1
Esat Efendi tarihinden alınmış olarak Cevdet Paşa tarihi, C. 12, s. 71. (y.n.)
2
Mevzun: Biçimli, düzgün, oranlı, uyumlu. (e.n.)
3
Sakf: Dam, çatı, tavan. (e.n.)
4
“Sadrazam Deli Abdullah Paşa’nın rıza-yı hümayuna uymaz hareketleri yoksa da yangınlar o zaman İstanbul ahalisinin indinde sadrazamın beceriksizliğine alamet sayıldığından on yedi saat süren Tophane ve beş saat sürmüş olan Sultan Hamamı yangınları akabinde kendisi azil ve İzmit’e nefyolundu.” (Cevdet Paşa tarihi, c. 12, s. 71) (y.n.)
5
Memnu: Yasak. (e.n.)
6
Evliya Çelebi bu varsağıyı Dördüncü Murat’ın -yeniçeriler elinde can veren gözdesi Musa Çelebi için- yazdığını söyler. O çelebinin nasıl bir hilkat bediası olduğunu da şair Nefi, şu manzumesinde tebarüz ettirir:
Yusuf’u İsa şiyem Musa ağa kim tal’ati
Gün gibi bir şu’ledir gûya çırağı Tûr’dan
Tineti hâkinde yok asla kuduretten eser
Cismini halk eylemiş barî taalâ nur’dan
Böyle ziba suretü pakîze siret görmedim
Bir melektir gûyiya etmiş tevellüd Hûr’dan
Cebhei berrak ile ol gerdeni kâfûr – renk
Zahir oldukça giribani siyah sammûr’dan:
Seyreden kimse tulû etti kıyas eyler hemen
Âfitabı âlem ârâyi şebideye deycûr’dan!
7
Küldöken: Kadın, eş. (e.n.)
8
Tarassut: Gözleme, gözetleme. (e.n.)
9
Tekevvün etmek: Meydana gelmek, olmak. (e.n.)
10
Zulümat: Karanlıklar. (e.n.)
11
İbram: Zorlama. (e.n.)
12
Evliya Çelebi bu tekkelerin her biri hakkında malumat verir. (c. 1., s. 478) (y.n.)
13
İhsas: Üstü kapalı anlatma, sezdirme, ima. (e.n.)
14
Tuğyan: Coşma, taşma. (e.n.)
15
Mansıp: Makam, yüksek dereceli memuriyet. (e.n.)
16
Rabia, yedinci asırda keramet sahibi olarak şöhret alan ve bu şöhretini bütün İslam kadınları arasında asırlarca muhafaza eden Basralı bir bayandır. Tacürrical unvanını almıştı. İyi bir şair olarak da meşhurdu. (y.n.)
17
Düzoğlu Kirkor, İkinci Mahmut devrinde darphane kuyumcusu idi. Müesseseyi kendi hesabına işler bir ticarethane hâline koyduğu anlaşılınca kardeşi Serkis’le beraber -kafaları kesilmek suretiyle- idam olundu. İki küçük kardeşi de Yeniköy’deki yalılarının pencerelerine asıldı. Bunların ev, yalı, dükkân, hamam vesaire olarak belki bin parçaya yakın mülkleri vardı. Tasmaları inci, zümrüt ve yakut ile süslü hamam nalını kullanırlardı. (y.n.)
18
Ateh: Bunama, bunaklık. (e.n.)
19
Defterdarlık Dairesi -Maliye Nezareti adını aldıktan sonra- 1866 yılında yandı. Kapının üzerinde bulunan ve vezne olarak kullanılan köşk daha önce yıktırılmıştı. Meşhur Nafiz Paşa’nın maliye nazırlığı sırasında bu hazine dairesinin, içindeki paraların ağırlığına dayanamayarak yıkılacağı hakkında Babıali’ye tezkere yazıldığı tarihlerde görülüyor. Fakat bu paralar beşlik ve metelikti!.. (y.n.)
20
Başbakı kulu: Maliye başmüfettişi. (e.n.)
21
Tegafül: Anlamazlıktan gelme. (e.n.)
22
Muhavere: İki kişi arasında karşılıklı olarak yapılan konuşma. (e.n.)
23
Muhzır: İlgililerin mahkemede bulunmalarını sağlayan görevli.
24
Cevdet Paşa bu define vakasını kendine has olan üslupla şu biçimde anlatıyor: “Eski Sadrazam Abdullah Paşa’nın baştebdili Kara Süleyman Medine-i Üsküdar’da Valide-i Atik Camii Şerifi civarında kain hanesinin bahçesini garsi eşçar garazile bir bağcıya belletirken bir kavanoz dolusu altın zuhur ettikte sahibi hane kavanozu ihraçta istical ve bağcı dahi hakkı sükût talebinde olarak biraz niza ve cidalden sonra üç bin kuruşa muadil altına ikna ederek bakisini alıp ve derunü haneye getirip, zevcesiyle birlikte ket-mü ihfa etmişler. Kadınlar ise ekseriya sır saklamadıklarından Kara Süleyman’ın zevcesi dahi bu sırrı ketmedemeyerek ferdası komşusu bir kadına pencereden hitap ile ‘Canım hanım, sakın kimseye söyleme. Bizim bahçeyi kazdırırken define bulduk.’ diye yüksek sesle kaziyyeyi hikâye ederken mahalle bekçisi işittikte ol bağcıyı bulup, birlikte defterdar efendiye götürmekle başbaki kulu ağa Üsküdar mahkemesine varıp Kara Süleyman’ı ihzar ve iptida tenhaca ve badehu bekçi ve bağcı müvacehelerinde istintak eyledikte, inkâr eylemiş ise de hanesine varılıp, kavanoz mahalli muayene olundukta, inkâra mecali kalmadığından, kavanoz defterdar efendi huzuruna götürülerek zeri mahbup ve yaldız ve Macar cinslerinden zuhur eden altınlarla birkaç kıt’a murassa hulyi nisa tadat olundukta, yüz elli bin kuruşa (kuruş bugüne göre lira demektir) muadil gelerek darphaneye gönderildi. Bağcıya ve bekçiye münasip miktar atiyye verildi.” (Cevdet tarihi, c. 12, s. 140)