VE ONUN GEÇMISE YOLCULUGU. 2023-1938

      Tecrübesizliğim nedeniyle sorularımla bunaltmama rağmen bana karşı nezaket, sabır, inanç ve güler yüzlerini hiçbir zaman kaybetmeyen başta Hülya Şat ve Aykut Tanrıkulu olmak üzere yayınevindeki tüm destekçilerime ve bu güzel insanlarla tanışmama vesile olup samimiyetini benden eksik etmeyen Tolga Gümüşay’a…

      Romanın yazılma süreci içinde okuduğum araştırma, anı yazısı ve tarihsel dokümanlardaki kıymetli bilgilerin bizlerle buluşmasını sağlayan ve kitaplarını kaynak olarak kullandığım başta Orhan Çekiç hocam olmak üzere tüm saygıdeğer araştırmacılara, Atatürkçü düşünürlere ve cumhuriyet savunucularına…

      Kafamın içindeki hayalleri sayfalarla buluştururken koşullar ne olursa olsun küçücük yaşına rağmen bana her zaman destek çıkan ve karmaşıklıklar çıkmazındayken çoğu zaman benden daha olgun davranan oğlum Rüzgâr Kemal Karaağaç’a…

      Ayrıca bu kitabın yazılmasına ilham veren, savunduğu ideoloji fark etmeksizin sorgulayan-okuyan-araştıran-geliştiren-taş üstüne taş koyan herkese romanımın okurları huzurunda teşekkür ederim.

Alper Karaağaç

      Bu romandaki karakterlerin ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla hiçbir ilgisi yoktur…

      … belki de vardır.

      1

      Çapaklanmış gözlerimi zor da olsa açtığımda bir tren garında olduğumu anladım. Rayların kenarında boylu boyunca uzanmış yatıyordum. Kurumuş ve şişmiş parmaklarımla gözlerimdeki çapakları temizledim. Görüntülerin bulanıklığı yavaş yavaş geçerken etrafımdaki insanların bana utanç dolu bakışlarını gördüm. Bir gar görevlisi “kalk çabuk” der gibi el işaretleri yapıyordu bana uzaktan. Biraz toparlanmaya çalışıp sırtımı taş duvara yasladım. Hava zaten sıcak, ağzım dilim kurumuş, bir an önce su içmem gerekiyordu. Üstüm başım toz içinde, kendimden tiksiniyordum, dahası yorgun ve bitkin bir haldeydim. Dün geceyi nasıl bitirdiğimizi hatırlamıyorum bile. Son hatırladığım şey, bizim çocuklarla şu meyhanede bir güzel içiyorduk. Ama ben bunu ödetirim onlara! Adamı sarhoş halde, yalnız başına tren garında bırakmak neymiş görecek onlar… Herifler dost değil oksijen zayiatı sanki! Hata bende, yaralı parmağa işedikleri nerede görülmüş? Çok da çişim var, karnım patlayacak birazdan.

      Ağır ağır doğrularak kalktım ve tuvalete doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Bir yandan da etrafa bakıyordum gözucuyla, Haydarpaşa’ydı burası… İyi ama bu kalabalık da nereden çıktı? Tren seferleri henüz başlamamıştı ki. Bu insanlar nereden gelip nereye gidiyorlar anlamış değilim. Etrafta bir türlü çözemediğim garip bir hava vardı. Başım da zonkluyor zaten. Kapıyı aceleyle açıp işimi görmek için tuvalete hücum ettim. Acele edeyim derken yerdeki ıslaklığı görmemişim, ufaktan da olsa bir düşme tehlikesi yaşadım ama hemen sonra toparladım. Bu ani hareket, vücudumda ufak çaplı bir şok etkisi yarattı.

      Hep söylemişimdir, “Dünyanın en güzel manzaralı tuvaleti Haydarpaşa’dadır,” diye. İşimi ayakta görürken yüzümde rahatlamanın verdiği dinginlikle bir yandan Kadıköy’ün o eşsiz vapur trafiğindeydi gözüm. Çok değişik gözüküyordu her yer, deniz bile görmeye alıştığım gibi değildi. Beyaz boyaları soyulmuş tuvalet penceresinden dışarıya sarkıp etrafta olup biteni anlamaya çalıştım. İnsanların kıyafetleri, vapurlar, balıkçı tekneleri… Bambaşka gözüküyordu her şey. Doğma büyüme Kadıköylüydüm. Bu yüzden şu kısa sürede yaşadıklarımın bana bu kadar yabancı gelmesi şaşırtmıştı beni. Olacak gibi değildi, bu muammaları ufak bir tuvalet penceresinden çözemeyeceğimi anlayıp kendimi hemen dışarı attım.

      Öğle vakti olmasına rağmen garın o masalsı loş havası benim için işi daha da dramatikleştiriyordu. Etrafımda, yüzlerinde bir yabancılık sezdiğim insanlar dolaşıyordu. Kulak kabarttığım kadarıyla konuşmaları da bir garipti ama asıl kıyafetleri bana tamamen yabancıydı. Herkes son derece şık giyimliydi. Ceketler, şapkalar, bastonlar, cep saatleri havada uçuşuyordu. Moda dergisinden fırlamış gibiydi herkes. Dönem dizisi çekiyorlar herhalde diye düşündüm ama etrafta set ekibi filan da yoktu. Bir süreliğine büyülenmiş bir şekilde etrafta şaşkın şaşkın dolandım.

      Tam Instalık mekândı burası. Bir hikâye koyma vakti çoktan gelmişti, filtreye bile gerek yoktu hatta. Telefonumu almak için elimi cebime attım. Kahretsin! Telefonum yoktu. Cüzdanım… onu da bulamıyordum. Uyandığım yeri ve hatta bütün istasyonu aradım ama ikisi de yoktu işte! Şimdi taşlar yerine oturuyordu, gasp edilmiştim. Cüzdan neyse de olan telefona oldu. Üstelik iki üç aydır yedek de almıyordum. Hesaplar, yazışmalar, fotoğraflar… Hepsi gitti! Babam oyacak beni akşam. Telefonu bulamazdım ama cüzdan için en iyisi bir an önce karakola gitmeliydim. İçindeki paraları aldıktan sonra gerisi kimsenin bir işine yaramazdı nasıl olsa.

      Ben kafamda bu hesapları yaparken bir insan güruhunun trenden indiğini ve deniz tarafına açılan kapılara doğru yürüdüğünü gördüm. Kapıların üstündeki vitraylardan yansıyan rengârenk ışıklar gözlerimi kamaştırıyordu. Kalabalığın çıkması için açılan kapıların ardından içeri dolan iyot kokulu havayı ciğerlerimin en derinine kadar çektim. Denizden gelen yosun kokusu tüm bedenimi sarmış ve çocukluğumda kıçımın arasına kaçan kumları hatırlatmıştı bana. Ortamın havası bile farklıydı sanki ve bu atmosfer başımı döndürüyordu. Kalabalığı izleyerek kapıdan dışarı çıktığımda Marmara’nın o güzel mavisini gördüm. Su şıkır şıkırdı ve göz kamaştırıyordu. Muhteşem bir bahar havası vardı ve herkes, her şey bu havaya ayak uydurmuştu. Martıların gülüşleri bile tam olması gerektiği gibiydi. Bir tiyatro sahnesindeydim sanki… Denize ağ atan balıkçılar ve onların yancısı martılar, bankta oturmuş birbirine kur yapan sevgililer, gazete dağıtan çocuklar…

      Gazetelerin neslinin tükendiğini düşünürken bir de bunlar çıkmıştı şimdi. Yeni trend bu herhalde, diye düşündüm, neticede bir şeyin satması için ne gerekiyorsa yapılmalıydı. Gazeteci çocuklardan birini çevirmeye çalıştım ama herkes az önce trenden inen grupla ilgileniyor, alkış kıyamet, yer yerinden oynuyordu. Gazetecilerin flaşları patlıyor, halk çılgınca tezahürat yapıyordu. Bu kişilerin kim olduğunu anlamak için yaklaşmaya çalıştıysam da bir şekilde oraya dahil olamadım. Ya görevliler yaklaşmama engel oluyor ya da etraftaki kalabalık bu paspal halimle arasına almıyordu beni. Yabancı bir müzik grubu olduğunu düşündüysem de giydikleri kıyafetler bu düşünceme engel oldu, çok klasiklerdi. Uzaktan gördüğüm kadarıyla üstünde “Acar” yazan bir tekneye binip uzaklaştılar. Öğrenmek için birkaç kişiye sormaya yeltendim ama kimse yüzüme bakmaya bile tenezzül etmedi.

      Grup oradan ayrılınca ortalık nispeten sakinleşti ve herkes işine gücüne geri döndü. Ben de bu fırsattan istifade ederek en sonunda gazeteci çocuklardan birini durdurmayı başardım ve bir gazete istedim. Tipimi ve tavrımı beğenmemiş olacaktı ki yaşına başına bakmadan beni tepeden tırnağa iyice bir süzdü. Sonra koltuğunun altında duran ve keten bir iple bağlanmış gazete tomarının içinden bir tanesini çekti ve bana uzattı. Diğer eliyle de avucunu açtı, “Beş kuruş,” deyip parasını istedi. Yıllardır gazete almamıştım ve hatta okumamıştım bile. Hemen gazeteye göz gezdirmek istediysem de çocuk hiç aralık vermeden, “Abi beş kuruş,” diye yineledi. Kuruş mu kaldı, diye düşünürken ceplerimi karıştırmaya başladım ama sonra cüzdanımı kaybettiğimi hatırladım ve bir dudak bükümüyle çocuğa derdimi anlatmaya çalıştım. Başını iki yana salladı ve gazeteyi elimden usulca çekip tomarına geri koydu. O esnada dikkatimi bir şey çekti. Gazete, bugünün gazetelerine hiç benzemiyordu. Resimlerden anlayabiliyordum bunu. Siyah beyaz ve kalitesiz resimlerdi. Bunun da yeni bir trend olduğunu düşündüm ama sonra dayanamayıp sordum.

      “Bu gazete bugünün mü?”

      “Yok abi, iki gün sonrasının!” diye dalga geçti benimle namussuz.

      “Ver bakayım bir daha.”

      Gayet gıcık bir şekilde omuzlarını kaldırarak, “Vermem,” dedi. O sırada yanımızdan geçen biri, bu acınası konuşmayı duymuş olacaktı ki son derece artistik bir hareketle elindeki gazeteyi göğsüme yapıştırdı ve yoluna devam etti. Adam o kadar

Скачать книгу