Скачать книгу

üçün çakıramen kollarnı.” 19

      Mahmudhoca Behbûdî Efendi’nin katledildiği Karşı şehrine, 1926-1937 yılları arasında on bir yıl müddetle Behbûdiy adı verilmiş, fakat Behbûdî’nin asıl hüviyeti unutturulmak istenmiştir. Şehre adının verildiği 1926 yılından itibaren Behbûdî’nin öncülük ettiği Ceditçilik hareketine mensup aydınların hepsi, sömürgecilik ve ruslaştırma politikalarını, her türlü zorbalığı ve sınıf kavgalarını reddettikleri için karşı ihtilâlci, vatan haini, halk düşmanı gibi çok ağır ve haksız ithamlara maruz kalmışlar, takibata uğramışlar, hapsedilmişler ve hattâ sovyet ideolojisine doğru “kette burılış” yılı olarak ilân edilen 1929 yılından itibaren öldürülmek sûretiyle “milliy uyganış” adı verilen aydınlık Cedit dönemi hafızalardan tamamen silinmek istenmiştir.

      Mahmudhoca Behbûdî Efendi’nin Eserleri

      Behbûdi Efendi’den geriye eser olarak bir piyes, ders kitapları ve çeşitli dergi ve gazetelerde neşrettiği yazıları kalmıştır. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi onun kaleminden çıkan ve yüzlerce olduğu tahmin edilen yazıları üzerinde henüz etraflıca bir çalışma yapılmamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra başlayan yeni dönemde, Ceditçi şair ve yazarlara bugün Özbekistan’da özel bir ilgi gösterilmesine rağmen Behbûdî’nin dergi ve gazete koleksiyonlarında unutulan yazıları, maalesef bugüne kadar toplanarak bir araya getirilmemiştir. Dolayısıyla bu bölümde, Behbûdî’nin Pederküş adlı piyesi ile temin edilebilen yazılarından söz edilecektir.

      1. Pederküş Piyesi

      Mahmudhoca Behbûdî Efendi’nin edebiyat tarihi bakımından en önemli özelliği, bütün Türkistan’da tiyatro yazarlığını başlatmış olmasıdır. Onun bir idealist olarak tiyatroya ve tiyatro edebiyatına alâka göstermiş olmasının eğitimcilikle doğrudan bir ilgisi bulunmaktadır. Eğitim hakkındaki düşüncelerini, sahne vasıtasıyla halka duyurmak istemesi ve yazdığı Pederküş adlı piyesinin seyirci üzerinde fevkalâde tesir uyandırması, diğer kalem sahiplerinin de dikkatini çekmiş; bunun tabiî sonucu olarak Türkistan’da ilk doğuşundan itibaren çok canlı bir tiyatro edebiyatı ortaya çıkmıştır. Tiyatro, Ceditçilerin halka yakınlaşmalarında, halkın gündelik hayatına ve fikir dünyasına nüfuz etmelerinde ve kendi fikirlerinin yayılmasında büyük kolaylıklar sağlamıştır.20 Başka bir ifadeyle, devrin şartları karşısında kendi fikirlerini yaymak için yeni bir edebiyat yaratan Ceditçiler, piyes yazarlığı ile sahne faaliyetlerini, ülkülerini gerçekleştirme yolunda çok önemli bir vasıta olarak değerlendirmişlerdir.21

      Behbûdî Efendi, 1911 yılında, Pederküş yâhut Okımagen Balanıŋ Hâli (Baba Kâtili yahut Okumayan Balanın Hâli) adlı üç perde dört sahneden ibaret ilk millî piyesi yazmış, fakat eser, sansür idaresinin izin vermemesi yüzünden iki yıl boyunca yayımlanamamıştır. Bunun üzerine Behbûdî, eserini, 1812 yılında Moskova’nın 124 kilometre batısındaki Borodino sahrasında cereyan eden Rus-Fransız savaşının Rusların zaferiyle sonuçlanmasının 100. yıldönümüne ithaf edince, Pederküş piyesi, Tiflis sansür idaresinin 23 Mart 1913 tarih ve 19940 sayılı kararındaki “Tiflis sansür idaresinin izniyle Kafkas ülkesi sahnelerinde temsil edilmesi mümkündür” hükmüne istinaden 1913 yılında Semerkand’da risale hâlinde neşredilmiştir.22

      Eserin yayımlanması, bütün Türkistan’da millî tiyatronun doğuşunu müjdelemesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Aynı yıl Semerkand’da Behbûdî Efendi, Taşkent’te ise Münevver Kaarî ile Abdullah Avlânî, Pederküş piyesini sahneye koymak üzere çalışmalara başlarlar. Ayna dergisinin 1913 tarihli 10. sayısındaki “Semerkandda Tiyatru” başlıklı haber yazısında, bu eserin sahneye konulması ile ilgili olarak şu bilgiler verilmektedir: “Semerkandnıŋ Özbek ve Tatar yaş ve terakkiyperverleri bir bolıb, Özbekçe ‘Pederküş’ ve Tatarça ‘Aldaduk hem Aldanduk’ eserlerini Semerkand Kıraathâne-yi İslâmiyesi nef’iga 1914 yıl 15 Yanvar akşamında Semerkandda koymakçi boldılar ve hem uşbu gayretli Özbek ve Tatarlar birleşib Hokand ve Buhara ve özge Türkistan şeherlerinde milliy tiyatrlar körsetmakçidürler ki, niyet ve gayretleri şâyân-ı şükrânedür. İdârege kelgen mektublarge karagende Hokand ve Taşkendde hem ‘Pederküş’ fâciasını sahnede koymak üçün meşk kılmakda emişler. Egerde gayretlik yaşlar milliy tiyatrga rivâc berseler, yene başka eserler de tertib ve neşr kılınur.23

      Pederküş, ilk defa 15 Ocak 1914 günü Semerkand’da sahneye konulmuştur. 320 kişilik tiyatro salonuna, 50 kişilik yer ilâve edilmiş ve biletlerin tamamı yüksek fiyatla önceden satılmıştır. Buna rağmen birkaç yüz kişi de bilet bulamadığı için tiyatrodan geri dönmek zorunda kalmıştır. Bazıları oyunu ayakta seyretmeye bile razı olmuş, fakat bunun için de yer bulunamamış; görevlilerin yakın bir tarihte piyesin mektepler yararına tekrar edileceğini ilân etmesinden sonra dışarıda kalanlar dağılmışlardır. Oyunun rejisörlüğünü, bir rivayete göre Azerbaycanlı Aliasker Askerov, başka bir rivayete göre de Mahmudhoca Behbûdî Efendi bizzat kendisi yapmıştır. Perde aralarında, Semerkand’ın meşhur hâfız (hânende)larından Hacı Abdülaziz koşuklar okumuştur.24

      Eserin Semerkand’da 7 Mayıstaki ikinci temsilinden elde edilen 235 som’un 110 som’u mektep ıslahına, 35 som Cambay’da Molla Muallim Kâmil idaresindeki mektebe, 15 som Bâğışamal mektebine, 15 som Buhariy köyündeki Molla Corabay mektebine, 25 som Rus mektebinde okuyan Müslüman öğrencilere, 35 som Molla Muallim Abdülkâdir mektebine bağışlanmıştır.25

      Pederküş piyesinin temsillerinden elde edilen gelirler, daima Cedit mektepleriyle diğer eğitim kurumlarına, “hayriye cemiyetleri”ne, basın faaliyetlerine ve diğer kültür hizmetlerine tahsis edilmiştir. Nitekim Semerkandlı oyuncular, aynı eseri Hokand’da da Cedit mektepleri menfaatine sahneye koymuşlar ve toplanan 604 som’dan, kendi geçimlerini farklı meslek ve işlerden temin ettikleri için sadece yol parası almışlardır. Ancak Behbûdî Efendi’nin ve çevresindeki Ceditçilerin bu hayırlı niyetlerine mukabil, bazı tiyatro toplulukları da eserin kazandığı şöhretten istifade ederek yazarından izin almaksızın para kazanmak için veya başka maksatlarla Pederküş piyesini sahneye koymuşlardır. Bu durumdan haberdar olan Behbûdî Efendi, kendisinden izin alınmasını talep ettiği Ayna (nu. 47) dergisindeki yazısında şöyle diyor: “Bazılarının yazdıkları mektuplarda haber verdiklerine göre, tiyatro bazen mektep veya cemiyet faydasına sahneye konulduğu hâlde parası belirtilen yerlere sarf edilmemektedir. Ayrıca tiyatro akşamları edep dışı hareketler meydana gelmektedir. Bu sebeple mecbûren ilân ediyoruz ki, bundan sonra piyesi sahneye koymak isteyenler, önce sahibinden yazılı izin alarak hangi maksatla sahneye koymak istediklerini bildirsinler, ondan sonra harekete geçsinler.”26

      Behbûdî Efendi, “ibretnâme” adını verdiği tiyatroda, “hilâf-ı edeb” hareketlere izin verilmemesi için de gayret göstermiş, Doğu ve Batı ülkelerini gezerek tiyatronun bazen gönül eğlendirme, bazen de büyük sosyal ve manevî eğitim ve tefekkür vasıtası olduğunu görmüş ve kendisi de bunlardan ikincisini tercih etmiştir. Milletin istikbâli için tiyatroyu en geniş tesirli silâhlardan birisi olarak değerlendirmiş ve diğer Ceditçilerden de bunu talep etmiştir.27 Behbûdî’nin tiyatrodan gözlediği maksadı ve genel olarak Ceditçi yazarların tiyatro anlayışı, önemli

Скачать книгу


<p>19</p>

Çolpan, Yene Aldım Sazımnı, Taşkent, 1991, s. 401.

<p>20</p>

Begali Kâsımov, Ceditçilerin tiyatroya olan ilgilerini izah ederken bu dönemin temsilcilerinden Abdullah Avlânî’nin 1924 tarihli Tercime-i Hâl’inden şu ifadeleri nakletmektedir: “1913 yılından başlayarak halkın gözünü açmak ve medeniyete yakınlaştırmak için tiyatro işlerine girişip Taşkent’te birkaç temsil verdikten sonra bütün Fergana’yı dolaşıp her şehirde temsiller verdik. Bu sırada bizim maksadımız, zâhirde tiyatro ise de, bâtında Türkistan gençlerini siyasî bakımdan birleştirmek ve inkılâba hazırlamaktı.” “Ceditçilik-Ayrım Mülâhazalar”, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, s. 21.

<p>21</p>

Şühret Rızayev, Cedid Draması, Taşkent, 1997, s. 49.

<p>22</p>

İsmail Tölek Andicâniy, XX Asr Özbek Edebiyatı, Andican 1993, s. 36; Pederküş piyesinin Türkiye Türkçesindeki neşri için bk.: Şuayip Karakaş, “Türkistan’da İlk Tiyatro Faaliyetleri ve Pederküş Piyesi”, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Manas Universiteti Koomduk İlimder Curnalı, Sayı: 2, s. 162-186.

<p>23</p>

Ş. Rızayev, age., s. 53.

<p>24</p>

Ş. Rızayev, age., s. 55.

<p>25</p>

Ş. Rızayev, age., s. 57.

<p>26</p>

Ş. Rızayev, age., s. 59.

<p>27</p>

Behbûdî Efendi, “Teyatr Nedür?” (Ayna, 1914, nu. 29, s. 550-553) adlı yazısında, tiyatrodan ne anladığını şu şekilde ortaya koymaktadır: “Tiyatro nedir? Tiyatro ibret alınan yerdir, tiyatro dinî nasihat edilen yerdir, tiyatro terbiye yeridir. Tiyatro öyle bir aynadır ki, somut bir şekilde ve açıkça sergilediği genel durumdan görmeyenler işiterek, sağırlar görerek etkilenir. Kısacası tiyatro, nasihat ve ikaz edici, ayrıca zararlı örf ve âdetlerin çirkinliklerini ve zararlarını açıkça göstermektedir. Hiç kimseye boyun eğmeden doğruyu söyleyen ve açık hakikati bildirendir. Aynı zamanda bir temâşâ yeridir, gönül eğlendirendir, millî ve edebî cemiyetlerin esasıdır. İlerlemiş olan milletler, tiyatrolarını terbiye ve ibret mektebi olarak adlandırıyorlar. İlerlemenin en önemli sebeplerinden birisinin de tiyatro olduğunu söylüyorlar. Tiyatroların, güzel ve çirkin âdetlerin sarraf ve tenkitçisi olduğunu bildiriyorlar. İnsanları etkilemek sûretiyle daha çok iyilik etmelerine sebep olmak için âdetlerin fayda ve zararlarından hâsıl olan neticeleri, tiyatro salonunda olduğu gibi gösteriyorlar. Her devrin kendine göre bir hesaplaşma usûlü vardır. Bu devirde tiyatro salonları, kötü ve zararlı âdetleri hesaba çekerek ve tenkit ederek kötü ve çirkin taraflarını halka gösteren nasihat edici bir mekândır. Tiyatro sahnelerinde sergilenen trajik, komik veya dramatik hadiseler, halka tasvir edilerek gösterilir. Tiyatroda tasvir edilen hadiselerdeki kötülük veya iyiliğin ortaya çıkış şeklini ve sebeplerini idrâk edip ibret almak, kötülükten uzaklaşarak iyiliğe yönelmeye sebep olur.

(.....) Kısaca tiyatro, bir çeşit mektep hükmündedir. İlerlemiş olan milletler arasında tiyatro o kadar gelişmiştir ki, her gün bir yeni eser yazılarak sahneye konulur. (.....) Sahneye konulan eserin eksik veya fazla taraflarını, millî hayatın dışında kalan kısımlarını yazarlar, gazeteler vasıtasıyla tenkit etmektedirler. Halkın hoşuna gitmesi veya gitmemesi hâlinde eserin yazarı da memnun veya mahzun olur. Eser güzel olursa, herkes yazarını tebrik eder, onun da şöhreti artar. Bu durum, diğer yazarları da harekete geçirir, güzel eserlerin yazılmasına vesile olur. Bir tiyatro eseri için yazarın nasıl iyi düşünebilen, zarif ve nazik biri olması icap ederse, oyuncuların da güçlü, temsil kabiliyetleri yüksek ve her şeyi âdeta kendi nefislerine mâl ederek gösterme gayreti içersinde ve nüktedan olmaları gerekir. Avrupalılar, farklı bir sanat olan oyunculuk için de ayrı bir mektep açmışlardır.

Sözün kısası, tiyatro salonları, maskaralık edilen değil, bilâkis ibret alınan bir yerdir. Oradaki oyuncular da ‘maskara’ değil, ahlâk öğretmenidirler. İlerlemiş olan toplumlarda oyuncular kibar ve itibar sahibi insanlardır. Bilhassa kendi şahsî menfaati için değil de mektep ve millet menfaatine oyunculuk edenlerin değeri iki kat fazladır. (.....) Bazı vatan ehli olan kalem sahiplerinin tiyatro eseri yazmakla meşgûl oldukları işitilmektedir. Onların eserlerini dört gözle bekliyoruz.” (B. Kâsımov, Mahmudhoca Behbudiy, s. 150-152.)