Скачать книгу

da, onların yanlarına gitmek isteyenlerin bir heyet marifetiyle tetkik ettirilerek hasıl olacak neticelere göre muamele olunmak üzere Topkapı Sarayı’na nakilleri Babıali’ce tensip ve adı geçen sarayda ayrıca bir komisyon teşkil edilmişti.

      Bu cariyelerin üzerinde mücevherat vesaire bulunduğu Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa’ya ihbar edilmiş olduğundan Yıldız’dan çıkarken aramaya lüzum görülmüş ve iki kadın vasıtasıyla kapı yanındaki bir odada muayene edilmişse de hiçbirinden bir şey alınmamıştır.

      Hakikaten üzerlerinde öyle bir şey yok muydu? Yoksa mevcut olduğu hâlde muayene eden kadınlar birkaç kuruşla kandırılarak ‘Yok.’ mu dediler? Burası bizce o zaman da ve hâlen de meçhuldür. Çünkü muayenede komisyondan kimse bulunamamıştır.

      Yalnız bir cariyeden muayene odasına girer veya çıkarken yere düşünce görülen, 500 liralık Osmanlı Bankası banknotları dikkati çekerek Komisyona haber verilmişti. Bu cariyenin yirmi beş seneden beri sarayda bulunduğu anlaşılarak, ‘Bu kadar uzun müddet sarayda hizmet eden bir cariye için bu para pek azdır.’ diyerek kendisine iade edilmişti.”

      Soru: “Bu cariyenin ismi nedir?”

      Cevap: “Üç yüz bu kadar cariyeden birinin ismi on iki sene sonra hatırlanamaz. Siz tahkik edebilirsiniz.”

      Soru: “Dokuz sene evvel Halep vilayetinden istifanız ile ilgili Beyrut’tan Kâmil Paşa Kabinesine bir telgraf çektiniz miydi?”

      Cevap: “Halep Valiliğinden istifa değil, usule, devlet ve memleketin menfaatine aykırı bir surette memuriyetimin Halep Valiliğine tahvil olunmasını protesto etmiştim. Fakat Kâmil Paşa Kabinesine değil, Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kabinesinde Dâhiliye Nazırı olan Arnavut Daniş Bey’e çekmiştim.”

      Soru: “Geçen sene Bursa’dan Dâhiliye Nazırı Cemal Bey’e yazdığınız telgrafı niçin yazdınız ve bunu gazetelere siz mi verdiniz?”

      Cevap: “Bursa’dan o telgrafı hükûmeti ikaz maksadıyla çekmiştim, fakat gazetelere ben vermedim. Her ne suretle ise Hadisat gazetesi suretini elde ederek, sansürün müsaadesiyle derç ve Tasvir-i Efkâr gazetesi ondan nakletmişti.

      Dokuz sene önce Beyrut’tan Daniş Bey’e ve geçen sene de Bursa’dan Cemal Bey’e çektiğim telgraflar14 aynı mecburiyetlerle yazılmışlardır.

Bursa’dan Dâhiliye Nazırı Cemal Bey’e Yazdığım Telgraf

      ‘Bedbaht memleketin son ümitlerini de kırıp geçirerek fikir ve hamiyet sahiplerini şaşkın ve meyus eden idare tarzınızın buralarca da yüz göstermeye başlayan esef edilecek hareketlerine içi kan ağlayan bir şahidi olmadan beni korumadaki aceleciliğinize teşekkür ederek vilayet makamını terk ettim. Şifre anahtarlarının kime verilecekse bildirilmesi…’

19 Mart 1335 (1919)

      O telgrafı ne türlü elim hislerle yazmaya mecbur olmuşsam Bursa’da yine o hislerle yazmak mecburiyetinde kaldım.

      Çünkü her ikisinin sebebi birdir.

      Bu da ispat eder ki, memleketi bugünkü feci hâle getiren idare tarzı dokuz sene zarfında iyiliğe doğru zerre kadar ilerlememiştir.

      Babıali’nin aynı muamelesine maruz kalan, bu vatana gerçekten bağlı ve ona hizmet etmekten zevk duyan her valinin aynı hâllerde, aynı feryattan dilini, kalemini men edemeyeceğinde şüphe yoktur.

      Hadiseye vâkıf olmayanlar bunları Halep’e memuriyet naklimi veya Bursa’dan ayrılmamı tebliğ eden telgrafları alır almaz hiddet sebebiyle yazdığımı sanabilirler. Vaziyet öyle değildir. Bunları yazmaya beni mecbur, daha doğrusu memleketi asırlardan beri zarara sokmaya devam eden uğursuz amiller layıkıyla anlaşılsın diye biraz izahat vermek isterim.”

      Soru: “Buyurun.”

      Cevap: “İzahata Beyrut’tan başlamak lazım: Bu vilayetin, son senelerde tecrübesiz ellerle döndürülen idare çarkında hasıl olmuş bozuklukları kısa bir müddet içinde ıslah ettim. Malum olduğu üzere Beyrut’ta sakin Müslim, gayrimüslim cemaatler arasında müzmin nefretin mucip olageldiği hadiselerde her iki taraf mücrimlerinin aynı şiddetle takip ve uzaklaştırılmaları hadiselere nihayet verdiği gibi, oraya vardıktan birkaç gün sonra, Şam-Trablus kasabası içinde türeyen bir soyguncu çete; idare mesleğiyle münasebeti bulunmayan mutasarrıfın acemiliğinden, polis ve jandarma memurlarının aciz veya müsamahalarından istifade ederek bir buçuk seneden beri akşamdan sonra kimsenin sokağa çıkmamakta olduğunu gazetelerde gördüm. Derhâl mahalline giderek bir gecede bu on iki kişilik çeteyi yok ederek emniyet ve asayişi iade ettim. Bir müddet sonra Hısnılekrad kazasında Sünni Müslümanlarla Nusayriler arasında zuhur edip büyümeye pek müsait ve memleket için gayet zararlı olan çarpışmaları yine bizzat mahalline gidip men ve mütecavizleri yakalattırdım.”

      “İtalyanların Beyrut’u bombardıman ettikleri esnada bir taraftan düşman gülleleri, şarapnelleri askerlerimizden ve ahaliden birçok masumları yaralayarak şehit ederken, bir yandan da şehir içinde zuhur eden kargaşalıklar binlerce nüfusun hayatını tehdit eden vahim bir şekil almış olduğu hâlde cidden canını feda edercesine tedbir ve teşebbüslerle bu tehlikeleri ortadan kaldırışım, hakkımda Beyrut ve mülhakatı ahalisinin büyük bir hürmet ve muhabbetini mucip oldu. Hatta limanın münasip bir yerinde heykelimi yaptırmak üzere Kahire, İskenderiye, Şam ve Beyrut’ta para toplamaya başladılar. ‘Bizde heykel yapmak âdet olmamıştır.’ diyerek razı olmadım. Bu paralarla limanda bir çeşme yaptırılarak asker ve ahaliden şehit olanların isimlerinin yazdırılmasını tavsiye etmiştim. Bu bombardıman esnasında çalıştırdığım memurlarla, eşraf ve ahaliden iyi hizmetlerini gördüğüm altmış kişiyi nişan ve madalyalarla taltif ettirdim.”

      “Bana da murassa imtiyaz nişanı verilmesi kararlaştırılmış olduğu hâlde Dâhiliye Nazırı Talat Bey’in, ‘Hâzim Bey’in Osmani ve Mecidi murassa nişanları vardır.’ diyerek karşı çıkmasıyla verilmemiştir. Bu hâl yerli, yabancı bütün vilayet sakinlerini hayrete düşürmüş ve vilayetin merkez ve mülhakatında yayınlanan otuz kadar gazete Babıali’nin bu hareketini şiddetle kınadıkları gibi Fransa Hükûmeti’nin Beyrut’ta yayınlattırdığı Le Reveil adlı Fransızca gazete bile bu hâli pek çirkin bulmuştu.”15

      “Beyrut’ta, Beyrut Kulüp namında bir mahfil vardır. Vali buranın fahri reisi olduğu gibi, idare meclisi reisliğine de İngiliz Konsolosu seçilmişti. Şehrin Müslim ve gayrimüslim bütün ileri gelenleri bu kulübün azası idiler. İttihat ve Terakki Hükûmeti’nin düşmesinden beş, on gün evvel bu kulübe gitmiştim. O güne kadar orada bugünkü gibi bir kalabalık görmemiştim. Mütalaa salonuna girdim. İngiliz Konsolosu Mösyö Kombarbaç orada idi. Kulüpte bulunan kişilerden Mehmet Beyüm ve Yusuf Sürsuk Efendilerle diğer birkaç zat yanıma geldiler. Türkçeyi nispeten biraz iyi bilen Mehmet Beyüm Efendi şu sözleri söyledi:

      ‘Bizim pek haklı ve kanuni bir teşebbüsümüz var. Tesadüfen buraya geldiniz. Bu teşebbüsün şeklinde zatıaliniz için zararlı olacak bir cihet varsa onu düzeltmek üzere bir kere fikrinizi sormaya karar verdiler.

      Öteden beri Babıali buraya lazım olan vasıfları haiz vali göndermiyor. Nadiren iyi bir vali gelirse onu da burada bir iş görene kadar bırakmayıp başka bir yere kaldırıyor. Biz zatıalinizi, istediğimizden çok iyi bir vali bulduk; fakat İstanbul sizi acaba bugün mü, yarın mı başka bir vilayete kaldıracak diye her an içimiz titriyor. Bugün Beyrut’un bütün ileri gelenleri burada toplandık; uzun müzakerelerden sonra şuna karar verdik:

      Şimdilik beş sene müddetle sizi buradan kaldıramayacaklarına dair bize resmen teminat vermeleri için telgrafla Babıali’ye müracaat edeceğiz işte telgrafımızı da yazdık ve cümlemiz imza ettik. Şimdi telgrafhaneye gidip

Скачать книгу


<p>14</p>

Beyrut’ta yazdığım telgraf şöyle idi:

“C. 18 Ağustos 1328. On beş gün evvel makam-ı sadaretten aldığım şifre telgrafla zat-ı valâlarının Selanik vilayetine tayinleri Vükela Meclisince tensip olunduğundan muvafakat-âliyeleri cevabı bugün muntazırdır.” denilmiş ve muvafakat edilmemişti. Ben o heyet-i vükela baki iken muvafakat edip etmeyeceğim sorulmaksızın, memuriyetimin Halep vilayetine nakledildiğinin tebliği hayreti mucip oldu. Beyrut bir mutasarrıflık iken de hâlâ mühim ve büyük bir vilayet olan Halep Valiliğine naklim beni hiçbir suretle izrar ve tezlil etmeyeceği cihetle, bu tahvilden şahsen inkisar ve şikâyete mahal yoksa da eğer bir meşrutiyet devrinde yaşadığımız sahih ise, bilvücuh daha nazik olan Selânik valiliği için muvafakatim sual edilip de Halep için sorulmaması sebebi nedir? Devr-i sabıkta defalarca düçar olduğum bu muamelelerin aynıyla bu devirde de tekerrüründen müteessirim. Muhtelif kavimlerden müteşekkil olan Osmanlı İmparatorluğu’nda haklı, haksız her isyan eden kavmi tatyip için mutlaka o kavimden olan zevat iktidar mevkisine getirilecek ve o mevkiye her gelen diğer kavimlerden bulunan memurların her türlü takdire layık vatanperverce hizmetlerine rağmen onların meşru haklarını iptal, izzetinefislerini payimal edecekse, müşterek vatanın selametine cansiperane hizmet edecek kimse bulunmayacaktır.

Daha birkaç ay evvel düşman gülleleri altında şehri yağmadan ve ahaliden bir kısmını katliamdan ve yalnız Beyrut değil belki Suriye kıtasını tasrihe hacet olmayan bir tehlikeden kurtardığımdan dolayı arz ve teklifime binaen altmışı mütecaviz zevata verilen nişanları, madalyaları henüz tevzi etmekte bulunduğum bir sırada muvafakatim alınmaksızın buradan kaldırılmam bu memleketin idari tarihine hayreti mucip bir garibe, makûs bir muamele olmak üzere kaydedilecektir.

Yalnız meşrutiyete değil, insaniyete de çirkin bir darbe ve vatanın menfaatlerini muhil olan bu muameleyi şiddetle protesto eder ve şayet bombardıman esnasında şehri yağma etmelerine müsaade etmediğim eşhası memnun etmekten başka buradan Halep’e kaldırılmaklığıma kanuni bir sebep varsa bunun meydana konulmasını rica ederim.”

19 Ağustos 1328
<p>15</p>

Bu gazetenin 5 Mart 1914 tarihli nüshasında ve “Muhik Mükâfat” başlığı altında şöyle deniliyordu:

“24 Şubat (İtalyan bombardımanı esnasında) berri ve bahri zabitan ve efratla jandarma, polis vesaireden vazifelerini cesurane ve alicenapça ifa edenlerin hepsi için Vali Bey, ait oldukları makamlardan mükâfat istemiştir. Bundan daha doğru ve haklı bir şey olamaz. Hâzim Bey kendisini unutmuştur; lakin beyefendi hazretlerinin 24 Şubat’ta gerek vatanına ve gerek insaniyete ifa ettiği hizmetleri ebediyen kimse unutmayacaktır. Mamafih âli bir ruh için en iyi, en güzel mükâfat vazifesini ifa etmiş olmaktan hasıl olan vicdani hazdır.”