Скачать книгу

1920 yılında yaşanmış gerçek bir olay… Mütareke yıllarında Ali Rıza ve Salih Paşa hükûmetlerinde Dâhiliye Nazırı olan Ebubekir Hâzim Tepeyran’ın Nemrut Mustafa Paşa Divanıharbi’ndeki yargılamasının öyküsü…

      Yıl 1920. Ebubekir Hâzim Bey, kısa bir süre önce nazırlık makamından ayrılmıştır. O günlerde İstanbul tam anlamıyla işgalcilerin eline geçmiş, işbaşına bir kez daha Damat Ferit gelmiştir. Yeni hükûmet, Ankara’da başkaldıran Kuvayımilliyecilere düşmandır. Hâzim Bey’i, Bursa Valiliği ve Dâhiliye Nazırlığı sırasında Kuvayımilliye’ye yardım etmek suçuyla tutuklayıp Sultanahmet Cezaevi’ne kapatmıştır.

      Suçu büyüktür Hâzim Bey’in! İddianamede “Kuvayımilliye unvanı altında çıkarılan fitne ve fesadın mürettip ve müşevviklerinden” olduğu ileri sürülerek idamı istenmektedir. Günlerce süren duruşmalarda Hâzim Bey’den hesabı sorulan bir ikinci konu da Abdülhamid’in tahttan indirilmesi olayıdır. O tarihte İstanbul Şehremini olan Hâzim Bey’in Yıldız Sarayı Komisyonunda görevli olmasıdır.

      “Zalimane Bir İdam Hükmü” adlı bu kitapta, Hâzim Bey bu duruşmayı ve hapishanede geçen ayları, idama mahkûm oluşunu, idamlıklara ayrılan hücrede bir gece geçirişini, sonunda yeni Sadrazam Tevfik Paşa’nın kurduğu Hurşit Paşa Divanıharbi’nde suçsuz görülerek özgürlüğe kavuşmasını anlatıyor. Roman akıcılığıyla yazılan bu anılar bir dönemin gerçek yüzünü tam bir gerçekçilikle yansıtmaktadır.

      Bilindiği gibi Ebubekir Hazım Tepeyran ülkenin pek çok ilinde vali olarak görev yapmış, Danıştay üyeliğinde, şehreminilikte bulunmuş, üç dönem Niğde milletvekili seçilmiş, büyük idare adamlarındandır.

      Ayrıca ilk kez Anadolu köylerinin gerçek yaşantısını, yoksulluğunu, bakımsızlığını “Küçük Paşa”1 adlı romanında sergilemiş usta bir yazardır. 1910 yılında basılan bu roman Anadolu köylülerinin yaşantısını belge niteliğinde yansıtan yapıttır. Hâzim Bey’in “Hatıralarım” adlı yapıtı da bugüne dek yayınlanmamış bölümleriyle birlikte okurlara sunulacaktır.

      “Zalimane Bir İdam Hükmü”nü belgesel bir roman olarak, ibretle, aynı zamanda bir yazın yapıtının verdiği tatla okuyacağınızı umarım.

Oktay AKBAL

      Ebubekir Hâzim Tepeyran

      (Niğde 1854-İstanbul 1947)

      Rüştiyeyi bitirdikten sonra devlet hizmetine girdi. Çeşitli görevlerde kendini yetiştirdi. 1896’da atandığı Dedeağaç Mutasarrıflığında başarılı olunca Musul, Manastır, Bağdat valiliklerini üstlendi. 1903’te Şûrayı Devlet üyeliği yaptı. 1908’den sonra Sivas ve Ankara Valiliklerinde bulundu; İstanbul Şehremini oldu. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra Yıldız Sarayı’ndan çıkarılarak Selanik’e gönderilirken, saraydaki kıymetli eşyayı toplayarak Harbiye Nezaretine teslim eden Yıldız Komisyonunda görev aldı. Daha sonra Hicaz ve iki kez Beyrut Valiliğinde bulundu. İki kez de Bursa Valiliğine atandı.

      (Aralık 1918-Mart 1919/Ekim 1919-Şubat 1920) Bursa’da güvenliği sağlamada büyük başarı gösterince Balıkesir ve İzmit sancaklarının güvenliklerini sağlama görevini de üstlendi. Daha sonra Ali Rıza Paşa, Salih Hulusi Paşa hükûmetlerinde Dâhiliye Nazırlığı yaptı (Şubat-Nisan 1920). Damat Ferit Paşa döneminde Nemrut Mustafa başkanlığındaki Divan-ı Harb-i Örfi’de Yıldız Komisyonuyla sarayı yağmalamak ve Bursa Valiliği sırasında Millî Mücadele’yi desteklemek suçlamasından yargılandı. İdama mahkûm edildi. Cezası padişah tarafından yaşam boyu hapse çevrildi. Tevfik Paşa hükûmetinin Divan-ı Harb-i Örfi kararının temyiz edilebilmesiyle ilgili kararından sonra yeniden yargılanarak aklandı (Kasım 1920). Anadolu’ya geçti. Sivas (1921) ve Trabzon (1922) Valiliklerinde bulundu. Emekli olduktan sonra Niğde Milletvekili seçildi (1923-1927/1939-1946). Siyasal anıları, Zalimane Bir İdam Hükmü (1946), Canlı Tarihler (1.-6. fas. 1944-1945) Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları (1982) kitaplarındadır. Öyküleri, Eski Şeyler (1910) yapıtındadır. Ona asıl ün kazandıran yapıtı ise yoksul bir Orta Anadolu köyünün yaşamını gerçekçi çizgilerle yansıtan Küçük Paşa (1910: kısaltılmış ve sadeleştirilmiş Yay. 1947) adlı romanıdır.

      ZALİMANE BİR İDAM HÜKMÜ 2

      1920 senesi Mayıs’ının yirmi dördüncü günü akşamı, İstanbul’dan Erenköy’e gelip tren istasyonundan kim bilir neler düşünerek dalgın bir hâlde evime giderken, bahçemin duvarı hizasına gelince, gafil bir kuşa yaklaşan avcı kediler gibi iki polis memurunun bana doğru gelmekte olduklarını gördüm.

      Bunlardan biri:

      “Hâzim Bey siz misiniz?” dedi.

      Bu ansızın sualle derin bir uykudan uyandırılmışa dönmekle beraber:

      “Evet.” dedim. “Benim.”

      Öteki polis:

      “Bizim memur efendi sizi görmek istiyor.” dedi. “Arkadaşlarla beraber öteki kapının önünde.”

      “Pekâlâ, gidelim de görsün.”

      Ben köşke girdikten birkaç dakika sonra sivil kıyafetli biri gelerek Polis Umum Müdürü’nün beni istediğini söyledi.

      “Vakit geçti.” dedim. “Yarın sabah gelsem olmaz mı?”

      “Olmaz, bu akşam mutlaka gideceksiniz, emir böyledir. Tren zamanı da yaklaştı.” cevabını verdi.

      İçeriye girip eşime:

      “Benim böyle bir sürü polislerle götürülecek bir hâl ve hareketim olmadığını bilirsiniz. Merak edecek bir şey yok.” diyerek çıktım.

      Kızıltoprak Merkez Memuru olduğu sonradan anlaşılan bu efendi ile ileride ve geride bulunan birçok polis memuru ile istasyona geldik.

      Oğlum Celal’i tesadüfen istasyonda buldum.

      Böyle mahkûm ve firari bir cani gibi aranılmamı ve polis gözetimi altında götürülmemi gerektiren sebep, Bursa’da Vali ve sonra da Dâhiliye Nazırı iken Kuvayımilliye’ye taraftar olarak muvaffakiyetine hizmet etmekle beraber gazetelere taşkınca beyanatım olduğunu benim gibi Celalde biliyordu.

      İkinci defa olarak Dâhiliye Nazırlığı ile dâhil olduğum Salih Paşa Kabinesinin istifasından iki gün sonra adı geçen bu Kabinede Bahriye Nazırı olan Esat Paşa vasıtasıyla, Damat Ferit Paşa Hükûmeti tarafından takip ve tevkif ettirilecek zatların listesine yazılmış olan adımın üstüne kırmızı bir artı (+) yapıldığı görülmüş olduğundan, bir iki gün bir yerde gizlenerek aranıldığım takdirde, saklandığım mahalden Anadolu’ya savuşmak çaresine bakmak lüzumunu ihtar etmek lütfunda bulunmuştu.

      Binaenaleyh bir hafta kadar Beylerbeyi’nde ve Çengelköy’de gizlendiğim hâlde aranılmadığım için Erenköy’e dönmüştüm.

      Fakat takipten vazgeçilmediği ve geçilemeyeceği hakkındaki ihtarlar üzerine, kendi kendime Anadolu’ya kaçmakta uğramış olduğum zorluklardan dolayı Edirne’ye giderek daha sonra emin bir surette Anadolu’ya geçmek niyetiyle Bakırköy’e gittiğim hâlde bu hususta evvelce bana yardım vaat eden Resneli Osman Bey’i evinde bulamayarak eski dostum Doktor Bafralı Yanko’nun evinde bir hafta kaldığım hâlde bir takip eseri görülmediğinden yine Erenköy’e geldim.

      Buradan bulabileceğim kılavuz ve vasıta ile Anadolu’ya gitmeye cesaret edemiyordum. Çünkü kaçarken yakalanmak daha tehlikeli idi.

      Anadolu’ya iltica çaresi bulunmadıkça, er geç yakayı ele vermek tabii idi ve öyle oldu.

      Saat yirmi treniyle polis ve sivil kıyafetlerde birçok adamın pek sıkı nezaretleri altında Erenköy’den Haydarpaşa’ya geldiğimiz zaman ortalık tamamıyla kararmıştı.

      Haydarpaşa’da birkaç polis memuru tarafından karşılandım. Bunlardan biri:

      “Biraz evvel Umum Polis Müdürü Tahsin Bey telefonla, ‘Vakit geçti, Hâzim Bey yarın gelsin.’ dedi.” diyerek serbest bırakmak istediyse de diğerleri razı olmayarak beni gardaki polis odasına götürdüler ve “Polis Birinci Şube Müdürü Şerafettin Efendi buradaki lokantadadır, kendisiyle görüşünüz.” dediler.

      Polislerle beraber lokantaya girip Şube Müdürü’nü bularak Tahsin Bey’in telefonla verdiği

Скачать книгу


<p>1</p>

Ebubekir Hâzim Tepeyran’ın bahse konu kitabı 2020 yılında yeniden Elips Kitap tarafından yayınlanmıştır.

<p>2</p>

Bu kitap yirmi yıl önce (2. baskının yayımlandığı 1997’den 77 yıl önce) Umumi Hapishane’de geceleri küçük kâğıtlara yazılarak yatak altına saklamak, akraba ve dostlarımdan hapishaneye gelenlere parça parça verilerek dışarıya kaçırılmak suretiyle vücuda gelmişti. Bu uzun müddet zarfında hele Latin harflerini kabul ettiğimiz tarihten beri imla şekilleri hayli değişmişse de ben eski şekilleri yenileştirmek istemedim; çünkü ne kadar dikkat edilsede yine az çok gözden kaçarak aynı kitapta aynı kelimelerin muhtelif şekillerde bulunmaları gibi bir uyumsuzluk hasıl olacağından, vaktiyle yazıldıkları şekillerde basılmasını tercih ettim.