Скачать книгу

sokmayacağını bilecek kadar tanıyordu.

      Impey Barbicane kırk yaşlarında, sakin, mesafeli, sert mizaçlı, gayet ciddi ve kendine güvenli, bir kronometre kadar dakik, temkinli ve kolay kolay sinirlenmeyen, hiçbir şekilde kibar olmayan fakat diğer yandan gayet cesur ve en zor durumlarda bile pratik çözümler üretebilen tam bir İngiliz, bir Kuzey kolonicisiydi. Stuart Hanedanı’nın başına bela olan Toparlak Kafalıların2 soyundan gelmekteydi. Ana vatanın süvarileri olan Güneyli beylerin amansız düşmanıydı. Yani tek kelimeyle katıksız bir Yanki idi.

      Barbicane kereste ticaretinden zengin olmuştu. Savaş esnasında topçu sınıfının başına atanarak üretkenliğini ispatlamıştı. Bu silahların gelişimine katkıda bulunmuş ve deneysel çalışmalara benzersiz bir ivme kazandırmıştı.

      Orta boylu biriydi ve Gun Club’da pek de rastlanmayan bir şey olarak kolları ve bacakları yerli yerinde duruyordu. Yüzünün keskin hatları sanki bir cetvel ve pergel kullanılarak çizilmişti. Eğer bir insanın mizacını anlamak için yüzüne bakmak gerektiği doğruysa ve Barbicane’inkine bakarsanız, enerji, korkusuzluk ve soğukkanlılığı rahatça okuyabilirdiniz.

      O esnada sessizce, düşüncelere dalmış bir vaziyette, koltuğunda oturmaktaydı. Başında ise Amerikalıların kafasına vidalanmış gibi duran yüksek silindir şapkası vardı.

      Çevresindeki, birbirlerine sorular soran, birtakım tahminlerde bulunan, onun hiç değişmeyen yüzünden bir anlam çıkarmaya çalışan meslektaşlarının gürültülü konuşmalarına rağmen dikkati dağılmıyordu.

      Büyük girişteki tok sesli saat sekizi vurduğunda Barbicane zembereğinden boşalmışçasına birden ayağa fırladı. Ortalığa tam bir sessizlik hâkim oldu ve vurgulamaya özen gösteren konuşmacımız, şu sözleri sarf etti:

      Başkan Barbicane

      “Benim cesur meslektaşlarım, elimizi kolumuzu bağlayan bir barış, uzun zamandır bizleri, Gun Club üyelerini, üzücü bir rehavete itmiş durumda. Birçok olaya şahit olduğumuz yıllardan sonra, çalışmalarımıza ara verip ilerlemekte olduğumuz bu yolda duraksamak zorunda kaldık. Şunu cesurca ifade ederim ki bizleri tekrardan savaş alanlarına çekecek bir savaşın özlemi içindeyiz!”

      “Evet, savaş!” diye bağırdı J. T. Maston.

      “Susun da dinleyin!” diye karşılık geldi her taraftan.

      “Fakat beyler, içinde bulunduğumuz durumda maalesef ufukta bir savaş görünmüyor ve sözümü kesen saygıdeğer üye ne düşünürse düşünsün -bunu ne denli çok istesek de- toplarımızın savaş meydanlarını gümbürdetmesi için uzunca bir zaman beklememiz gerekebilir. Yani kararımızı verip hasretle beklediğimiz olayların gerçekleşmesi için harekete geçmeliyiz!”

      Herkes başkanın konuşmasının en önemli anına yaklaşıldığını hissetmişti ve heyecan da aynı oranda artıyordu.

      “Birkaç aydan beri sevgili dostlarım…” diye devam etti Barbicane, “Kendi kendime, çizgilerimizden çıkmadan XIX. yüzyıla yaraşır bir işe girişemez miyiz veya ateşli silahlar alanındaki gelişmeler bizi bu girişimimizde başarıya ulaştıramaz mı diye sorup durmaktayım. Çalışıp, değerlendirip, hesaplayıp duruyorum ve çalışmalarımın sonucunda ulaştığım sonuç şudur: Başka hiçbir ülkenin düşünemeyeceği bir girişimde başarılı olabiliriz. Sizlere ve Gun Club önderlerine yaraşır bir iş bu ve dünyada kesinlikle ses getirecek!”

      “Ses mi?” diye bağırdı heyecanlı bir topçu.

      “Kelimenin tam anlamıyla ses.” diye cevap verdi Barbicane.

      “Sözünü kesmeyin!” sözleri yükseldi dört bir yandan.

      “Bu durumda cesur arkadaşlarım, bütün dikkatinizi sözlerime vermenizi istirham ediyorum.”

      Salonu bir heyecan dalgası sardı. Hızlı bir hareketle şapkasını düzelten Barbicane, hararetle konuşmasına devam etti:

      “İçinizde hiç Ay’ı görmemiş, en azından adından söz edildiğini duymamış birisi yoktur. Sizlere gecelerin kraliçesinden bahsetmeme şaşırmayın. Belki de bizim bu bilinmeyen dünyanın Kolomb’ları olmamız kaderimizdir. Sadece planımın bir parçası ve benim destekçim olun ve ben de sizi onun fethedilmesine ve Birleşik Devletler’in otuz altı eyaletine eklenmesine ortak kılayım.”

      “Ay’a, Ay’a, Ay’a!” diye tüm üyeler bağırdı hep bir ağızdan.

      “Ay, sevgili dostlarım, uzun zamandır dikkatle incelenmekte.” diye devam etti Barbicane, “Kütlesi, yoğunluğu, hacmi, yapısı, hareketleri, uzaklığı ile beraber aynı zamanda Güneş Sistemi’ndeki konumu da tam olarak belirlendi. Yeryüzü haritaları kadar ayrıntılı selenografik haritalar çizilmiştir. Çekilen fotoğraflar uydumuzun güzelliğini gözler önüne sermiştir. Tüm bu bilgiler bize matematiksel bilimin, astronominin, jeolojinin ve ışık biliminin verdiği bilgilerdir. Ama günümüze kadar kimse Ay’a gitmeyi başaramamıştır.”

      Konuşmacının bu sözleri üzerine bir heyecan dalgası yükseldi salondan.

      “İzin verin de…” diye devam etti Barbicane, “Sizlere düşsel yolculuklara başlayan bazı coşkulu kimselerin uydumuzla ilgili gizemleri nasıl çözdüklerinden bahsedeyim. XVII. yüzyılda David Fabricius adlı birisi, Ay’da yaşayanları kendi gözleriyle gördüğünü ileri sürmüştür. 1649’da bir Fransız, Jean Baudoin, ‘İspanyol Kâşif Domingo Gonzalez’in Dünya’dan Ay’a Yolculuğu’ adlı eseri yayımlamıştır. Aynı dönemlerde, Cyrano de Bergerac da Fransa’da büyük ses getiren ünlü hikâyesini yayımlamıştır. Fontenelle adlı başka bir Fransız da -bu adamlar da Ay’la ne çok ilgilenmişler- kendi döneminde bir başyapıt olan ‘Dünyaların Çoğulluğu’nu yazmıştır. Bu kitap bir başyapıt olmuş fakat bilim gelişirken başyapıtları bile ezebiliyor. 1835 yılında ise ‘New York American’ adlı dergide çevirisi yayımlanan bir kitapçıkta, astronomi gözlemleri yapmak için Ümit Burnu’na giden Sör John Herschell’ın içten aydınlatmalı bir teleskopla Ay’ı seksen yardadan daha kısa bir mesafeden gözlemleyebildiğinden bahsedilmektedir! Böylece hipopotamların yaşadığı mağaraları, altın işlemeli yeşil dağları, fil dişi boynuzlu koyunları, beyaz geyikleri ve yarasa kanatlarını andıran kanatları olan yerlileri gözlemleyebilmiştir! Locke adında bir Amerikalıya ait olan bu broşür, çok sayıda satılmıştır. Gel gör ki kısa bir zaman sonra bunun bilimsel bir yalan olduğu ortaya çıktı ve eserle ilk alay edenler Fransızlar oldu.”

      Gun Club Toplantısı

      “Bir Amerikalıyla nasıl alay ederlermiş!” diye haykırdı J. T. Mas-ton, “İşte size bir savaş nedeni!”

      “Tasa etmeyin saygıdeğer dostum, Fransızlar alaya almadan evvel yurttaşımızın yazdıklarına pek aldanmışlardı. Bu hızlı anlatımı sonlandırmam gerekirse Rotterdam’lı Hans Pfaal’ın nitrojenden elde ettiği ve hidrojenden otuz beş kat daha hafif olan bir gazla doldurduğu balonla on dokuz saatlik bir yolculuk sonunda Ay’a ayak bastığını belirtmem gerek! Daha önce anlattıklarım gibi bu seyahat de tamamen hayal ürünüdür ve ünlü, çok zeki, sevilen bir Amerikan yazarın kaleminden çıkmıştır, yani Edgar Poe’nun!”

      “Yaşasın Edgar Poe!” diye bağırdı kalabalık, başkanın sözlerinden oldukça etkilenmişlerdi.

      “Burada…” diye söze girdi Barbicane, “Sadece kâğıt üzerinde kalan ve gecenin kraliçesiyle ilgili hiçbir ayrıntıya ışık tutamayan araştırmaları sıraladım. Yine de şunları da eklemeliyim ki birkaç sivri zekâlı adam, Ay ile ciddi olarak iletişime geçmeye

Скачать книгу


<p>2</p>

İngiltere’de iç savaş esnasında, krala karşı Parlamentoyu destekleyen kişilere verilen ad. Kral yanlılarının aksine saçlarını kısa kestiren püritenlerle alay etmek için ortaya çıkmıştır. Toparlak Kafalı, parlamenter kelimesinden daha çok akılda kalır olduğundan bu şekilde anılmışlardır. (ç.n.)