Скачать книгу

nièce’i44 Fransa’da Altıncı Şarl’ın kraliçesinin dame d’honneur’ü45 ile yan be yan sofraya oturmuştur. Zadegân şeydir. Fakat modestiden ayrılmaz. Fransızca enstrüksiyon’u metod ile verir. Birkaç aydan çocuklar Frenkçe bülbül gibi ötmeye başlarlar. Ben onun yanında Fransızca laf etmeye sıkılırım. Masculin’lerde, féminin’lerde hiç yanlışlık istemez. Şıp deyi insanın hatasını yüzüne vurur…”

      Övmedeki bu uzun uzadı sözleri kısa kesmek için Firuze Hanımefendi tatlı bir gülümseme ile:

      “Madam Krike’yi siz buraya gönderiniz. Hakkında ettiğiniz medihler onu bize beğendirdi. Gelsin, bizi görsün. Bakalım kendisi de buradan hoşlanacak mı?”

      “Ne deyi hoşlanmasın efendim? Sizden âlâ bir hanımefendi, bundan büyük bir kapı mı bulacaktır? Fakat Frenk olduklarından aksatalarını tırınk görmek isterler. Madde budur işte…”

      2

      Merhum Şadi Efendi Ailesi

      Boğaziçi’nin … köyündeki Şadi Efendi Yalısı beş on yıldır artık viranlaşmaya başlamıştı. Eski parlaklığını bilenlerden düşkünlüğünü gizlemek istiyor gibi o koca yapı, sarkık saçaklarını, kırık kafeslerini, dökük kaplamalarını, çarpık kapılarını sanki arkasındaki korunun koyu karanlığında bırakmak için arkaya eğik bir haraplık vaziyeti almıştı.

      Çok iri parçalarının birçoğu denize yürüyerek büyük aralıklar, oyuklar açılmış, eskiden dört beş metre olan eninin bazı yerleri şimdi ancak bir insan geçebilecek kadar dar bir geçit hâline girmiş olan o rıhtıma; vaktiyle ne parlak kayıklar yanaştığını, ne uğurlu ayaklar bastığını, o pencerelerden görünen avizelerin şaşaalı aydınlığı altında ne süslü ziyafet sofraları kurulduğunu, o taşların, o ağaçların ağzı dili olup da söyleyebileydiler, dikkatli bir kulak her kovuktan bin ibret destanı işitirdi.

      Bu yalıda oturanları beslemek için, Rumeli’deki çeşit çeşit çiftliklerden, Beyoğlu’nda, vilayetlerdeki akarlardan gelen altınlar sayıca korunun ağaçlarındaki yaprakları yarış edecek bir bollukla buraya su gibi akarken, şimdi o zenginlik hiç şüphe yok yılların devretmesiyle ve birbirini izlemesiyle gene bunun gibi bir virane hâlini alacak olan başka evlere, başka ailelere akıntısını çevirmişti.

      Yalının eski kalabalık gürültüsü artık derin, korkunç bir sessizliğe dönmüştü. Fakat şimdi korudaki kuşların ötüşü daha hazin işitiliyor, kıyının oynak dalgaları daha manalı inliyordu.

      Sarrafların, tefecilerin dalavereci ellerine geçmiş bunca akar ve irattan ellerinde kala kala bir buçuk çiftlik kalmış ve hâlâ eski servetin suyuna tirit geçinerek, ettikleri israfların kaynağını kimseye bildirmemek için ser verip de sır vermeyen Firuze Hanımefendi ile mahdumu Hami Bey yalının bir dairesini olabildiği kadar tamir ettirerek pencerelerine panjurlar taktırmışlar, çerçeveleri değiştirmişler, o koca sofaları camekânlarla böldürmüşlerdi.

      Firuze Hanımefendi on sekiz, on dokuz yaşında eşsiz bir gönül avcısı iken yetmiş beşlik bir efendinin galiba sıra numarasıyla yetmişinci olarak gerdeğine girmişti. Kızın öyle kaynar bir çağda, efendinin ise kanı donmuş bir güçsüzlük heykeli hâlinde bulunması bu evlenmeden bir çocuk olmasını düşünmeye bile kimseye cesaret veremez iken Tanrı’nın bilinemez kudreti ile senesinde dünyaya tosun gibi bir oğlan gelmesi âlemin dedikodusuna ucu bucağı bulunmaz yollar açmıştı.

      On on beş senedir hekimlerin muayenesi ile bu hususta güçsüzlüğü açıkça belli olmuş olan efendinin modern hekimlik fennini yalanlayarak dünyaya gelen bu umulmadık, bu son çocuğu ağbani46 kundak, yeşil duvakla kucağına verildiği vakit rahmetli Şadi Efendi sahiden sevinç yaşı dökerek kendisi için güçsüzdür diyen bilgisiz hekimlerin şu apaçık yalanlarına öfkelenmekten çok, kâhya efendinin yarım dirhemini beş liraya yutturduğu kuvvet macununun insana hayretler veren tesirine sevinmişti.

      Daha doğrusu efendinin verimdeki kısırlığı Hami’nin doğumundan sonra yaşlanmak yüzünden dimağına vurarak çocuğun dünyaya gelmesi macun yüzünden midir? Hangi haricî sebeptir? Bunu pek fark edemedi. İstenen bir çocuk değil mi? O da olduktan sonra o kadar ince eleyip sık dokumada ne mana var?

      Zehirli iftiralar yayan terbiyesizlerin yersiz iddialarını yalan çıkarmak için Firuze Hanımefendi bazı bazı kundağı bunak kocasının kucağına koyarak “Bakınız efendim, oğlunuzun gözleri, kaşları, hele o irice kulakları zatıalinize ne kadar benziyor.” sözleriyle iftiraları çürütmeye uğraştığı sırada efendi gözlüğüne çekidüzen vererek bu benzerliğin birazını olsun bulabilmek için yavrucağa saatlerce gözünü dikerek boş yere yorulurdu. Hanımın, çocukla kendi arasındaki bu benzerlik iddiasına çok kere sesini çıkarmaz, ara sıra da canı sıkılarak “A hanımcığım, daha bir aylık çocuğun sana bana benzediği belli olur mu? Hele biraz büyüsün kime benzediği sonra anlaşılır.” derdi.

      Efendinin son derece saflıkla verdiği bu cevap, içi çıfıt çarşısına benzeyen hanımca kötü yorumlara pek elverişli görünerek bu benzeyiş işinin şimdiden tasdik edilmeyip de ileriye bırakılması kendisini pek çok düşündürürdü.

      Önceleri miras hakları varken Hami’nin doğmasıyla mirasçılıktan çıkan bazı akraba, efendinin uzaktan yakından hısımları dedikoduda pek ileri vararak selamlıktaki genç çubukçu ile çocuk arasındaki fazla benzerliği pek de yaradılıştan olma tesadüfe vermeyerek, bundan birçok manalar çıkararak Firuze’yi suçlandırmaya yürümek isterlerdi.

      Çocuk beş yaşında iken efendi babası dünya değiştirdi. Bu kadar malın tek mirasçısı olan Hami daha dünyadan habersiz masum bir çocuk, annesi ise başında kavak yeli esen bir genç kadın. Dünya geçimi nedir? Para nereden gelir? Nasıl sarf edilir? Bunu bilmek değil, düşünmeye bile hiç lüzum duymamışlardı. Rahmetli efendinin âdeta taptığı, hayatının ışığı, canı cananı olan Firuze, arzu ettikçe elini çekmecelere sokar, avuç avuç çıkardığı altınları etrafına bol bol saçar ve o altın parçaları orada kendi kendine kaynayıp da ortaya çıkar gibi saçma bir zehapta bulunurdu. Paranın yokluğu yüzünden dünyada yoksulluk, sefalet mevcut olduğunu, o maden parçacıklar için ne vuruşmalar, cinayetler, felaketler ortaya çıktığını bile hemen bilmiyor gibiydi.

      Konaktan cenaze çıktığının akşamı Firuze’nin iki gözünden bela seli gibi matem yaşları akarken ağladığı odanın kapısına vekilharç gelerek “Bu akşamdan itibaren konağın idaresi için yapılan ve yapılacak olan masraflar üzerinize borç kaydediliyor.” ihtarıyla bir defter çıkardı. Toplamı birçok liraya varan birtakım hesaplar okudu.

      Firuze bu ihtardan çıkacak korkunç sonucu aklına bile getirmeyerek, yalnız uşak makulesi bir herifin izin almadan harem dairesine girerek doğrudan doğruya kendine söz söyleyebilmesindeki cesaretine, bu terbiyesizliğin, saygısızlığın derecesine şaştı. İşte o zaman yüreğine efendinin ölümünden acı, keskin bir teessür hançeri saplandığını duydu.

      Öyle uzun uzun hesap kitap dinleyecek zamanda olmadığını, o saygısız herifi kapı önünden kovmalarını el, kaş, göz işaretiyle yanındaki kadınlara anlattı. Bu milyonlara malik taze dulun gözüne girmek için emirlerini yapmada birbirleriyle yarışa çıkışan dalkavuk kadınlardan biri haddini bildirecek azarlarla vekilharcı kapıdan savdığı sırada herif oradan çekilip giderken kendi kendine Zavallı han-fendi, bunak kocanın zamanındaki nazlar, densizlikler geçmiş ola. Bundan sonra senin yüzüne gülecekler, sana yedirmek değil senden yemek için güleceklerdir. Aklını başına topla. Hanlarını, hamamlarını elden çıkarıp

Скачать книгу


<p>44</p>

Nièce: Kız yeğen. (e.n.)

<p>45</p>

Dame d’honneur: Nedime. (e.n.)

<p>46</p>

Ağbani: Üzeri turuncu iplikle işlenmiş sarımtırak kumaş. (e.n.)