Скачать книгу

ayıplarsa:

      “Sakalından, kavuğundan utan, derse…” diye Hoca yol üzerindeki mezarlığa sapmış. Boş bir mezarın içinde soyunup temizlenirken, rüzgâr mintanını alıp kaçmasın mı… Mezarlıkta bir o yana bir bu yana, mintan önde Hoca arkada kovalamaca sürerken bir de ne olsa beğenirsiniz; yoldan geçen bir taifenin atları ürkmesin mi? Attan güç bela inen birkaç süvari Hoca’nın etrafını çevirip hesap sormaya başlamışlar:

      “Bre kendini bilmez, az kaldı bir kazaya kurban gidecektik. İn misin, cin misin mezarlıkta çırılçıplak ne koşturup duruyorsun?”

      Hoca bakmış, iş kolay değil, postu deldirmek var işin ucunda.

      “Durun çocuklar!” demiş. “Ne inim ne cinim ne de bildiğiniz hortlağım. Ben ölmüş bir kişiyim, öbür dünyanın ahalisindenim. Orayı kirletmeyeyim diye abdest bozmaya çıktım. Siz işinize bakın; hemen geri dönerim.”

      Ben Seni Kurtaramam

      Kınamayın canım, hevestir bu, herkeste olur. İşte Nasreddin Hoca zamanında, baykuş sesli bir adamcağız da müezzinliğe özenmiş. Üstelik ezan vakti de değil ama olsun, çıkmış minareye; ezan okumaya çalışırken Hoca aşağıdan ikaz etmiş:

      “Hey evlat, başının çaresine bak; öyle dalsız budaksız bir ağaç ki çıktığın, seni kurtaran olmaz!”

      Ben Yıldıza Bakarım

      Nasreddin Hoca, bir gün talebelerine:

      “Çocuklar…” demiş. “Konya ile Akşehir’in havası aynı olur.”

      “Hoca’m…” demişler. “Yanlışın olmasın!”

      “Ne yanlışı?” demiş Hoca. “Akşehir’de ne kadar yıldız varsa Konya’da da o kadar var!”

      Benimki de Düşünür

      Bizim Hoca Akşehir pazarında dolaşırken bir de ne görsün, minicik bir kuşa bir eşek yükü para isteniyor.

      Merakla pazarlığı seyretmiş. Kuşun tek meziyetinin konuşması olduğunu öğrenince koştura koştura eve gelip baba hindisini kaptığı gibi tekrar pazara dönmüş. Hindinin fiyatını sormuşlar. Hoca ne eksik ne fazla, papağana biçilen fiyatın aynısını söyleyip izahını yapınca:

      “Onun özelliği var, o konuşur.” demişler. Hoca düşünmeden:

      “Bu da düşünür.” demiş.

      Beş Parmak Altı Parmak

      Nasreddin Hoca kaşık bulamamış mı nedir, “Bismillah” deyip sağ eliyle zerdeye dayanmış. Aynı yöntemi uygulayan bir hasis:

      “Hoca…” demiş. “Afiyet olsun da neden beş parmağınla yiyorsun?”

      Hoca bu, hiç altta kalır mı?

      “Altı parmağım olmadığından!”

      Bıldırcınım Havalandı

      Nasreddin Hoca bir ahbabına bıldırcın ziyafeti çekmek istemiş. Pazardan bıldırcını almış. İşi hanımına da bırakmayarak kendi elceğiziyle kızartmış. Sofrayı hazırlamış.

      Dostu da Hoca gibi latife düşkünü biriymiş ki kaşla göz arasında sofradaki bıldırcınları saklayıp cebindeki sağ bıldırcınları sofraya bırakmış. Hoca bakmış ki biraz önce kızarttığı bıldırcınlar tüye teleğe bürünmüş uçuyor.

      “Allah’ım…” demiş. “Hikmetinden sual olunmaz anladım, bıldırcınları kurtarıp sevindirdin de benim yağım, tuzum, biberim, kursağımda kalan hevesim ne olacak?”

      Bilmenin Üç Yolu

      Nasreddin Hoca bir cuma günü, kürsüye çıkınca:

      “Ey Müslümanlar!” demiş. “Bugün size ne anlatacağımı biliyor musunuz?”

      Cemaat şaşkın, cevap vermiş:

      “Bilmiyoruz!”

      Hoca’nın, “Madem bilmiyorsunuz, o hâlde konuşmaya gerek yok.” demesiyle kürsüden inmesi bir olmuş. Kimse bu işin hikmetini çözememiş. Cemaat kendi arasında, bir dahaki sefere Hoca aynı soruyu sorarsa; “Biliyoruz.” diyelim kararına varmış.

      Hoca, ertesi cuma günü kürsüde tekrar aynı soruyu sorunca verilen karar üzerine cemaat:

      “Biliyoruz!” cevabını vermiş. Hoca:

      “O hâlde konuşmama hacet kalmadı.” diyerek yine kürsüden inmiş.

      Bir sonraki cuma vaazında Hoca’mız, cemaate yine aynı soruyu sorunca önceden anlaştıkları üzere bazısı “Biliyoruz.” bazısı “Bilmiyoruz.” demişler. Hoca bağdaş kurduğu kürsüden inerken cemaate seslenmiş:

      “İyi ya, bilenler bilmeyenlere anlatsın!”

      Binme Adabı

      Hoca eşeğine artık odun mu yükletmiş, su mu yükletmiş; bir de yüklü eşeğin üzerine çıkıp dehlemiş. Dehlemiş ama Hoca’nınki binme değil; ayaklar üzengide, ayakta. Karşıdan gelen bir Akşehirli:

      “Yahu Hoca’m, seksen yaşına geldim böyle eşeğe binen görmedim.” deyince Hoca:

      “Ahbap.” demiş. “Zaten zavallıcık yükü zor çekiyor, üstüne üstlük ayaklarımı da taşıyor, bir de ben oturursam yazık olmaz mı hayvana…”

      Hiç Âşık Olamadım

      Hâlden anlar birisi:

      “Hoca’m.” demiş. “Sen hiç âşık oldun mu?”

      Hoca biraz düşünmüş. İçini çekerek:

      “Bir kere oluyordum.” demiş. “Üstüme geldiler.”

      Bir Dağın Ardı Kaldı

      Hoca kaybettiği eşeğini arıyormuş. Ama nasıl arama, mübarek düğüne gidiyor sanki; hem türkü çığırıyor hem eşeği arıyor… Görenler:

      “Hayırdır?” demişler. “Böyle ne dolanıp duruyorsun?”

      “Bizim eşek kayboldu da.” demiş Hoca.

      “İlahi Hoca’m.” demiş biri. “Türkü söyleyerek eşek aranır mı?”

      “Şu dağın ardına da bakayım.” demiş Hoca. “Bulamazsam, siz o zaman seyreyleyin gümbürtüyü!”

      Bir Kile Hikâyesi

      Nasıl olmuşsa olmuş, Hoca odundan gelirken bir tavşan yakalamış. Tavşanı torbaya koyduğu gibi ağzını bağlamış. Eve getirdikten sonra çarşıya çıkıp eşine dostuna:

      “Akşam misafirim olun.” demiş. “Size çok tuhaf bir şey göstereceğim.”

      Hoca çarşıda dolaşa dursun, Hoca’nın hatuncuğu bu torbada ne ola ki diye torbanın ağzını açınca; tavşan artık kapıdan mı çıkmış, pencereden mi atlamış bilinmez, sırra kadem basmış. Kadın da Hoca ne der, korkusuyla torbaya arpa ölçeğini koyup ağzını bağlamış; eski yerine bırakmış.

      Akşam, o çok tuhaf şeyi görmek isteyen Akşehirliler merakla Hoca’nın evine toplanmışlar. Hoca herkesin gözü önünde torbanın ağzını çözüp ters çevirince, arpa ölçeği teker meker ortaya yuvarlanmış. Hoca hiç bozuntuya vermeden:

      “İşte…” demiş. “Bunun on dolusu bir kile eder!”

      Bir Nar, Bir Cevap

      Hoca, eşeğiyle evine dönerken bir dervişe rastlamış. Dervişin heybesinin Bursa

Скачать книгу