Скачать книгу

şekli, ağırbaşlı yürüyüşüyle büyük biri gibi görünmeye çalışıyordu. Ama ilerledikçe ve Kremlin’e doğru akın akın gelen insanlara daha fazla ilgi duymaya başladıkça büyüklere özgü ağırbaşlılığı unutuyordu. Kremlin’e daha da yaklaştıklarında, ezilme tehlikesinden kurtulmaya çalışarak dirseklerini sert ve korkutucu bir tavırla iki yana verdi. Ama bu kararlı hâline rağmen Troytski kapısında, hiç şüphesiz onun ne kadar büyük yurtsever duygularla Kremlin’e geldiğini bilmeyen kalabalık; Petya’yı öyle sıkıştırdı ki herkese uymak ve arabalar kemerlerin altından gürleyerek geçerken olduğu yerde durmak zorunda kaldı. Petya’nın yanında bir köylü kadın, bir uşak, iki tacir ve bir emekli asker vardı. Kapı kenarında bir süre durduktan sonra, bütün arabaların geçmesini beklemeyen Pet-ya; öndekileri iteklemeye ve kararlı bir şekilde dirseklerini işletmeye koyuldu. Ama yanında duran ve ilk dirsek darbesini yiyen kadın kızgınlıkla bağırdı:

      “Ne diye itip duruyorsun küçük bey! Herkesin durduğunu görmüyor musun?”

      “Böyle herkes yol açmasını bilir…” dedi uşak.

      Ve dirsek vurmaya başladı. Petya’yı kapının pek kötü kokan bir köşesine iteledi.

      Petya, yüzünü kaplayan teri elleriyle sildi ve büyüklerin taktığına benzeyen sırılsıklam olmuş yakasına çekidüzen vermeye çalıştı.

      İmparator’un karşısına çıkacak bir görünüşü olmadığını hissediyor ve mabeyincilerle karşılaşırsa kendisini, Hükümdar’ın huzuruna bırakmayacaklarından korkuyordu. Ama kalabalık, üstüne başına bir çekidüzen vermesine ve bir başka yere geçmesine imkân tanımıyordu. Önlerinden geçen generallerden biri aile dostuydu. Ondan yardım rica etmek istedi Petya ama bunun erkekliğe aykırı düşeceğini düşündü. Arabaların hepsi geçince kalabalık yeniden akın etti. Petya’yı da halkın her tarafını tuttuğu alana alıp götürdü. Yalnız meydanda değil; ağaçlarda, damlarda da insanlar vardı. Kendini meydanda bulan Petya; Kremlin’i kaplayan çan seslerini, halkın coşkun ve neşeli konuşmalarını duydu birden.

      Bir ara itiş kakış azaldı ve herkes şapkasını çıkardı, sonra hep birlikte ilerlediler. Petya nefes alamayacak kadar sıkışmıştı. Herkes “Hurra! Hurra! Hurra!” diye haykırıyordu. Petya ayak uçları üzerinde dikiliyor, çevresindekilerle itişiyor ama kalabalıktan başka hiçbir şey göremiyordu.

      Bütün yüzlerde aynı heyecan ve duygululuk vardı. Petya’nın yanındaki bir tacir karısı hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

      “Babamız, meleğimiz, babamız!” diye tekrarladı gözlerini silerek.

      Her yandan “Hurra!” sesleri duyuldu yeniden.

      Bir aralık duraklayan kalabalık, yeniden ileri atıldı.

      Ne yaptığını bilmeden dişlerini sıktı Petya, gözlerini fıldır fıldır döndürdü ve dirseklerini işletti. O anda, kendini de herkesi de öldürmeye karar vermiş gibi “Hurra!” diyerek ileri atıldı. Ama aynı anda, yüzleri onunkinden farksız insanlar da “Hurra!” diyerek ileri atıldılar.

      “İşte İmparator bu!” dedi Petya.

      Sonra, Bir başıma ona dilekçe sunmam çok abartılı bir davranış olur! diye düşündü. Ama umutsuzca ileri atılmaktan da geri kalmadı. Önündekilerin omuzları arasından, kırmızı çuha serili bir yolun uzandığı boş bir alan görünüp kayboluyordu. Tam bu sırada, kalabalık geriye doğru dalgalandı. (Ön tarafta, İmparatorluk Alayı’na çok sokulan halkı geriye itiyordu polisler.) Göğsüne korkunç bir darbe yiyen ve sıkıştırılan Petya’nın gözleri karardı ansızın. Kendine geldiğinde ensesinden kırçıl bir tutam saç sarkan mavi cübbeli bir din adamı (bir diyakos yardımcısı olmalı); onu koltuğunun altından bir elle tutuyor, öteki eliyle de kalabalıktan korumaya çalışıyor ve “Ah küçük beyim, sizi ezdiler… Durun biraz, yavaş olun! Ezdiler, ezdiler!” diyordu.

      İmparator, Uspenski Katedrali’ne geçmişti. Kalabalık biraz açılır gibi oldu ve diyakos yardımcısı, Petya’yı topların şahına53 doğru sürükledi. Birkaç kişi genç çocuğa acıdı ve birden herkes çevresinde toplandı, bir kalabalık oluştu. Yakında duranlar yardımına koşuyor, redingotunun düğmelerini çözüyor, onu topun dayanağına oturtuyor ve ezenlere lanetler yağdırıyordu.

      “Neredeyse ezip öldüreceklermiş!”, “Nedir bu?”, “İnsan mı öldürülecek burada!”, “Zavallıcık, mum gibi sararmış!” diye sesler duyuluyordu.

      Çok geçmeden kendine geldi Petya, yüzü gerçek rengini aldı, acısı geçti ve tatsız olay, topun üzerinde bir yer kazanmasına yol açtı. Şimdi buradan İmparator’u, geri dönerken göreceğini umuyordu. Artık dilekçe sunmayı düşünmüyordu Petya. Ah onu bir görebilseydi! Bu bile mutlu olması için yeterdi.

      Uspenski Katedrali’nde, biri İmparator’un gelişi öteki Türklerle yapılan barış için düzenlenen iki şükran ayini sırasında kalabalık biraz dağıldı. Kvas,54 çörek ve Petya’nın canının çok çektiği ayçiçeği satıcıları ortaya çıktılar; sıradan konuşmalar duyulmaya başladı. Bir satıcı kadın, yırtılan şalını gösterip onu ne kadar pahalıya aldığını anlatıyordu. Bir başkası, ipekli şalların pahalandığından söz ediyordu. Petya’yı kurtaran diyakos yardımcısı, bir memurla, hangi saygıdeğer papazın ayini yönettiği konusunda konuşuyordu. Diyakos yardımcısı, Petya’nın anlamını kavrayamadığı “yüce kat” sözünü birkaç kez tekrarladı. İki burjuva genci, fındık kıran hizmetçi kızlarla şakalaşıyorlardı. Bütün bu konuşmalar ve özellikle hizmetçi kızlara yöneltilen ve kendisi için o yaşta çok çekici olması gereken sözler hiç ilgilendirmiyordu Petya’yı. Sürekli olarak İmparator’u ve ona beslediği sevgiyi düşünerek topun üzerinde duruyordu. İtişip kakışma sırasında duyduğu acı ve korku, coşkunluğuyla birlikte o anın yüceliğini daha da derinden hissettiriyordu ona.

      Birden, rıhtım boyundan gelen top sesleri duyuldu. (Türklerle yapılan barışı kutlamak için atılıyordu bu toplar.) Kalabalık, topları görmek için rıhtıma yöneldi. Petya da oraya koşmak istiyordu. Ama küçük beyi koruması altına alan diyakos yardımcısı engelledi bunu. Top sesleri henüz kesilmemişti ki subaylar, generaller, mabeyinciler; Uspenski Katedrali’nden dışarı fırladılar.

      Arkalarından, onlar kadar aceleci olmayan başkaları göründü. Şapkalar yeniden çıkarıldı, topları görmeye gidenler geri döndüler. Sonunda katedralin kapısından üniformalı, kordonlu dört kişi daha çıktı. Kalabalık yeniden “Hurra! Hurra!” diye bağırmaya başladı.

      “Hangisi, hangisi?” diye ağlamaklı bir sesle sordu Petya.

      Ama hiç kimse cevap vermedi ona. Herkesi derin bir heyecan sarmıştı. Sevinçten ağlayarak, bu dört kişiden birini seçerek (o kişi, İmparator olmadığı hâlde) sanki çıldırmış gibi “Hurra!” diye haykırdı Petya.

      Ve ne olursa olsun hemen ertesi gün askere yazılmaya karar verdi.

      İmparator’un arkasından koşan kalabalık, onu saraya kadar izledi ve sonra dağılmaya başladı. Vakit hayli geç olmasına rağmen Petya bir şey yememişti. Buram buram terliyor ama eve gitmiyor, sayısı hâlâ hayli fazla olan kalabalık arasında sarayın önünde duruyor, pencerelere bakıyor, Hükümdar’ın sofrasına katılan yüksek görevli kimselere de pencerelerde arada bir görünüp kaybolan uşaklara da aynı ölçüde imreniyordu.

      Valuyef, yemek sırasında pencereden dışarı bakarak İmparator’a “Halk, Majestelerini görmekten hâlâ umudunu kesmedi…” dedi.

      Yemek sona ermişti, elinde yiyip

Скачать книгу


<p>53</p>

XVI. yüzyılda yapılmış olan bu topun ağırlığı 196.500 kilodur.

<p>54</p>

Bir çeşit şıra.