Скачать книгу

etmez misiniz?” Ellerini çırparak, sıçrayarak “Heykeltıraşlık, sanatların en büyüğüdür!” diye bağırdı. “Dinle! Sana her şeyi söyleyeceğim…”

      Baba gülümseyerek “Daha söylenecek şey var mı?” diye sordu.

      Bu tam ve geveze masumiyet Baron’u tamamen teskin etmişti.

      “Büyük ehemmiyeti olan bir itiraf.” diye karşılık verdi. “Onu tanımadan sevmiştim ama onu gördüğüm bir saat önceden beridir de deli gibi âşığım!”

      Bu safdil ihtiras manzarasıyla keyiflenen Baron, “Biraz fazla delilik.” diye karşılık verdi.

      “Sana güvendiğim için beni cezalandırmaya kalkışma.” diye genç kız cevap verdi. “İnsanın, babasının kalbine, yüreğine ‘Seviyorum, sevmekle bahtiyarım!’ diye haykırması ne kadar iyi! Wenceslas’ımı şimdi göreceksin! Melankoli saçan bir alın! İçlerinde deha güneşi parlayan kurşuni gözler! Ne kadar da kibar! Ne dersin, Livonya güzel bir memleket mi? Kuzin Bette’im onunla evlenecekmiş, oysaki anası yerinde… Bu bir cinayet olacaktır! Ona yapmış olduklarını öylesine kıskanıyorum ki! Evlenmeme iyi gözle bakmayacağını tasavvur ediyorum.”

      “Dinle meleğim.” dedi Baron. “Hiçbir şeyi annenden gizlemeyelim.”

      “Ona bu mührü göstermek icap edecek, annemin şakalarından korkan kuzine sırrını kimseye açmayacağıma söz verdim.”

      “Mühür için nazik davranıyorsun, öbür taraftan Kuzin Bette’in elinden âşığını çekip alıyorsun.”

      “Mühür için söz verdim, müellif için hiçbir söz vermedim.”

      Bir babalık sadeliği içinde geçen bu sergüzeşt, bu ailenin gizli vaziyetine garip bir surette uygun düşüyordu; ayrıca Baron kendisine emniyet ettiği için kızını överek bundan böyle ebeveyninin ihtiyatına güvenebileceğini söyledi.

      “Sevgili kızım, anlarsın ki kuzininin âşığı kont mudur, değil midir, hareketleri itimat uyandırıyor mu gibi şeyleri öğrenmek senin işin değildir. Kuzinine gelince daha yirmi yaşında yokken beş evlenme teklifini reddetti, bu bir engel değildir, işi ben üzerime alıyorum.”

      “Dinleyiniz babacığım, evlendiğimi görmek istiyorsanız, bizim âşığımızdan ancak evlenme mukavelesinin imzası sırasında kuzinime bahsediniz. Altı aydır, bu mevzuda onu sigaya çektim! Onda izah edilemeyen bir şeyler var.”

      Meraklanan baba “Nelermiş onlar?” dedi.

      “Nihayet, gülerek de olsa dönüp dolaşıp lafı âşığına getirdiğim zaman bakışları iyi değil. Siz tahkikatınızı yapın ama bırakın kendi işimi ben kendim göreyim. Emniyetim sizi temin edebilir.”

      Baron hafif alaylı bir eda ile “İsa ‘Bırakınız çocuklar, bana gelsinler!’ demiş, sen de gelenlerden birisin.”

      Öğle yemeğinden sonra tacirin, sanatkârın, eserin geldiğini haber verdiler. Kızının yüzünde birden beliren kırmızılık Barones’i önce meraka düşürdü, sonra da dikkat kesildi. Hortense’ın şaşkınlığı, bakışındaki ateş, bu kalpte pek zapt edilemeyen sırrı birden açığa vurdu.

      Siyahlar giymiş olan Kont Steinbock, Baron’a çok kibar bir delikanlı gibi göründü.

      Eseri elinde tutarak ona “Tunç bir heykel yapar mıydınız?” diye sordu.

      Gerçek bir hayranlıkla seyrettikten sonra, tuncu, heykeltıraşlıktan anlamayan karısına verdi.

      Hortense annesinin kulağına “Çok güzel değil mi anne?” dedi.

      Sanatkâr, Baron’un sorusuna “Bir heykel mi Baron hazretleri?” diye karşılık verdi. “Mösyönün buraya getirtmek lütfunda bulundukları şu duvar saatini tertiplemekten daha zor değildir.”

      Tacir, aşk meleklerinin durdurmaya çalıştıkları on iki saatin bal mumundan modelini yemek salonundaki büfenin üzerine koymakla meşguldü.

      Bu eserin güzelliği karşısında şaşırıp kalan Baron, “Bu duvar saatini bana bırakınız.” dedi. “Dâhiliye Nazırı’yla Ticaret Nazırı’na göstermek istiyorum.”

      Barones kızına “Seni bu kadar ilgilendiren bu delikanlı neyin nesidir?” diye sordu.

      Genç kızla sanatkâr arasındaki göz anlaşmasını görerek becerikli, esrarlı bir tavır takınan antika taciri “Bu modeli istismar edecek kadar zengin bir sanatkâr…” dedi. “Bundan yüz bin frank kazanabilir. Yirmi nüshasını sekiz biner franktan satmak elverir çünkü her nüshanın aşağı yukarı bin ekü masrafı var. Lakin her nüshayı numaralayınca, modeli de ortadan kaldırınca bu esere yalnız kendileri sahip olmaktan memnun yirmi meraklı bulunur.”

      Steinbock zaman zaman tacire, Hortense’a, Baron’a, Barones’e bakarak “Yüz bin frank!” diye haykırdı.

      “Evet, yüz bin frank!” diye tacir tekrarladı. “Eğer zengin olsaydım bu eseri ben sizden satın alırdım çünkü modelini yok ettiğimde bu değerli bir mülk hâline gelir. Ama prenslerden biri, bu şahesere otuz veya kırk bin frank verir, salonunu süslerdi. Sanatlarda bugüne kadar hem burjuvaları hem de erbabını memnun edecek asma saat yapılmamıştır. Mösyö, şu gördüğünüz saat bu müşkülün hallidir.”

      Hortense altı tane altın sikkeyi tacire vererek “Bu, sizin hakkınız, mösyö!” dedi. Tacir de çekilip gitti.

      Sanatkâr kapının eşiğinde tacire “Bu ziyaretten hiç kimseye katiyen bahsetmeyiniz.” dedi. “Şayet eseri nereye götürdüğümüzü soran olursa Varennes Sokağı’nda oturan meşhur koleksiyoncu Dük d’Herouville’in adını verirsiniz.”

      Tacir, tasdik makamında başını salladı.

      Tekrar gelen sanatkâra Baron, “İsminiz nedir?” diye sordu.

      “Kont Steinbock.”

      “Hüviyetinizi ispat edecek vesikalarınız var mı?”

      “Evet, Baron cenapları, Rusça ve Almanca olarak yazılmıştır ama resmen onaylanmış değil…”

      “Dokuz ayak boyunda bir heykel yapmak kuvvetini kendinizde buluyor musunuz?”

      “Evet, mösyö.”

      “O hâlde, görüşeceğim kimseler eserlerinizden memnun olurlarsa Mareşal Montcornet’nin Pere-Lachaise’deki mezarı üzerine dikilmek istenen heykelin siparişini size temine çalışacağım. Harbiye Nezareti ile İmparatorluk Muhafız Kıtalarının eski subayları, sanatkârı seçmek hakkını bize verecek kadar mühimce bir para veriyorlar.”

      Bu saadet bolluğu karşısında şaşırıp kalmış olan Steinbock “Oh, mösyö! Benim için bir servet olacak!” dedi.

      Baron iltifat eder bir eda ile “Müsterih olunuz.” dedi. “Heykelinizle bu modeli göstereceğim her iki nazır da bu eserlerden çok hoşlanacak olurlarsa servetiniz yoluna girmiş demektir.”

      Hortense babasının kolunu acıtacak kadar sıkıyordu.

      “Vesikalarınızı bana getiriniz; umutlarınızdan hiç kimseye, hatta bizim ihtiyar Kuzin Bette’e bile bir şey söylemeyiniz.”

      Arada geçenleri keşfetmeksizin yalnız işin sonunu anlayan Madam Hulot “Lisbeth mi?” diye haykırdı.

      “Bilgimin delilini, madamın büstünü yaparak size gösterebilirim.” diye Wenceslas ilave etti.

      Madam Hulot’nun güzelliğine vurulan sanatkâr, bir müddetten beri ana ile kızı birbiriyle mukayese ediyordu.

      Kont Steinbock’un zarif, kibar görünüşünden çok hoşlanan Baron “Haydi bakalım, mösyö! İnşallah, hayat sizin için güzel olur. Yakında öğreneceksiniz

Скачать книгу