Скачать книгу

Rostof’un ve aynı günlük emirde Nişancı Alayı Komutanlığı’na atanan Andrey Bolkonski’nin adlarını gördü. Piyer, Bolkonski’yi Rostoflara hatırlatmak istemezdi ama oğullarının ödüllendirilmiş olduğunu onlara haber vermek isteğinin önüne geçemedi ve öğle yemeğinde kendisi götürmek üzere İmparator’un çağrısını, Rastopçin’in afişini ve öteki emirleri yanına alarak o emri ve mektubu Rostoflara gönderdi.

      Kont Rastopçin’le yaptığı konuşma, Kont’un aceleci ve tedirgin hâli, ordudaki berbat durumundan kayıtsızca söz eden kurye ile karşılaşması, Moskova’da casusların yakalandığı ve Napolyon’un ağustostan önce her iki başkente de gireceğini açıklayan bir kâğıdın kentte elden ele dolaşması konusundaki söylentiler, ertesi gün İmparator’un beklenen gelişi; evet bütün bunlar, kuyruklu yıldızın ortaya çıkışından ve özellikle savaşın başlarından beri Piyer’in yakasını bırakmayan heyecanı ve bekleyiş duygusunu daha da güçlendirmişti.

      Orduya katılma düşüncesi çoktandır kafasındaydı ve böyle yapacaktı ama önce evrensel barışı ve savaşın ortadan kaldırılmasını gerçekleştirmek isteyen Farmason Cemiyetine bağlıydı ve ayrıca üniforma giyen ve yurtseverlik gösterisi yapan çok sayıda Moskovalı bayları görünce aynı adımı atmaktan utanç duyuyordu. Orduya girmemesinde en fazla etkisi olan şey ise kendisinin yani l’Russe Besuhoff’un, canavarın esrarlı numarası olan 666’ya sahip olduğu ve iri laflar, küfür dolu sözler söyleyen canavarın iktidarını sona erdirmek konusunda kendine verilen görevin ta ezelden belirlendiği ve bundan ötürü herhangi bir girişimde bulunmanın kendisine düşmediği, olacak olanları beklemesi gerektiği yolundaki belli belirsiz düşüncesiydi.

      XX

      Rostoflarda, her zamanki gibi yakın dostlar, pazar yemeği için bir araya gelmişlerdi. Onları yalnız bulmak umuduyla önceden gelmişti Piyer.

      Bir yıldır o kadar şişmanlamıştı ki eğer bu kadar uzun boylu, geniş omuzlu ve ağırlığını kolayca taşıyacak kadar sağlam yapılı olmasaydı, çok çirkin görünecekti şüphesiz.

      Soluyarak ve bir şeyler mırıldanarak merdivenleri çıktı. Arabacısı, bekleyip beklememesi gerektiğini bile sormamıştı: Kont’un, Rostoflara gelince saat on ikiden önce dönmek istemeyeceğini bilirdi. Rostofların uşakları; Piyer’in bastonunu, pelerinini ve şapkasını almak için sevinçle yanına geldiler. Kulüpteki alışkanlığına uygun olarak, bastonunu da şapkasını da sofada bırakırdı Piyer.

      Rostoflarda, ilk Nataşa’yı gördü. Daha pelerinini çıkarırken sofada sesini duymuştu onun, salonda solfej çalışıyordu. Piyer hastalığından bu yana onun şarkı söylemediğini biliyordu. Bundan ötürü sesini duyunca çok sevindi. Kapıyı hafifçe açtı ve Nataşa’yı, ayinde giydiği leylak rengi elbiseyle odada gezinip şarkı söylerken gördü. Kapıyı açtığında arkası dönüktü ama birden dönüp Piyer’in ablak ve şaşkın yüzünü görünce kızardı ve hızla ona yaklaştı.

      “Yeniden şarkı söylemeye çabalıyordum…” dedi. “Ne de olsa bir uğraş işte…” diye de ekledi özür diler gibi.

      “Çok haklısınız.”

      “Gelmenize çok sevindim. Bugün öyle mutluyum ki…” dedi Piyer’in uzun zamandır görmediği canlı bir havayla. “Biliyorsunuz, Georgiy nişanını aldı Nicolas. Onunla iftihar ediyorum.”

      “Elbette! Günlük emri ben gönderdim. Ama sizi rahatsız etmek istemem…” diyerek salona yürüdü.

      “Kont! Şarkı söylemem fena mı?” dedi Nataşa kızararak.

      Bakışlarını Piyer’in gözlerine dikmiş, cevap bekliyordu.

      “Yoo… Niçin olsun? Ama bunu neden soruyorsunuz bana?”

      “Bilmiyorum…” diye cevap verdi Nataşa hızla. “Ama hoşunuza gitmeyen bir şey yapmak istemem. Size mutlak bir inancım var. Benim için ne kadar değerli olduğunuzu, benim için neler yaptığınızı bilemezsiniz.”

      Nataşa bu sözleri hızla söylüyordu ve Piyer’in yüzünün kızardığını fark edememişti.

      “Aynı emirde onun, Bolkonski’nin (Bu adı, hızla ve alçak sesle söyledi.), Rusya’da, orduda olduğunu okudum. Ne dersiniz? Beni bir gün bağışlar mı?” diye hemen ekledi, sözünü bitirmeye kuvveti yetmemesinden korkuyor gibi. “Bana karşı bir gün kötü duygu beslemekten vazgeçer mi? Ne dersiniz? Ne düşünüyorsunuz bu konuda?”

      “Bence…” dedi Piyer. “Onun bağışlayacağı bir şey yok… Onun yerinde olsam…”

      Ansızın bir çağrışımla, bir başkası ve dünyanın en iyi ve serbest erkeği olsaydı, karşısında diz çöküp kendisiyle evlenmesini istediğini Nataşa’ya söylediği anı hatırladı Piyer ve aynı şefkat, merhamet ve aşk duyguları sardı benliğini, dilinin ucuna aynı sözler geldi. Ama onları söylemesine izin vermedi Nataşa.

      “Evet, evet siz, siz…” Bu siz kelimesini belli bir coşkuyla söylüyordu. “Siz başka… Sizin kadar iyi, gönlü yüce bir kimse bilmiyorum; olamaz da. Eğer o sırada ve hatta şimdi siz olmasaydınız, hâlim ne olurdu kim bilir! Çünkü…”

      Birden gözleri doldu, öte yana döndü, notayı gözlerine kadar kaldırdı, okumaya başladı, salonda yeniden yürümek üzere ilerledi.

      Bu sırada, koşarak misafir odasına geldi Petya.

      Petya on beş yaşında, güzel, pespembe bir oğlan çocuğuydu; dolgun dudaklarıyla Nataşa’ya çok benziyordu. Üniversiteye hazırlanıyordu ama son zamanlarda, arkadaşı Obolenski ile birlikte hüsar yazılmaya gizlice karar vermişlerdi.

      Petya bu işi konuşmak üzere adaşına koşmuştu. Hüsarlığa kabul edilip edilmeyeceğini öğrenmesini rica etti Piyer’den.

      Piyer, Petya’nın söylediklerini dinlemeden salonda dolaşıp duruyordu.

      Petya, kendisini dinlemesi için elini çekiştirdi onun.

      “Benim işim için bir şey söyleyin lütfen, Piyotr Kiriliç! N’olur! Tek umudum sizde…” diyordu.

      “Ha, senin işin mi? Hüsar mı olacaksın? Söylerim, söylerim! Bugün mutlaka söylerim, unutmam.”

      “Sevgili dostum, bildiri sizde mi?” diye sordu İhtiyar Kont. “Kontes Razumovskiler de ayindeydi, yeni duayı orada dinledi, çok güzel diyor.”

      “Evet, bende…” diye cevap verdi Piyer. “Yarın İmparator geliyor. Olağanüstü bir soylular toplantısı yapılacak. Ha, sizi de kutlarım.”

      “Evet, evet, Tanrı’ya şükürler! Söyleyin bakalım, ordudan ne haberler var?”

      “Yeniden çekildik. Smolensk dolaylarına kadar çekildikleri söyleniyor…” diye cevap verdi Piyer.

      “Aman Tanrı’m, aman Tanrı’m!” dedi Kont. “Bildiri nerede?”

      “Bildiri, ha evet!”

      Piyer cebindeki kâğıtları karıştırdı, bulamadı. Bu arada içeri giren Kontes’in elini öptü. Şarkı söylemediği anlaşılan ama misafir odasına da gelmeyeceği belli olan Nataşa’yı bekleyerek kaygıyla karıştırıyordu ceplerini.

      “Ma parolc, je ne sais plus oû j’ai fourre…”50 dedi.

      “Ah, her şeyi kaybeder…” dedi Kontes.

      Nataşa heyecanlı, duygulu bir yüzle geldi ve Piyer’e sessizce bakarak oturdu. O içeri girer girmez Piyer’in üzüntülü yüzü aydınlanmıştı. Kâğıtları ararken birkaç kere Nataşa’ya baktı.

      “Ama yemeğe gecikirsiniz

Скачать книгу


<p>50</p>

“Nereye soktuğumu bilmiyorum doğrusu…”