Скачать книгу

dedi ki:

      “Demek oluyor ki siz beğenmediniz?”

      “Hayır beğenmedim değil; ama yalnız yatmak istiyen adam ne yapar, diye sordum.”

      “Yalnız yatmak isteyen adam bir otele gider.”

      “Yağmur yağar, vakit gecikir de otel bulamayarak buraya gelirse?”

      Hulûsi:

      “O hâlde geceliği tamamıyla verip bir yatakta yatabilir; öyle değil mi madam?”

      Maryanko:

      “Orası öyle ya! Ama ben size mutlaka kız beğendirmek isterim.” (Kapı yanında bulunan uşağa) “Vasili git. Virgina’yı kaldır da al, getir!”

      Uşak bu emir üzerine karının yüzüne öyle bir bakış baktı ki Hulûsi Efendi bu bakışın manasının: “Canım, Virgina nasıl kaldırılabilir? Bilmiyor musun ki müşterisi vardır!” demek olduğunu anladı.

      Ahmet Efendi dedi ki:

      “Yok, yok! Zahmet etmeyiniz, Dudu. Kimseyi zahmete koymayınız. Kız beğenmediğim için değil. Tabiatım öyledir. Yalnız yatmaktan hoşlanırım.”

      Maryanko:

      “O da sizin bileceğiniz şey, beyim. Ya sizin için hangisi kalsın, efendim?”

      Sözün ikinci fıkrası Hulûsi Efendi’ye karşı söylenmiş olduğundan Hulûsi Efendi Dudu’ya bir cevap vermeden önce, arkadaşının yanına sokularak, Fransızca: “Adam, niçin böyle ediyorsun? İşte bu gece de böyle eğlenelim!” diye birçok sözle kandırmaya çalıştı. Ahmet kendisine karşılık veriyordu ise de ileriye sürdüğü deliller birbirinden kuvvetli olacağına gittikçe zayıflıyordu.

      Bunlar Fransızca söyleşirlerken, kızların birkaçı sanki Fransızca anlıyorlarmış gibi davranarak birkaç kelime söylediler ki bu kadar pis lakırdılar, yalnız Fransızcadan değil, Çin dilinde dahi ağıza alınamayacak kadar murdar sanılırlar. Anlaşılıyor ya, görüştükleri sefihlerden öğrendikleri sözler olup bunları son derecede soğuk bir tarzda söylemişlerdi.

      Nihayet Hulûsi Efendi arkadaşını kandırabildi; ama Ahmet, kendisi için hangi kızın kalması lazım geleceğini göstermeyip bu işi dahi Hulûsi yaparak ve bir tane de kendi için ayırarak öteki üç kıza lüzum kalmayınca, onlar kalkıp gittiler.

      Kızlar giderken arkalarından bakan Ahmet Efendi’nin yüreğinden ve zihninden acaba neler geçiyordu? Mutlaka pek müthiş şeyler geçiyordu ki kaşları gözlerini örtercesine burnu üzerine düşmüş ve gözleri ateş gibi parlamaya başlamış ve burnunun kanatları dikilerek soluğu dahi yunus balığının soluğu gibi bir şiddet peyda etmişti.

***

      Üç kız gittikten sonra Vasili denilen uşak sokulup:

      “Mastika falan bir şey ister misiniz?” dedi. Ahmet Efendi ile Hulûsi bir anda; fakat birbirine uymaz birer cevap verdiler:

      Ahmet “Rakı falan lazım değil; hemen yatacağız!” Hulûsi ise: “Güzel konyağınız varsa biraz getir!” demişti.

      Akşamdan beri görülmekte olan birlik burada ayrılmaya başlamış, iki arkadaş rakı yahut konyağın lüzumu, lüzumsuzluğu üzerine de biraz söylenmişlerse de uşak, tabiatıyla, Hulûsi’nin emrini Ahmet’in tembihinden üstün görerek hemen elinde bir şişe ve dört kadeh ve bir tabak içinde de birkaç çürük çarık meyva bulunduğu hâlde dönmüştü.

      Konyak diye getirdiği şey ne olsa beğenirsiniz? Rom! Hem de Limon iskelesine fıçı ile gelerek okkası üç buçuk dört kuruşa verilen pis şeylerden! Hulûsi, kadehin dibine birkaç damla koyarak tadına bakınca yüzünü buruşturup tükürecek yer dahi bulamayarak oda içinde birkaç kere dönmüş ve nihayet kapıdan dışarıya çıkarak bir yana püskürmüştü; bunun üzerine uşağa:

      “Ulan, bu nasıl konyak?” diye surat edince herif:

      “Efendim, konyak, hem de fin şampanya konyak!” demesin mi!

      Artık konyak istenildiği hâlde bulunamadığınamı yanmalı, yoksa uşağın insanı bir şey bilmez yerine koyduğuna mı? Bir lakırdı daha söylenecek olsa herif: “Öyleyse, galiba sizin konyak içtiğiniz olmamalı da konyağın da iyisini tanımıyorsunuz!” demekten geri durmayacak!

      Fakat nasılsa bu konyağı beğenmemek hususunda efendiler uşağa galebe çalabildiler.

      Ahmet Efendi hiçbir şey istemem deyip durduysa da Hulûsi Efendi:

      “Buralarda rakı daha çok içilir; belki içilmeyecek gibi bir rakınız vardır; ondan getir!” diye uşağı gene gönderdi. Bu defa getirdiği şey konyağın konyağa hiç benzememesine karşı, rakıya iyice benzeyebilen bir şeydi. Ahmet Efendi gene aşağı yukarı gezip dururken Hulûsi ve iki kız rakıdan birer kadeh aldılar.

***

      İki kızla Hulûsi arasında geçen ilk birkaç kelimeyi burada yazmak için hatırlamak kabil midir? O kadar manasız, yavan, yersiz ve münasebetsiz sözler nasıl bilinebilinir? Ezberlemek için her vakit sözlerin en düzgünü üstün görülür; hatta eski zamanlarda bazı ehemmiyetli şeylerin hatırda tutulması için onları ezberlerlerdi amma ezberlemesi kolay olsun diye de nazma çekerlerdi. Saçmasapan şeyleri hatırda tutabilmek en güç işlerdendir. Hele bu biçim karılar dünyada hiçbir erkekle üst üste yedi gün geçireceklerini hatıra bile getirmeyerek bir daha ya görecekleri ya görmeyecekleri herifler önünde söyleyecekleri söz için mana ve münasebet aramaya dahi lüzum görmezler. Tutalım ki bir daha, beş daha, bu erkekler buraya gelecek olsunlar; tutalım ki kendilerine müşteri olacak olsunlar, öyle birbirlerine alıştıkları zaman rezaleti daha katmerli; fakat oldukça mana ve münasebeti olarak böyle sözler kendi aralarında geçebilir. En çok dikkat olunacak şey böyle daha ilk görüştükleri adamlara meydanda hiç de münasebet yokken bulup buluşturup söyledikleri sözlerdir ki bunların gerçekten ilk işitenlerin içlerine bulantı vermemesi kabil değildir. Bu nokta, üzerinde durulacak bir noktadır.

      En önce düşünmelidir ki bu kadınlar şu heriflere göre nedirler? Hani bazı sokaklarda şunun bunun kirletmesinden kurtarmak için mezar olmadığı hâlde birer taş dikilmiş yerler olmaz mı ki bunların taş dikilmemiş olanları gayet iğrenç bir şekil alır, gelen geçen oraya hacetlerini defederler; işte murdar yerlere uğramak tıpkı böyle bir köşeye uğramak gibidir ki bir kere uğrayanın bir daha o yeri bulmak için bile bile zahmete katlanmayacağı bellidir. O karılar da bu yerler demektir; bir kere kendisine uğramış olan adamları bir daha kendileri gidip aramazlar. Ya o hâlde karılarla erkeklerin ilk buluştukları zaman kendilerini söz aramaya, söz bulmaya zorlayacak ne olabilir? Böyle yerlere söz sohbet için de gelinmiyor ki… Bunun için karılardan hiç münasebeti, manası, sırası, yeri olmayan ne kadar uygunsuz sözler işitilirse insana hiç dokunmamalıdır; ama insan ne kadar olsa bu karıları âdem evladı sandığı için kendilerinde görülen münasebetsiz tavırlardan işte gene kendisi utanır gibi olur.

      Hele bizim Ahmet Efendi’nin bu ilk münasebetsizliklerden duyduğu tiksinti daha fazlaydı. Hulûsi dahi iğreniyorsa da aradan birkaç dakika geçip de birkaç kadeh daha döndürüldükten sonra şu kısa müddetin kendisine göre geçmişleri, münasebetleri de peyda olacağını; söze, sohbete, cümbüşe, eğlenceye meydan açılacağını umuyordu.

***

      Hulûsi’nin bu bekleyişi de beyhude olmadı. Kızlar, önce isteksizce, sonraları daha çok iştahla aldıkları kadehler, biraz uykularını dağıttığı için müşterileri eğlendirmek üzere gerek zorla gerek birkaç kadehin tazelediği akşam keyfi ile açılarak ufacık ufacık şarkı okumaya da başladılar; ama akşam eğlencelerinde olduğu kadar tiz perdelere çıkamıyorlardı; uykuya varmış başka müşterileri rahatsız etmeye hakları yoktu.

      Ahmet bunu görünce: “Artık büyük şair Victor Hugo’nun aşkına olamazsa

Скачать книгу