Скачать книгу

Uulbü’nün sesi içine kaçmış gibi oldu.

      –Doğumhaneden çıktığı günden beri değişmişti. Kendini kaybedip, abuk sabuk konuşmaya başladı. Sürekli yol tarafına kaçıp durdu. Gece boyu hareket ettirmeden evde tuttum. Durmadan ölmüş insanları isimleriyle çağırıp onlar ile konuşuyor. Annemle babam ağzından hiç düşmedi. Sabahleyin Apas ağabeyin arabasıyla ilçe merkezine doktora getirdik. Oradan görür görmez ambulans ile Oş’a gönderdiler. Bir hemşire bizimle beraber geldi. Aliyma yol boyunca çenesini kapatmadı. Hemşirenin siniri bozulup iki avcuyla kulaklarını sıkıca kapatarak geldi. Akıl hastanesine gelince de doktorların sorusuna cevap veremeden telaşa düştü . Her şeyi ben anlattım…

      Kardeşinin söylediklerinin yarısını duysa yarısını duyamayacağı kulağı uğuldayıp vücudunu sıcak basıp yüreği sıkıştı.

      –Abla! Sana ne oluyor (İyi misin)? Kardeşi dizlerini yere koyup elinden bebeği alıp omzuna elini koydu.

      –Korkmayın! Gelininizin durumu iyi. “Bir haftada iyileşecek.” dedi doktorlar.

      – Su versene? dedi Uulbü fısıldayarak. Ümit veren sözlerden sonra biraz kendine geldi. Fakat kalbinin sıkışması geçmedi.

      –Bir şeye üzülmüş müydü? Yoksa durduk yere neden hastalansın ki?

      –Doğum yaparken korkmuş dediler. Ağzında çok fazla uçuk çıkmıştı…

      O anda bebek hareket ederek ağlamaya koyuldu. Kardeşi yerinden hızla kalkıp getirdiği çantasından süt koyulmuş şişeyi çıkardı. Mutfağa gidip sütü ılıtıp getirdi de biberon ile kızına vermeye başladı. Olanların hepsini sarhoş gibi hareketsiz izleyip oturan Uulbü korkmuş gibi sordu:

      –Bebeği ne yapacaksın şimdi? Ben bakayım mı?

      Kardeşi de aynı şeyi düşünüyordu, başını sallamaktan başka ses çıkarmadı. Köyde de iki ufacık çocuğun, evin işi gücü onun boynunda. Karısı iyileşecek mi, ne zamana kadar tedavi olacak? Henüz belli değil. Kardeşi Uulbü’ye, aklı düşüncelerle sarılıp kaygıya düşmüş gibi göründü. Ona acıdığından tüm gücünü toparlayıp önemli bir işe bel bağlamış gibi nefes aldı da telefonundan birinin numaralarını çevirdi.

      –Allo? Diye hemen cevap verdi kadın canlı sesiyle. Onun bölüm başkanı olan orta yaşlardaki Rus kadın da yalnız yaşıyordu. Uulbü’yü sonuna kadar dinledikten sonra:

      – Bak senin evlat edinebileceğin kız da bulunmuş, dedi. İşi düşünme. Yıllık izin için dilekçe yaz, ondan sonra da bakarız.

      Bölüm başkanının böyle beklenmedik bir sonuca varması Uulbü’yü çok şaşırttı. Herkes ona “Evlat edinmek istemez misin?” diye öneri verirdi ancak kendisinin niyeti olmamıştı. Bırakılmış çocukları evlat edinen tanıdıkları vardı. Yabancı bir çocuğu “Yavrum” diye seven tanıdıklarına mı, peşlerinden gelen yavruya mı hangisine acıyacağını şaşırıp kararsızlığa düşerdi. İşte şimdi kendisi de hiç beklenmedik bir anda çocuklu oluyordu. O anda kalbinde bir acı hissetti. Gelininden tamamen umudunu kesmiş gibi kızını kendisi sahiplenmesi de nesi? Ya iyileşemezse o zavallının hâli ne olur? Samimiyetle “Abla” diyerek, başında taşıyormuşça saygı gösteren saygılı gelininin, aklını kaybetmiş hâlini hiç hayal edemedi. Ortada kocaman kara duman gibi yoğun bir tehdit soluğunu keserek korkutuyordu.

      Gece kızı yanına alıp yattı. Uyku kaçtığında yatak da demir gibi sertleşiyormuş. Sessiz gece sayısız çok düşman gibi kıstırıp ne yapacağını bilmedi. Bunun gibi acımasız bir gecede canını sıkan düşüncelerin ağırlığı gönlünü tamamen kaldıramayacak bir şekilde parçalayacak gibi. Bu sıkıntılar onun yüzünden olmuş gibi gece boyu Allah’a yalvarıp af diledi. Daha dün yalnızım diye nankörlük yapmıştı. Anne babasından erken ayrılıp elinden tutup büyüttüğü kardeşlerine de alınıp hakaret etmişti. Onlar elleri işe, ağızları yemeğe değdikten sonra beni tamamen unuttular diye iç geçirirdi. Başka zaman olmasa da bayramlarda, doğum gününde umutla yol gözlerdi. Hiç kimse gelmeyince gerçekten kalbi kırılırdı. Bu üzüntüleri tekrar yaşasam bile, artık hiçbirine yakınmayacağım. Çoluk çocukları ile huzur içinde yaşamaları yeter. Bunun kendisi büyük zenginlik değil mi? diye içinden geçirdi.

      “Kurban olayım, Allahım! gelinim iyileşsin lütfen! Bana başkalarının gördüğü mutluluğu nasip etmesen de olur, ufacık üç çocuğuna acı. İşte bu yavruya yardım et.” diye önceleri Allah’ı ağzına almayan Uulbü gece boyu gözyaşını döküp Allah’a yalvardı.

      Bir sonraki gün kendini aynadan görüp tanıyamadı. Dudaklarının çevresine uçuk çıkmış, yüzü soluk, gözleri şişmiş yabancı bir kadın ona bakıyormuş gibi hissetti.

***

      Üzerinden dikenli tel bastırılan beton duvarlar ile çevrili akıl astanesi Uulbü’nün gözüne önceden de soğuk görünürdü. Bazen onun yakınından geçerken kendince bir titreme hissederdi. Delirmiş kişiyi bile yanından görmüş değildi. Ancak, o kötü derde yakalanmışlara doğa değil de, kendisi ihanet etmiş gibi yüzü düşüp doğrudan bakmaya dayanamayacak gibi olurdu. Bugün ise ta içerideki kapıya ulaşana kadar bir şeylerden korunuyormuş gibi iki tarafına bakınıverdi. Bu tarafa insanlar az geliyordu, önünden hiç kimse çıkmadı. Girişte sadece “Acil Yardım” arabası duruyordu. Demir kapının ancak bir kişi sığabilecek küçük aralığından zorla geçtikten sonra nereye yürüyeceğini bilmeden durdu. Bahçenin içinde iki üç eğilip bükülen alçak evleri (binaları) çevreleyen daha bir tel ağ duvar vardı, onun kapısı kapalıydı.

      –O! Abla buraya gel!

      Ses gelen tarafa doğru döndü. Beton duvara yaslanan tentede yaşlı kadın ile 10-15 yaşlarında bir erkek çocuk oturuyorlardı. Kadın köylülerce kadife çapan giymiş ve başörtüsü sıkıca örtülmüştü. Yanındaki eski çantadan termosun boynu görünüyordu. Uulbü’ye yer boşaltarak çocuğuna doğru yaklaştı ve iki elini denk uzatıp selamlaştı.

      Kontrol başlamış – dedi karşı tarafı işaret edip, – saat ona kadar açılmayacakmış. Sıcak sıcak yesin diye sabah erkenden yemek yapıp Nookat’tan gelmiştik. Biraz geç kaldık. Sen nerelisin kardeşim?

      –Oş’un içinden

      –Aa buralıymışsın. Neyin yatıyor burada?

      –Gelinim

      –Vah zavallı baksana genç yaşında hastalanmış… Benim de ay gibi bir oğlum vardı. Nazar değdi sanırım. Gece olunca çılgınlığı başlardı. Gitmediğimiz hacı hoca kalmadı. Birinden de şifa bulamadık. Sonunda çaresiz kalıp buraya getirdik. Doktorlar görünce “Geç kalmışsınız…” dediler. Ne yapalım elimizden hiçbir şey gelmiyor… Bir Yaradan’ın emrine kaldı.

      Kadın, gücünü birine temelli vermiş gibi dermansızca konuştu. O anda tel duvarın içindeki uzun binaların kapıları sırayla açılmaya başladı. Birinden erkekler ikincisinden de kadınlar yürüyerek çıktılar. Hepsi eşiği geçip geçmeden boynunu uzatıp yol tarafa bakıp kalıyorlardı. Kendilerine hiç kimsenin gelmediğini görse de tel duvara şöyle bir kendini vurup uzağa gitmeden umutla bekleyen de çok. Uulbü gelinin karartısını arayıp duvarın yanına geldi. Köşenin diğer tarafındaki erkeğin donuk, feri kalmamış gözleri ile onu izlediğini fark edince ürperdi. Vücuttan akıl gidince gözler de ölüp suyu çekilmiş kuyu gibi çukura dönüyormuş. Böyle gözleri doğa müzesinde dondurulmuş hayvanlardan görmüştü. Âdeta şok olmuş durumda donup kalan Uulbü’yü biri kolundan çekti. Korktuğundan geri gidiverdi. Beyaz önlüklü erkek biçimindeki kadın onu kabaca itekleyip:

      –Buraya yaklaşmayın! Orada durun. Kime gelmiştiniz? Kendimiz çağırırız-

Скачать книгу