Скачать книгу

de Koloça ve Voyna ırmaklarının birleştiği yerde, Borodino’daydı. Savaşın nasıl gerçekleştiğini unutup Borodino Ovası’na göz atan bir kimse, Koloça Irmağı’nın koruması altında bulunan bu mevzinin, Smolensk yolu boyunca Moskova’ya ilerleyen düşmanı durdurmak amacını güden bir ordu için besbelli bir mevzi olduğunu hemen görür.

      Napolyon ayın 24’ünde Valuyevno’ya hareket ederek -tarihler yazdığı gibi- Utitsa’dan, Borodino’ya doğru olan Rus mevzisini görmedi -bunu göremezdi çünkü böyle bir şey yoktu- Rus ordusunun ileri karakolunu da görmedi ve Rus artçılarını izlerken mevzinin sol kanadıyla, yani Şevardino Tabyası’yla karşılaştı. Rusların beklemediği bir anda da orduyu Koloça’dan geçirdi. Bunun üzerine Ruslar, meydan savaşına girişmeye zaman bulamadan tutmaya karar verdikleri mevziden sol kanatlarını çektiler; önceden belirlenmemiş ve tahkim edilmemiş bir mevziyi tuttular. Napolyon, ırmağın ve yolun soluna geçince yapılacak savaşı Rusların sağ yanından sol yanına geçirdi; Utitsa Semyonovsko ve Borodino arasındaki alana -mevzi olarak Rusya’nın herhangi bir yerinden daha elverişli hiçbir yanı olmayan bir yere- aktarmış oldu. Ayın 26’sında da bütün savaş bu alanda gerçekleşti. Tasarlanan ve gerçekleşen savaşın planı kabaca şöyleydi:

      Napolyon, 24 Ağustos akşamı Koloça’ya varmasaydı ve derhâl saldırma emri vermeyip tabyaya ertesi sabah saldırsaydı, şüphesiz, Şevardino Tabyası mevzimizin sol kanadı olacaktı. Savaş beklediğimiz gibi gerçekleşir ve bu durumda sol kanadımızı, Şevardino Tabyası’nı daha iyi savunurduk herhâlde. Merkezden ya da sağdan Napolyon’a saldırabilirdik. Ve ayın 24’ünde, önceden belirlenmiş ve tahkim edilmiş bir mevzide meydan savaşı olurdu. Ama sol kanadımıza, artçılarımızın çekilişinden yani Giridniyevo çarpışmalarından hemen sonra saldırıldığına ve Rus komutanları 24 akşamı meydan savaşını kabul etmek istemediklerine ya da buna vakit bulamadıklarına göre, Borodino Savaşı’nın ilk ve en önemli evresi, daha ayın 24’ünde kaybedilmiş ve ayın 26’sında verilen savaşın kaybedilmesine yol açmıştı.

      Şevardino Tabyası elden çıkınca ayın 25’inde sabaha karşı sol kanatta mevzisiz kaldık ve bu kanadı düzenlemek, rastgele bir yerde hemen tahkim etmek zorunda kaldık.

      26 Ağustos’ta, Rus birliklerinin zayıf ve bitmemiş bir tahkimatla savunulmaları yetmiyormuş gibi Rus komutanlarının gerçekleşmiş olan durumu -sol kanatta mevzinin kaybedilmesi ve yapılacak savaşın mevzinin sağdan sola aktarılması- göz önüne almayarak Novoye’den Utitsa’ya kadar uzanan bir alanda mevzilenmeleri ve bundan ötürü savaş sırasında birlikleri sağdan sola kaydırmaları, durumun elverişsizliğini daha da artırıyordu. Bundan ötürü, savaş boyunca sol kanadımıza saldıran tüm Fransız ordusunu, onun yarısı kadar bir kuvvetle karşılamak zorunda kalmıştık. (Ponyatovski’nin Utitsa’ya, Uvarof’un Fransızların sağ kanadına karşı giriştikleri hareketler, savaşın genel gidişinden bağımsızdı.)

      Böylece Borodino Savaşı, komutanlarımızın hatalarını örtmek isteyen ve dolayısıyla Rus ordusunu da halkını da küçük düşüren tarihçilerin anlattığı gibi gerçekleşmedi. Bu savaş, çok iyi belirlenmiş ve tahkim edilmiş bir yerde ve Fransızlardan biraz daha zayıf Rus kuvvetleriyle verilmedi. Şevardino Tabyası’nın elden çıkmasından sonra Ruslar, Fransızların yarısı kadar bir kuvvetle, açık ve hemen hiç tahkim edilmemiş bir mevzide savaş verdiler. Öyle ki bu durumda, on saat çarpışmak ve savaşı sonuçsuz bırakmak şöyle dursun, orduyu tam bir bozgundan ve kaçıştan üç saat alıkoymak bile imkânsızdı.

      XX

      25 Ağustos sabahı Piyer, Mojaisk’ten ayrıldı. Kentin dışına çıkan dik ve dolambaçlı bayır aşağı yoldan indikten, sağdaki tepede yer alan ve bir ayinin yapıldığı katedralin yanından geçtikten sonra arabadan çıkıp yürümeye başladı. Kilisenin çanları çalıyordu. Arkasından, şarkıcılarıyla bir süvari alayı inmekteydi. Karşısından da bir gün önceki savaşta yaralananlarla dolu bir araba yokuş yukarı tırmanıyordu. Köylü arabacılar atlara sesleniyor, kamçılarıyla vurarak bir yandan öteki yana koşuşuyorlardı. Yaralıların yattığı ya da oturduğu arabalar, kaldırım taşı diye şuraya buraya atılmış taşların üzerinde zıplayarak ilerliyordu. Yaraları bezlerle sarılmış, benizleri sapsarı, dudakları kısılmış, kaşları çatılmış yaralılar; arabanın kenarına tutunarak onunla beraber zıplıyorlar, birbirlerine çarpıyorlar; saf ve çocuksu bir merakla Piyer’in beyaz şapkasına ve yeşil frakına bakıyorlardı.

      Piyer’in arabacısı, yaralıların arabalarına yoldan çekilmeleri için öfkeyle bağırdı. Süvari alayı, şarkılar söyleyerek bayırdan inip Piyer’in arabasına yaklaştı ve yolu kapladı. Piyer, yamacın oyulmasıyla oluşturulmuş yolun kıyısına iyice çekilerek durdu. Dağ yamacının dikliği yüzünden güneş, yolun derinliklerini aydınlatamıyordu; buraları serin ve rutubetliydi. Piyer’in üstünde parlak bir ağustos sabahı vardı ve çan sesleri havada neşeyle yankılanıyordu. Yaralılarla dolu bir araba, Piyer’in yanında, yolun kıyısında durdu. Çarıklı bir arabacı soluyarak koştu, çembersiz arka tekerleklerin altına bir taş koydu ve atının adımını düzeltmeye başladı.

      Arabanın arkasından giden kolu sargılı yaşlı bir yaralı asker sağlam eliyle arabaya tutunup Piyer’e döndü ve sordu:

      “Hemşehrim, burada mı yatıracaklar bizi, yoksa Moskova’ya mı götürecekler, ne dersin?”

      Piyer, soruyu duymayacak kadar dalmıştı. Kimi zaman yaralı kafilesiyle karşılaşan süvari alayına kimi zaman da içinde ikisi oturan biri de yatan üç yaralının bulunduğu talikaya bakıyordu. Oturan askerlerden biri yüzünden yara almış olmalıydı; başının her yanı bezlerle sarılmış, yüzünün bir yanı bir çocuk başı kadar şişmişti. Ağzı ve burnu yüzünün bir yanına kaçmıştı. Katedrale bakarak haç çıkarıyordu. İncecik yüzünde bir damla kan kalmamışa benzeyen genç bir kura eri, suratında donup kalmış bir gülümsemeyle bakıyordu Piyer’e; yüzükoyun yatmış olan üçüncünün yüzü görünmüyordu. Süvari alayının şarkıcıları talikanın yanından Kirpi kafalı yuttu hapı… Yurdundan uzaktasın… diye bir oyun havası söyleyerek geçiyorlardı.

      Yükseklerden, onlara eşlik etmek ister gibi ama bambaşka neşeli bir tonda madenî çan sesleri duyuluyordu. Güneşin ışınları da aydınlıkta pırıl pırıl parlayan karşıki bayırı bir başka neşeye boğuyordu. Ama Piyer’in bulunduğu yer, yani yamacın eteği, yaralıların arabasının yanı ve soluyan atların olduğu yer; rutubetli, loş ve kasvetliydi.

      Yüzü yaralı asker, kızgınlıkla baktı şarkı söyleyen süvarilere.

      “Züppeler!” dedi.

      “Bugün yalnız askerler değil, mujikler de var. Onları da cepheye sürüyorlar, ayırt etmiyorlar şimdi… Bütün halkla yüklenmek isteniyor… Moskova söz konusu. Yapılacak bir tek şey var şimdi.”

      Arabanın arkasında duran ve hüzünle gülümseyen asker, Piyer’e dönerek söylemişti bunları. Sözlerinin açık bir anlam taşımamasına rağmen onun söylemek istediğini anlamıştı Piyer. Başıyla “Evet.” der gibi bir işaret yaptı.

      Yol yeniden açıldı, Piyer bayır aşağı yürüdü ve daha sonra arabayla yoluna devam etti.

      İki tarafına bakıp tanıdık bir yüz arayarak ilerliyor; beyaz şapkasına ve yeşil frakına şaşkın şaşkın bakan, çeşitli sınıflardan tanımadığı askerlerle karşılaşıyordu.

      Aşağı yukarı dört verst yürüdükten sonra ilk tanıdığa rastladı ve neşeyle seslendi ona. Bir ordu başhekimiydi bu; yanında genç bir meslektaşıyla, üstü açık bir binek arabasında Piyer’e doğru yaklaşıyordu. Onu tanıyınca arabacı, yerinde oturan kazağa seslenerek durmasını

Скачать книгу