Скачать книгу

çağırdığını duydum.” şeklinde bir iddiası vardı.

      Susan bir kez daha ayağa kalkıp dışarı çıktı. O gece Ingleside’a doğaüstü güçlerin musallat olduğuna inanıyordu. Üzerinde sadece pazen kumaştan yapılma defalarca yıkanmaktan çekmiş ve kemikli topuklarının üzerine gelmeye başlamış gecelik vardı. Korku dolu gri gözleriyle sahanlıktan kendisine bakan benzi solmuş, titrek, küçük yaratık için bu görüntü dünyadaki en güzel şeydi.

      “Walter Blythe!”

      Susan iki adımda onu kollarına aldı. Güçlü, şefkatli kollarına…

      “Susan… Annem öldü mü?” diye sordu Walter.

      Kısa süre içinde her şey değişti. Walter, beslenmiş, giyinmiş ve rahatlamış vaziyette yatağına girdi. Susan ateşi yaktı. Ona bir bardak sıcak süt, bir dilim tost ve çok sevdiği “maymun yüzlü” kurabiyelerden bir tabak dolusu hazırlayıp yatırdı ve ayaklarına sıcak su şişesi koydu. Yaralanmış küçük dizini öptü ve merhem sürdü. Birinin kendisine baktığını, önem verdiğini ve kendisini sevdiğini bilmek güzel bir duyguydu.

      “Annemin ölmediğine emin misin Susan?”

      “Annen sağ salim, mışıl mışıl uyuyor kuzucum.”

      “Peki hasta mı? Opal dedi ki…”

      “Dün bir süre kendini iyi hissetmedi ama her şey sona erdi ve bu kez ölüm tehlikesi yoktu kuzucum. Uykunu alıncaya dek bekle. Sonra onu ve başka bir şeyi görebileceksin. Lowbridge’deki o küçük şeytanları bir elime geçirirsem! Lowbridge’den buraya kadar yürüdüğüne inanamıyorum. On kilometre boyunca! Hem de böyle bir gecede!”

      “Çok üzüldüm Susan.” dedi Walter ciddiyetle. Ama her şey sona ermişti. Güvendeydi ve mutluydu. Evdeydi. Uyumuştu…

      Uyandığında neredeyse öğlen olmuştu. Pencereden güneş ışığının içeri süzüldüğünü görünce yalpalaya yalpalaya yürüyerek annesinin yanına gitti. Çok aptalca davrandığını ve Lowbridge’den kaçtığı için annesinin kendisine kızacağını düşünmeye başladı. Ama annesi ona sarılıp kendine doğru çekmekle yetinmişti. Olan biteni Susan’dan öğrenmişti ve Jen Parker’a söyleyecek bir çift lafı vardı.

      “Ölmeyeceksin değil mi anneciğim?.. Bir de beni hâlâ seviyorsun, değil mi?”

      “Canım, ölmeye hiç niyetim yok. Ayrıca seni o kadar çok seviyorum ki canım yanıyor. Bütün gece Lowbridge’den buraya kadar yürüdüğünü düşünmek çok zor.”

      “Hem de aç karnına.” diye omuz silkti Susan. “Bunları anlatabilecek kadar hayatta kalması âdeta bir mucize. Mucizeler hâlâ yaşanıyor demek ki. Bu da bunun delili işte.”

      “Cesur delikanlı.” diye güldü omzunda Shirley’i taşıyan babası. Walter’ın başını okşadı ve küçük çocuk babasına sarıldı. Kimse babası gibi değildi bu dünyada.

      “Bir daha evden gitmeme gerek olmayacak, değil mi anneciğim?”

      “Sen istemediğin sürece, hayır.” dedi Anne.

      “Ben asla…” diye söze başlayan Walter aniden durdu. Alice’i bir daha görmeyecek olmayı dert etmiyordu hiç.

      “Buraya bak kuzucuk.” diyen Susan, elinde sepet taşıyan beyaz giysili ve şapkalı genç bir hanımefendiyi içeri buyur etti.

      Walter sepete baktı. Bu bir bebekti! Tombik, ufak tefek, ipeksi bukleleri saçını kaplayan ve minicik elleri olan bir bebek…

      “Çok güzel değil mi?” dedi Susan gururla. “Kirpiklerine baksana. Ben daha önce bir bebeğin bu kadar uzun kirpikleri olduğunu hiç görmedim. Bir de sevimli kulaklarına baksana. Ben her zaman ilk kulaklara bakarım.”

      Walter tereddüt ediyordu.

      “Çok tatlı Susan… Kıvrım kıvrım minicik ayak parmaklarına baksana! Ama… Ama çok küçük değil mi?”

      Susan güldü.

      “Üç kilo altı yüz gram küçük değil kuzucuğum. Ayrıca etrafını fark etmeye çoktan başladı. Daha bir saatlik bile değilken kafasını kaldırıp Doktor’a baktı. Ben böylesini daha önce hiç görmedim.”

      “Saçları kızıl olacak.” dedi Doktor hâlinden memnun bir ses tonuyla. “Annesi gibi altın-kızıl çok güzel saçları olacak.”

      “Babası gibi ela gözleri olacak bir de.” dedi Doktor’un karısı sevinçle.

      “Neden hiçbirimizin sarı saçı yok anlamıyorum.” dedi Walter, Alice’i düşünerek.

      “Sarı saç mı? Drewlar gibi yani!” dedi Susan ölçüsüz bir tiksintiyle.

      “Uyurken çok şirin görünüyor.” diye mırıldandı hemşire. “Uyurken gözlerini böyle büzüştüren bir bebeği daha önce hiç görmedim.”

      “O bir mucize. Bütün bebeklerimiz çok tatlı Gilbert. Ama bu içlerinde en sevimli olanı.”

      “Tanrı sizi affetsin.” dedi Mary Maria teyze burun kıvırarak. “Dünyada sizinkilerden önce de bebekler vardı biliyorsun Annie.”

      “Ama bizim bebeğimiz daha önce hiç yoktu bu dünyada Mary Maria teyze.” dedi Walter gururla. “Susan, öpebilir miyim? Bir kerecik… Lütfen…”

      “Öpebilirsiniz.” dedi Susan geri çekilen Mary Maria teyzeye arkasından ters ters bakarken. “Akşam yemeği için kiraz turtası yapacağım. Mary Maria Blythe’ın dün öğlen yaptığı kiraz turtasını keşke görebilseydiniz Bayan Blythe. Sanki kedinin dışarıdan getirdiği bir şey gibiydi. Ziyan etmektense yiyebileceğim kadarını yiyeceğim. Ama ben hayatta olduğum müddetçe böyle bir turta Doktor Bey’in önüne asla koyulmayacak.”

      “Herkes hamur işi konusunda senin kadar iyi değil.” dedi Anne.

      “Anneciğim.” dedi Walter. Kapı, Susan’ın arkasından kapandıktan sonra. “Bence biz çok güzel bir aileyiz, sence de öyle mi?”

      “Hem de çok güzel bir aile.” diye düşündü Anne bebeği yanında uzanırken mutlulukla. Kısa süre sonra yeniden çocuklarıyla beraber olabilecekti. Eskiden olduğu gibi hareket edebilecekti. Çocuklarını sevecek, onları eğitip mutlu edecekti. Küçük sevinçlerinde, hüzünlerinde, yeşeren umutlarında ve taze korkularında hemen annelerine koşacaklardı. Büyük gibi görünen küçük sorunlarında ya da kalpleri kırıldığında onların yanında olacaktı anneleri. Ingleside’da ilmek ilmek güzellik dokuyacaktı kendi elleriyle. Ayrıca Mary Maria teyzenin iki gün önce söylediğini duyduğu gibi “Çok feci yorgun görünüyorsun Gilbert? Kimse seninle ilgilenmiyor mu?” demesi için hiçbir gerekçesi olmayacaktı.

      Aşağıda Mary Maria teyze karamsar bir şekilde kafasını sallıyor ve “Yeni doğan tüm bebeklerin bacakları çarpık olur. Bunu biliyorum Susan. Ama bu bebeğin bacakları çok eğri büğrü. Tabii bunu zavallı Annie’ye söylemek olmaz. Sakın bundan Annie’ye bahsetme Susan.”

      Susan belki de ilk kez söyleyecek bir söz bulamadı.

      BÖLÜM 11

      Ağustos sonuna gelindiğinde Anne kendine gelmişti ve mutlu bir sonbaharın yolunu gözlüyordu. Küçük Bertha Marilla günbegün büyüyüp güzelleşiyor, kardeşlerinin ilgi ve sevgisinin merkezinde duruyordu.

      “Ben bebek denilen şeyin her zaman bağıran bir şey olduğunu sanırdım.” dedi Jem küçük kız kardeşinin minicik parmaklarının kendi parmaklarına dolanmasına zevkle izin verirken. “Bertie Shakespeare Drew öyle demişti bana.”

      “Drew bebeklerinin her an bağırdığından hiç şüphem yok Sevgili Jem.” dedi

Скачать книгу