Скачать книгу

Ancak Stalin zamanında bile babasızlığın ve yetimliğin acısını hep hissetti. “Halk düşmanı”nın geçmişte acı çekmenin, aşağılanmanın izlerinin, oğlunun da babasının da suçsuz ve dürüst olduğunu, çalışmaya, hizmete adanmış olduğunu ispatlamak için, bunu bağırmak için sürekli bir istek taşıyarak hayatına devam etti. 20. yüzyılın son dönemlerinin ünlü Rus şairlerinden Yuri Kuznetsov’un “20. Yüzyılın Alacakaranlık Meleği” adlı eserinde bir şiir vardır “Babama”:

      Mezarında ne diyebilirim ki,

      Ölmeye hakkın yok senin

      Bizi dünyada yapayalnız bıraktın.

      Bir bak anneme, o sağlam bir yara.

      Böylesini ancak rüzgâr bilir,

      Böylesi bir acının yaşlılığı yok baba

      Biz kederler içinde dul kalmışız,

      O senden çocukları istemişti.

      Uzaklardaki bulutların belirtileri gibi,

      Dünyaya uçuk hareketlerini gösterdi.

      Kafasında büyüttüğü kız erkek kardeşlerime

      Bunu kime anlatabilirim ki?

      Mezarlıklara soramam mezarlıkları,

      Neyi bekliyorum, yıllar uçup giderken.

      Baba! Haykırıyorum. Vermedin bize hiç mutluluk!..

      Annem korku içinde kapatıyor ağzımı.

      Bu dizeler Sovyet döneminin faklı farklı “babaları” belki de eski nesilleri hakkındadır. Kırgızistan’ın hemen tüm şairleri olarak Lenin’in babası, Stalin’in Sovyet halkına korku ve gözyaşları getiren babası 40’lı – 50’li yıllarda yetişen nesiller hakkındaydı.

      Bir Kırgızistan edibi ve çevirmeni olan Mihail Aleksandroviç Rudov, gençliğinden beri tanıdığı Aytmatov’un giyinişini, yetimliğini ve yetim görünüşünün açıklığını bu dizelerle ifade etti. Sanki bir an için hiçbir duygusu kalmamıştı: “Yetimin Cengiz imasını herkesten daha iyi tanıdım ve hissettim, çünkü kendisi bir yetimhanede büyüdü ve yetişkinlikte bile kendisine ettiği haksızlığın farkındaydı.”

      Bu arada C. Aytmatov otuzlu yaşlara giriyordu ve daha çok, daha etkin yazıyordu.

      Edebiyat onun kaderi olmuştu.

      Anna Ahmatova’nın “El Sanatları Sırrı” olarak adlandırdığı gerçeğini çok nadiren paylaşmış, edebiyat hakkındaki görüşlerini savunurken kalem kavgalarıyla uğraşmak zorunda olmasına rağmen kendi metinleri hakkında yorum yapma alışkanlığı kazanmamıştır. Ama kesinlikle yaratıcılığını bir misyon aracı olarak gördü, üstelik peygamber ve havarileri konusunda Kırgız kültürü ve manevî dünyasına dair önseziler taşıyordu.

      Yuri Kuznetsov’u tekrar hatırlayalım. Şiirlerinden biri bence ışıldayan yazar Aytmatov’a işaret ediyor.

      Gökyüzünden düşen kartal tüyü

      Bana teslim oldu şeytan.

      “Yaz!” dedi ve sinsice göz kırptı.

      Kartal tüyü seni gölgeleyebilir.

      Rastgele bir yükseklikle işaretli.

      Ruhum bu koşuşturmaya isyan etti.

      O günden beri dağların buzulu ağrıtır kalbimi

      Ruhum yumuşuyor, ellerim erir.

      KAYIP NESİL, TÜY ÖRNEĞİ

      Yazar Aytmatov’un ilk edebi yayını 1952’de “Kırgızistan” (No:2, s.77) makalesinde yayınlanan “Gazetçik Dzyuyo” adlı kısa bir hikâyeydi. Hikâye Rusça olarak kaleme alınmıştır.

      Ardından başka eserleri takip etti, ancak Kırgızca ve Kırgızistan temalarını içeren konular. Zaman ilerlemeden gerçek barut kokusunu almanın ve hayatta çok şey öğrenmenin vakti gelmişti. Hem ölüm korkusu hem de kaybın acısı, lakin yaşamaya devam etmek lazımdı.

      Cengiz Aytmatov ilk hikâyelerini yazdığı sıralarda Kırgız edebiyatı derin bir yenilenme dönemine girmişti. Savaş sonrası neslin temsilcileri ulusal edebi sürece dâhil olmuşlardı ve her yerde kendi sözünü söylemenin, kendi konusunu bulmanın kaygısındalardı. Edebiyatta diğer sanat dallarındaki gibi muazzam değişimler yaşanıyordu. “Altmışların” ruhsal deneyimi henüz yapılmamıştı ve bu arada hayat yeni konular dikte ediyordu, yeni kahramanları öne sürüyordu, ilginç ilginç ideolojik tarz ve üslup süreçleri yaşanıyordu.

      Aytmatov’un ilk çıkışı eleştirmenlerin okuyucuların dikkatini çekmedi. Okundu, isim hatırlandı ama bundan ötesi olmadı. Yazarlar o yıllarda Kırgızistan’ın edebi manzarasına uyuyorlardı, hiçbir şey göstermiyorlardı. Bazı şeylere ve dile yeni bir bakış getirme dışında. Bu eserleri okuduğumuzda, örneğin: “Zor Geçiş”, “Baydamtal Nehri Üzerinde”, “Supajcı”, “Beyaz Yağmur” hikâyelerinde sanatsal kaygının iki dil, Rusça ve Kırgızca ekseninde oluştuğunu görüyoruz. Aytmatov’un ünlü “melez” stili daha sonraları gelişti, ama ilk adımlardan itibaren bir sanatçı olarak iki dilde düşünmeyi öğrenir. Her ikisi de onun için aynı ve organiktir. Bunların meyveleri “Yüz Yüze”, adlı askeri zorluk zamanlarının hikâyesiyle karşımıza çıkar. İlk önce Kırgızca olarak “Ala-Too” dergisinde ve daha sonra Rusça olarak “Oktyabr” dergisinde yayınlamıştır.

      Daha önce bilinen Kırgız eleştirmeni Keñeşbek Asanaliyev, kendisi için yoğun bir araştırmayı, onun yolunu, çıraklık dönemini, ciddi konulara ve yeni tarzlara hazırlık döneminde olduğunu düşünmekte ve irdelemektedir. “Baydamtal Nehei Üzerinde” ve “Sipaycı”nın belli seviyelere erişememiş olsa da Kırgız Edebiyatında hâlâ mühim bir yer teşkil etmektedir.

      “Edebi Mücadele” adlı anılarında yine aynı Asanaliyev, C. Aytmatov ile tanışmasını hatırlatır. Onun öykülerini okumasının pek bilinmeyen bir yazar ve düşünür olan B. Amanaliyev tarafından kendisine tavsiye edilmesiyle gerçekleştiğini ve bu tavsiyeden hiç de pişman olmadığını ifade etmiştir.

      Bu hikâyeleri Kırgızistan Yazarlar Birliğinde sunulan bir raporda şöyle değerlendirdi: “Yazar bir anlatı çerçevesinde çok detaylı olayları çabucak hızlandırmıyor, ama düşünceli ve titiz davranıyor. Hikâyeleri ve kullandığı betimleme diğer Kırgız yazarlardan çok farklıdır.”Bu görüş özellikle daha sonra Kırgız edebiyatının en önemli eleştirel akıllarından biri olarak şimdilik acemi olan yazarın içselliğini daha da derinleştirecektir.

      Henüz gerçek Aytmatov doğmamıştı. Başka unsurların yanı sıra dışlanmışlık farkında olmadan “halk düşmanının oğlunu(!)” engelliyordu. Onun iç özgürlüğü yoktu. Nispeten yeni parti kararları, Zhdanov’un ideolojik manşetleri, hala Stalin’in devlet makinesinin buz pateni pistinin altına giren yazar ve eleştirmenlerinin yeni örnekleri sürekli olarak genç Aytmatov’un gözlerinin önündeydi. Bu tür baskı yavaş yavaş Stalin’in ölümünden ve 1956’da Komünist Partinin 20. Kongresinde Nikita Kruşçev’in raporundan sonra “Bireyin Kült ve Sonuçları Üzerine” ortadan kalkmaya başladı.

      Bugüne değin bu doğuş az ya da çok doğru olabilir. 1957 yılı. O zaman yazar bir ışık gördü ve “Yüz Yüze” adlı hikâye yayınlandı. Hikâye yayınlandığında yazar, “devletin bazı eleştirmenleri tasvir edilen olayların güvenilirliğini sorgulamaya çalıştılar. Kırgız halkına dair bir aşağılama gördüler.”Bir asker, bir vatan haini öyküden çıkarıldı. Bu edebi şemalara uygun değildi. Ancak altı yıl sonra,

Скачать книгу