Скачать книгу

komşularımızdan birinin karısı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Kadınların ağıt yaktığını duyunca taziyede bulunmak üzere arkadaşımın yanına gittim. Zavallının durumu çok vahimdi. Acısından olacak âdeta hasta gibiydi. Ona başsağlığı diledim ve onu rahatlatmaya çalışarak:

      ‘Karın için üzülme. O şimdi Allah’ın rahmetine kavuştu. Dilerim ki Allah sana ondan daha iyi bir eş nasip eder ve senin ömrünü uzatır.’ dedim.

      Ama o acı içinde gözyaşları dökerek şöyle cevap verdi: ‘Ah dostum… Bir günlük ömrüm kalmışken başka biriyle nasıl evlenebilirim?’

      ‘Kendine gel ve böyle şeyler söyleme. Çok şükür ki hayattasın. Sağlığın da sıhhatin de yerinde.’

      ‘Bir bilsen neler olacağını… Yarın beni kaybedeceksin ve mahşer gününe dek de bir daha göremeyeceksin.’

      Neden böyle konuştuğunu sorduğumda bana şöyle cevap verdi:

      ‘Karımı gömdükleri zaman beni de onunla beraber gömecekler. Bu bizim geleneğimizdir. Eğer kadın önce ölürse kocasını onunla beraber gömerler. Aynı şekilde adam öldüğünde de karısını… Böylece eşini kaybeden kimse onun ardından hayatın zevklerini tadamaz.’

      ‘Allah, Allah! Bu duyduğum en korkunç, en vahşi gelenek! Bu böyle devam edemez!’ diye haykırdım.

      Bu arada kasaba halkı geldi ve arkadaşımı teselli etmeye koyuldular. Cenaze merasimi başlamıştı. Önce kadını ve kocasını tabuta yerleştirip şehrin dışına, deniz kıyısında dağlık bir yere götürdüler. Dağın dibine geldiğimizde yerde duran büyükçe bir taşı kaldırdılar. Gördüğüm şey beni bir kez daha dehşete düşürmüştü. Kocaman, karanlık bir çukur… Cesedi çukura attıktan sonra arkadaşımı halata bağlayıp aşağı sarkıttılar. Bir miktar ekmek ve bir sürahi su vermeyi de ihmal etmediler tabii… Zavallı adamın dibe ulaştığından emin olduktan sonra da çukuru kapayıp şehre döndüler.

      Kendi kendime, Bu şekilde ölmek ne kadar da korkunç! dedim. Sonra hükümdarın yanına gittim ve ona sordum: ‘Efendim, insanları neden diri diri gömüyorsunuz?’

      ‘Bu bizim âdetimizdir. Çok eski zamanlardan beri bu böyle devam eder. Eşleri birlikte gömeriz ki ölümden sonra bile ayrılmasınlar.’

      ‘Ey hükümdarım! Peki benim gibi başka ülkeden gelen bir adamın karısı öldüğünde ona da aynı şekilde mi muamele edersiniz?’

      ‘Tabii ki! Aynı şey onun için de geçerli.’

      Bunu duyunca mideme ağrılar girdi. Başıma gelebileceklerden korkuyor, büyük bir endişe duyuyordum. Zihnim karmakarışıktı. Kendimi dehşet verici bir zindandaymışım gibi hissediyordum. Olur da karım benden önce ölür, beni de onunla birlikte gömerler diye korkuyor, bu şehirdeki herkesten nefret ediyordum. Fakat bir süre sonra kendimi rahatlatmaya başladım. Şöyle düşünüyordum:

      Umarım ondan önce ölürüm ya da o ölmeden ülkeme geri dönerim. Kimin ne zaman öleceğini kimse bilemez ne de olsa…

      Kendimi çeşitli işlerle meşgul ediyor, bu düşünceden uzak kalmaya çabalıyordum. Çok geçmeden karım hastalandı, yataklara düştü ve birkaç gün sonra Hakk’ın rahmetine kavuştu. Bunun üzerine hükümdar ve halk, âdetleri olduğu üzere yanıma gelip bana ve karımın ailesine başsağlığı dilediler. Başıma geleceklerden dolayı beni de teselli etmeyi ihmal etmediler tabii…

      Karımı yıkadılar ve ona en güzel giysilerini giydirip en pahalı mücevherlerini takarak tabuta yerleştirdiler. Sonra da bahsettiğim dağlık yere götürüp oradaki çukura attılar. Karımı mezarına yerleştirir yerleştirmez bütün eş dost yanıma gelip bana veda etti ve kendi ölümümden dolayı beni teselli etmeye çalıştılar. Bu arada ben şunları söyleyerek ağlıyordum:

      ‘Yüce Allah, canlı birini böylesine gömenlerden asla razı olmaz! Ben bir yabancıyım, sizden biri değilim, sizin töreleriniz beni bağlamaz. Eğer böyle olacağını bilseydim asla sizden biriyle evlenmezdim!’

      Fakat söylediklerime kulak veren, acımı anlayan biri çıkmadı. Beni zorla bağlayıp çukura bıraktılar. ‘Âdetleri olduğu üzere yedi parça ekmek ve bir sürahi su vermeyi de unutmadılar. En dibe indiğimde beni bağladıkları ipi çözmemi söylediler fakat ben bunu yapmayı reddettim. Onlar da ipi üzerime atıp çukuru kapattıktan sonra gittiler.

      Etrafa bakındığımda her yerin ölü bedenlerle dolu olduğunu gördüm. İğrenç, keskin bir koku her yeri sarmıştı ve ölmek üzere olanların iniltileri her yerde yankılanıyordu. Bu görüntü üzerine yaptıklarım için kendimi suçlamaya başladım. Kendi kendime:

      Allah biliyor ya başıma gelen ve gelecek olan her şeyi hak ettim! Ne diye bu şehirden biriyle evlenmek belasına bulaştım ki? Ama tek galip Allah’tır ve yalnızca onun dediği olur. Yine her zaman olduğu gibi bir beladan kurtulup daha beterine düştüm. Ya Rabbi! Bu ne korkunç bir ölüm şeklidir? Keşke doğru düzgün bir ölümle sonlansaydı hayatım, bir Müslüman gibi yıkanıp kefenlenseydim… Ah, ah… Denizde boğulmayı ya da dağlarda helak olmuş olmayı şu duruma bin kere tercih ederdim! diyordum.

      Böyle böyle kendimi suçlayıp ahmaklığımın ve açgözlülüğümün neticesi olan o çukurda dolanıyordum. Geceyi gündüzden ayıramıyordum. Vaktimi, iğrenç şeytana bela okuyup Rabb’imden bağışlanma dileyerek geçiriyordum.

      Bir ara kendimi kemiklerin arasına attım ve içinde bulunduğum durumun vehametinin de etkisiyle yalvar yakar Allah’a dua etmeye başladım. Bir türlü nasip olmayan ölümün bir an evvel gelip beni bulmasını diliyordum. Açlığın ateşi midemi kavurduğunda ve susuzluk boğazımı yaktığında küçük bir parça ekmeği bir yudumcuk suyla yutuyor, kendimi yatıştırmaya çalışıyordum. Meğer hayatımda görüp göreceğim en kötü gece işte o geceymiş! Koca bir mağarada cesetlerin arasında yalnız başıma geçireceğim ilk gece!.. Ayağa kalktım, çukurun içinde dolanmaya başladım. Geniş, uzun bir alan keşfettim ki zemini ölü bedenlerle ve kaç zamandır orada durduğu belli olmayan çürümüş kemiklerle kaplıydı. Boş bir alanda, cesetlerden biraz olsun uzakta kendime uyuyabileceğim bir yer yaptım. Orada bir süre kaldım; ta ki yanımdaki ekmek ve su tükenene kadar… Hâlbuki sadece iki günde bir yemek yiyor, çok susamadıkça su içmiyordum; çünkü ölmeden önce yiyecek ekmeğin ve içecek suyun tükenmesi beni çok korkutuyordu. Kendi kendime, Az ye ve az iç, belki de Allah’ın seni kurtaracağı gün yakındır, diyordum.

      Yiyecek içeceğimin tükenmek üzere olduğu bir gün, kara kara düşünüp derdime yanarken birden çukurun ağzını kapayan taş kaldırıldı. Uzun zaman sonra ilk kez gördüğüm gün ışığı, gözlerimi kamaştırıyordu. Kendi kendime, Acaba yukarıda neler oluyor? Umarım yeni bir ceset atarlar… dedim.

      Sonra çukurun etrafında duran insanlara baktım. İlk önce aşağıya ölü bir adam attılar, sonra da feryat figan ağlayan bir kadını sarkıttılar. İlginçtir ki bu kadının yanında, herkese verdiklerinden daha fazla yiyecek içecek vardı. Herhâlde soylu biriydi. Kendisine baktığımda oldukça güzel bir kadın olduğunu gördüm fakat o, beni fark etmemişti. Cenaze işlemlerini bitiren kalabalık, çukuru kapatıp gittikten sonra elime irice bir kemik aldım ve kadının kafasına vurdum. Çığlık çığlığa bağırdı ve yere düştü. Bense vurmaya devam ediyordum. Ta ki öldüğüne emin oluncaya kadar… Sonra ekmeğini, suyunu ve kendisini süsledikleri pahalı mücevherleri, altınları aldım. Burada kadınları en güzel ziynetleriyle gömmek âdettendi. Bu da benim oldukça işime yaramıştı.

      Ekmekleri ve suyu, uyumak için kaldığım kısma götürdüm. Sonra da beni hayatta tutacak kadar yedim ve içtim. Elimdeki az miktarda besini birden tüketmemeye özen gösteriyordum çünkü açlıktan ölmek korkusu

Скачать книгу