Скачать книгу

terliyordum.

      Köyümüz Şeker’e dönen eşeğin sahibi köye döner dönmez herkese şehirde ne eğitimi aldığımı anlatmıştı.

      1940’lı yıllarda hâkimlik, polislik gibi meslekler popülerdi köyümüzde. Öte yandan halamlar şehirde öğrenim gördüğüm için benimle gurur duyuyordu. Gelecekte saygın bir meslek edinip iyi yerlere geleceğimi düşünüyorlardı. Köye döndüğüm zamanlarda benim için hiçbir şeyden kaçınmıyorlardı. Komşunun söylediklerini duyunca onlar gülseler mi ağlasalar mı bilemediler?!

      Tatilde köye dönünce halam Karakız üzüntüyle bana şöyle dedi:

      -Birilerinin dediğine göre sen şehirde eşek bilimi üzerine eğitim alıyormuşsun. Bu neyin nesi canım? Başka okuyacak bir şey bulamadın mı? Eğer sen eşekleri öğrenmek istiyorsan, köyümüzde birsürü eşek var…

      İşte bu şekilde öğrenimimi sürdürdüm.”

      Aytmatov her iki öğrenimini de başarıyla bitirmiştir. Aytmatov’un başarılı oluşu hayvan ve tohum ıslahı profesörü Mihail Luşihin’in de dikkatini çekmiş ve onu yükseköğrenim görmesi için kendi üniversitesine çağırmıştır. Aytmatov belki alanının en önemli bilim adamlarından biri olacaktı, ancak burada da “Halk düşmanının oğlu” damgası bu eğitimi almasına engel olmuş, başvurusu kabul edilmemiştir. Bu hâl onun geleceğini daha çok düşünmeye sevketmiştir. Tüm engellere rağmen Aytmatov Kırgız Hayvancılığını Araştırma Enstitüsü’nde göreve başlamıştır.

      1953 yılının Ağustosunda ailesini Talas’tan Frunze’ye götürme şansı elde eder. Kendilerine iki odalı bir daire de tahsis edilir. Aytmatov alanında yükseköğrenim göremez, kardeş Roza Aytmatova’nın ifadesine göre, iyi ki yükseköğrenim görmemiştir.

      O yıllarda geleceğiyle ilgili karar vermek zorundadır. Mevcut imkânlarla bir veteriner veya zooteknisyen olarak görev yapması gerekirken, kalbi başka yollarda yürümek istemektedir. Huzursuzdur, insanî borcunu ve görevini yerine getirmeyi arzu etmektedir. Aytmatov yazmak istemektedir. Bildiklerini ve hayatta gördüklerini insanlarla paylaşmak istemektedir. Kalbinin bu çağrısına uymak istemektedir. Cengiz evde çocuklar arasında en büyük olduğu için birçok şey ona bağlıdır. Annesi hastadır ve kardeşlerine de bakmak zorundadır.

      O yıllarda ülkede hemen hayatın her alanında esen değişim rüzgârları Cengiz Aytmatov’un seçeceği yolu da belirler. 1956 yılında gerçekleştirilen XX. Komünist Parti toplantısında Nikita Hruşev’in anti Stalinist bildirisi herkesi heyecanlandırır. Aytmatovları ve aynı şekilde milyonlarca Sovyet ailesini yakından ilgilendiren bu bildiride 1937-1938 yıllarında katledilip ‘Halk düşmanı’ ilan edilenler aklanır.

      Böylece, toplumda ve edebî kültürde yeni ve taze bir rüzgâr esmeye başlar. Tam da bu yıllarda Aytmatov’un ilk edebî çalışmaları kültür sahnesine çıkar. Rusça ve Kırgızcayı çok iyi bildiği için her iki dilden çeviriler yaparak da hayatını kazanabilirdi. Ancak tercümanlık kariyeri yapmak pek ilgisini çekmiyordu. Ruhu orijinal sanata yönelmek, Rusça ve Kırgızca edebî eser kaleme almak ve edebî çevrelere dâhil olmak istiyordu.

      Aytmatov zamanla yavaş yavaş yerli yazarlarla tanışıp çeşitli edebiyat sohbetlerine katılmaya başladı. Yazarlarla birlikte katıldığı sohbetler onun için çok faydalı oluyordu. Bu arada iyi bir çevirmen ve aynı zamanda Kırgız edebiyatının ilk savaş romanı “Maydan”ı kaleme alan Uzak-bay Abdukaimov ve yetenekli şair, çevirmen ve dramaturg Raykan Şükürbekov ile tanışmıştı. Şükürbekov da Talaslıydı. Bu iki isim hemen Aytmatov’un yeteneğini farkettiler ve onu yüreklendirip öğütleriyle destek oldular.

      İlk eserleri sosyalist realizm ilkelerine sıkı sıkıya bağlıdır. Aytmatov bununla birlikte çeviri sahasında da kalem oynatmış, bazı denemeler yapmış, savaş konulu eserleri Kırgızcaya çevirmeye gayret etmiştir.

      “Ben V. Katayev’in “Tankçının Oğlu” ve M. Bubennov’un “Akağaç” adlı eserlerini riske girip, nasıl kitap bastırılacağını bile bilmeden çevirme işine giriştim. Çevirileri bitirip matbaaya götürdüğümde bu eserin çoktan çevrildiğini ve yakında yayımlanacağını söylediler. O zaman çok üzüldüm, ama bu çeviri çalışması benim edebiyat sahasındaki ilk çalışmalarımdı, diyebilirim. Öncesinde öğrenci olarak da yerel gazetelerde bazı yazılarım yayımlanmıştı.” 12

      Öyle veya böyle artık tercih yapılmıştır. Mücadeleyi bereket ve toprak tanrısı Satürn değil, güzelliğin ve sanatın hamisi Apollon kazanır. Aytmatov 1956 yılında Moskova’daki yüksek edebiyat kursuna katılmaya hak kazanır, aynı yıl “Yüz Yüze” adlı eseri Oktyabr (Ekim) dergisinde yayımlanır. Bu eseri artık sıradan bir kalem denemesi değil, genç ve usta bir yazarın önemli bir eseridir.

      Sonrasında Aytmatov’un önüne, daha önce hayal bile edemeyeceği geniş ufuklar ve emsalsiz imkânlar serilir.

      GÖKTEN DÜŞEN KARTAL TÜYÜ

      Cengiz Aytmatov için yazarlık, ilk adımdan itibaren başlayan geniş bir hikâyecilik yeteneği, duygulara dokunan ve insanoğlunun sorunlarına değinen bir çalışma alanıydı. “Ben tüm hislerimi insanlara duyurmak, daha doğrusu onlarla düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Başka türlüsü başka türlüsünü yapamam yoksa bu sorumluluğu yalnız başıma kaldıramam.” diyordu “İlk Öğretmen” adlı öyküsünde. Aslında bu onun bir nevi kendi edebi manifestosuydu.

      “Başka türlü yapamam. – Ben yazmalıyım.” Bu itiraf onun o yıllara ait iç dünyasını karakterize etmektedir.

      Bu arada Aytmatov’un bulunduğu bilinen bir görüntü, harap olmuş bir duvarın dibinde yaşlı bir kadına kesinlikle kendisi hakkında yazacağını söyler. Yazarın diğer hemşerileri de bu noktada tam da o Tolgonay’ın Toprak Ana’daki prototip olduğuna inanmaktadırlar. Eğer öyleyse bu prototip daha sonra somutlaştırılmış ve o zamanlar için hikâye artık yayınlanmıştır.

      Aytmatov’un kendi dediklerine göre gökyüzü kendisine karşı hep merhametliymiş, ama Allah’ın rahmetine ve lütfuna ek olarak basit bir anlatımla edebi yeteneği aynı zamanda önce parlak bulutlarla gelen umutların ve sonunda evrensel felaketlerle son derece çelişkili bir biyografiydi. Bütün bunlar özellikle hümanist bir sanatçının dünya kalibresinin oluşumunun temelinde yatmaktaydı. Böylece kendi üslubu yine kendisinin ifade ettiği itirafla gelişti. “İlk Öğretmen” de “Cemile” de birinci ağızdan, yaşayan karakterlerden ve gerçek olaylardan yazılmıştır.

      Cengiz Aytmatov sözcüklerde pervasızlığa âşık olmuş ve eser yaratıcılığı gücüne sonuna kadar inanmıştı. “Manas”ın yorulmaz okurları Kırgızların halk kurgusunu ve duyduklarını çok önce keşfetti. Sadece sözcüklerin sonsuz olabileceğinin, yok olmaya karşı sadece onların direnebileceğinin, ölümsüzlüklerinin gücünün çok önceden beri farkındaydı. Onu sonsuzluk olgusu hep ilgilendirirdi, o sonsuzluk olgusu içinde insanın görevini ısrarla sürdürürdü. Aytmatov eski Kırgız sırlarını yansıtan insanî sözcüklerini bizzat kendisi Rusçaya çevirmiştir. “Evrensel süt kelimesi ve nesilden nesile yüzyıllarca içilen o süt.” Bu nedenle sözün dışında, sözün ötesinde ne Tanrı ne de evren vardır. Dünyada sözün gücünden daha büyük bir güç yoktur, sönmez bir alevi ve ateşi vardır sözün.

      Söz, Aytmatov için boşluğa, evrenin entelektüel sessizliğine, doğanın döngüsünü açıklamaya ve hayatın kaosunu ifade etmeye yönelik bir şey anlamına gelmekteydi.

      Cengiz Aytmatov tamamlanmamış bir felsefi hikâyede “Göçmen Kuşların Hüznü” (1972) insan hayatının trajik özünü yansıtır.

Скачать книгу


<p>12</p>

там же, 32 стр.