Скачать книгу

Ay’ın eski bir kuyruklu yıldız olduğunu ve Dünya’nın yanından geçerken bir şekilde yer çekimine kapılıp onun yörüngesine girdiğini savunuyordu. Bu kabul salonu gök bilimcileri, Ay’ın yanık yüzünü açıklamakta yetersiz kalıyorlardı ve bunu Güneş’in sıcaklığından kaynaklanan bir felaket olarak adlandırıyorlardı. Kuyruklu yıldızların kendi atmosferleri olduğu ve Ay’ın neredeyse hiç denecek kadar az veya hiç atmosferi olmadığı hatırlatılınca da verecek cevap bulamıyorlardı.

      Yine başkaları -ki bunlar da şüpheciler sınıfına dâhildi- Ay’ın konumu konusunda şüpheleri olduğunu dile getirdiler. Halifeler döneminde yapılan gözlemlerden bu yana, Ay’ın Dünya etrafındaki dönüşünde belli bir hızlanma olduğunu duymuşlardı ve böylelikle -hiç de mantıksız olmayarak- hızlanma sonucunda iki yıldız arasındaki uzaklığın gittikçe azalacağı ve bu çifte etki sonsuza kadar devam edeceği için günün birinde Ay’ın Dünya’ya düşeceği kanaatine kapılmışlardı. Fakat bu insanların gelecek nesiller için duydukları endişe kısa sürede sona erdi çünkü ünlü Fransız matematikçi Laplace, bu hızlanmanın çok sınırlı olduğunu ve görece bir azalma bile olacağını hesaplamıştı. Yani Güneş sistemi’nin dengesi önümüzdeki yüzyıllarda değişmeyecekti.

      Bir de batıl inançları olanlar vardı. Bu tip insanlar, sadece cehalet içinde yaşamakla kalmaz ayrıca hiç olmamış olanlar hakkında da her şeyi bilirlerdi. İş Ay’a gelince de onun hakkında da bilmedikleri yoktu! Bazıları onu insanların birbirinin yansımasını görüp konuşabileceği parlak bir ayna olarak değerlendirirken diğerleri de bugüne kadar gözlemlenmiş olan bin tane yeni Ay’dan dokuz yüz ellisinin devrim, deprem, tufan gibi felaketlere yol açtığını düşünüyorlardı. Ayrıca Ay’ın insanların kaderi üzerinde de gizemli etkisi olduğuna inanıyorlardı. Onlara göre her bir “Aylı” bir Dünyalıyla bir bağla eşleşmişti. Doktor Mead gibi onlar da “Yaşam dizgemiz tamamıyla Ay’a bağlıdır.” diye tutturuyorlardı. Öyle inanıyorlardı ki erkek çocukları yeni Ay zamanında, kız çocukları Ay’ın son evresinde doğmuşlardı. Ve daha neler neler… Yine de bu aslı astarı olmayan yanlış düşünceleri bir kenara bırakıp var olan tek gerçeğe bağlanmak hepsinin kaderiydi. Ay etkilerini kaybedince, bütün gücün tek yerde toplanmasından hoşlanan bu güruhun gözünden düştü, kimileri de onunla ilgisini kesti fakat büyük çoğunluk Ay’ın tarafındaydı. Yankilere gelince; onların tek derdi gökyüzündeki bu yeni kıtayı ele geçirmek ve en yüksek tepesinde Amerikan bayrağını dalgalandırmak idi…

      VII. BÖLÜM

      MERMİYE ÖVGÜ

      Cambridge Gözlemevi 7 Ekim tarihli o unutulmaz cevap mektubunda konuyu astronomik açıdan ele almaktaydı. Bundan sonra geriye kalan şey, sorunu mekanik yolla çözüme kavuşturmaktı. Amerikalılardan başkası, uygulamadaki güçlükler karşısında pes ederdi; onlar içinse çocuk oyunu kadar kolaydı.

      Başkan Barbicane hiç zaman kaybetmeden Gun Club üyelerinden bir çalışma komitesi oluşturdu. Bu komitenin görevi, top, mermi ve barutla ilgili üç temel soruya cevap bulmaktı. Komitede mükemmel bir teknik bilgiye sahip dört üye bulunmaktaydı; Barbicane (Oylar eşit çıkarsa onun oyu ağırlık taşıyacaktı.), General Morgan, Binbaşı Elphinstone ve sekreterlik görevini üstlenen J. T. Maston. 8 Ekim günü komite, Başkan Barbicane’in Republican Sokağı 3 numarada bulunan evinde toplandı. Gun Club’ın dört üyesinin önündeki masa sandviçlerle ve kocaman çay demlikleriyle doluydu; böylesine ciddi bir buluşmada midelerin feryatlarıyla rahatsızlık vermemesi gerekiyordu. J. T. Maston vakit kaybetmeden demir kancasına kalemini taktı ve oturum başladı.

      İlk sözü Barbicane aldı:

      “Sevgili meslektaşlarım!” dedi, “Balistiğin, yani herhangi bir itici güçle boşluğa fırlatıldıktan sonra kendi başına bırakılmış cisimlerin devinimini inceleyen bilimin en önemli sorularından birisine cevap bulmamız gerek.”

      “Ah! Balistik! Balistik!” diye söylendi J. T. Maston yüksek ve duygulu bir sesle.

      “İlk toplantımızda topun yapımı konusunu tartışmak en akıllıcası gibi gelebilir.” diye devam etti konuşmasına Barbicane.

      General Morgan “Gerçekten de öyle.” dedi.

      “Ama…” dedi Barbicane, “Epeyce düşündükten sonra şu kanaate vardım ki mermi konusu topun yapımından önce tartışılmalı çünkü topun boyutları mermiye bağlı olacak.”

      “Söz almama izin verin.” diye araya girdi J. T. Maston. İzin verilince de “Beyler!” diye söze başladı heyecanla, “Başkanımız mermi konusuna öncelik vermekle gayet iyi yaptı. Ay’a göndereceğimiz mermi bizim elçimiz olacaktır ve bu konuya ahlaki yönden bakmak isterim.”

      Mermiye böyle yeni bir açıdan yaklaşılması komite üyelerinin merakını celbetmişti. Bu nedenle kulak kesilip J. T. Maston’ın sözlerini dinlediler.

      “Sevgili dostlarım!” diye devam etti konuşmasına, “Sözü uzatmayacağım. Merminin, öldürücü merminin fiziki mevcudiyetini bir kenara bırakıyor, sadece soyut, manevi, mermiyi inceliyorum. Bana göre beyler, bir top mermisi insan gücünün en belirgin göstergesidir. İnsan gücünün tam bir özetidir. İnsan, Tanrı’ya en çok mermiyi yaratırken yaklaşmıştır.”

      “Harika!” dedi Binbaşı Elphinstone.

      “Çünkü!..” diye bağırdı konuşmacı, “İlahi güç, yıldızları ve gezegenleri yarattıysa insanlar da top mermisini yarattı. O yeryüzündeki hızın kıstasıdır, uzayda başıboş dolaşan ve hakikatte birer mermi olan gök cisimlerini baskı altına alacak olan nesnedir. Eğer Tanrı ışığın, elektriğin, yıldızların, kuyruklu yıldızların, gezegenlerin, rüzgârın ve sesin hızının yaratıcısıysa bizler de bir attan veya trenden yüz kat daha hızlı olan top mermisinin yaratıcısıyız.”

      J. T. Maston kendini kaptırmıştı. Dua eden bir kimsenin dudaklarından çıkan ezgiler vardı dilinde mermi için bu övgü dolu sözleri söylerken.

      “İstediğiniz rakamlar mı?” diye sordu, “İşte size açıklayıcı rakamlar. Sıradan bir yirmi dörtlük top güllesini ele alalım. Evet, hızı elektriğin sekiz yüz binde biri, yerkürenin Güneş çevresindeki dönüş hızının yetmiş altıda biri kadar ama topun ağzından çıkarkenki hızı sesin hızını geçer ve saniyede iki yüz tuvaza4 ulaşır. Bu, on saniyede iki bin tuvaz, dakikada on dört mil, saatte sekiz yüz kırk mil, günde yirmi bin yüz mil demektir, yani yerkürenin dönüşü sırasında Ekvator üzerindeki bir noktanın sahip olacağı hız. Bu da senede 336.500 millik hız anlamına gelir. Sonuç olarak Ay’a on bir günde, Güneş’e on iki senede, Güneş Sistemi’ndeki Neptün’e 360 senede varacaktır. İşte bizim elimizden çıkan şu sıradan top mermisinin yapacağı şeyler. Hele bu rakamı yirmi katına çıkarıp saniyede yedi millik bir hızla fırlattığımızda neler olur neler! Ah o muhteşem gülle, ihtişamlı mermi. Değil mi beyler, söyleyin, böyle bir şey yukarıda Dünya’dan gelen bir elçi olarak karşılanmaz mı?”

      Bu şatafatlı bitiş, büyük bir coşkuyla karşılandı, J. T. Maston da kutlamalar arasında yerine otururken heyecanını gizleyemiyordu.

      “Ve şimdi…” dedi Barbicane, “İşin şiirsel kısmını bırakıp sadede gelelim.”

      “Elbette.” diye cevapladı üyeler ağızları kocaman sandviç lokmalarıyla doluyken.

      “Çözmemiz gereken sorun şu…” diye devam etti başkan, “Saniyede 12.000 yarda hıza çıkan bir mermiyi nasıl yapacağız? Bunu elde edebileceğimizi düşünmek için bazı sebeplerim var. Bugüne kadar ulaşılmış hızlara bakalım bir. General Morgan bizleri bu konuda aydınlatacak.”

Скачать книгу


<p>4</p>

Tuvaz: Eski bir uzunluk ölçüsü birimi. 1968 m. (ç.n.)