Скачать книгу

Hoca’yı Konya’ya davet etmiş. Sultan çağırır da gidilmez mi; üstelik, Hoca’ya hususi arap atlarından birini göndermiş. Hoca şehre vardığında vezirlerden birisi karşılamış. Gün boyu Konya’nın gezilecek yerlerini gezmişler, görülecek yerlerini görmüşler. Akşam ezanıyla birlikte “sultan sofrası”nda iftara oturmuşlar. Âdet olduğu üzere evvela çorba gelmiş. Yine âdet olduğu üzere ilk kaşığı Sultan Hazretleri çalmış ama çalmasıyla parlaması da bir olmuş:

      “Kaç defa ferman buyurdum; benim çorbama Erciyes kekiği atılacak diye. Kaldırın bu çorbayı! Kuzu tandırı getirin!”

      Sofrada bulunanlar çorbanın kokusuyla yutkunadursunlar, bu defa kuzu tandır gelmiş. Sultan tadına bakar bakmaz; bu sefer de “Mendebur aşçıbaşı!” diye gürlemiş:

      “Şu Selçuk ülkesinde kuzu mu kalmadı ki koç kızartırsınız. Götürün bunu çabuk!”

      Hasılı, o yemeğe bir bahane, bu yemeğe bir bahane, sofraya ne gelirse Sultan Hazretleri, tadına baktıktan sonra, aşçıbaşını azarlayarak geri gönderiyormuş.

      Nasreddin Hoca bakmış ki aç kalacak, ayağa fırladığı gibi pilav lengerini alıp önüne koymuş; hızla kaşıklamaya başlamış. Sultan Hazretleri:

      “Hoca’m…” demiş. “Ne yapıyorsun?”

      “Sultan’ım!” demiş Hoca. “Aşçıbaşı sizin olsun, bari pilavı bağışlayın!”

      Ay Alıp Satmanın Zamanı Değil

      Bir Ramazan günü Hoca’ya öğrencilerinden biri durup dururken; “Hoca’m…” demiş. “Bugün ay kaç?”

      “Nerden bileyim!” demiş Hoca. “Ay alıp sattığım mı var!”

      Ay Boğulacaktı

      Hoca’nın gece vakti dili damağı kurumuş, içi yanmış. Mutfağa seğirtmiş ama ilaç için bir dirhem su yok. Bahçeye kuyudan su çekmeye çıkmış. Kuyunun kapağını kaldırınca ne görsün, ay kuyuda parlıyor.

      “Eyvah, ay boğulacak!” demesiyle, çengelli ipi alıp gelmesi bir olmuş.

      Hoca saatlerce ayı çengelle yakalayıp kuyudan çıkarmak için uğraşmış. Sonunda çengel, kuyu taşına mı takılmış, sahiden aya mı takılmış, çektim gelmez bir ağırlıkla uğraşmış Hoca. Var gücüyle ipe asılınca, sırtüstü yere serilmesin mi? Bir de bakmış ki dolunay gökyüzünde pırıl pırıl parlıyor.

      “Çok şükür Allah’ım!” demiş. “Yoruldum ama ayı da boğulmaktan kurtardım.”

      Ayak Sesinin Kokusu

      Bir Akşehir yazında, Nasreddin Hoca ve dostları sohbet ederken af buyurun, içlerinden biri seslice yellenmesin mi? Ne yapsın adamcağız, kızarmış bozarmış ama belli olmasın diyerek ayağını yere sürtmekten de geri durmamış. Hoca bu, taşı gediğine koymazsa rahat edemeyecek:

      “Rahat ol evlat!” demiş. “Sesini biraz benzettin de kokusunu ne yapacaksın?”

      Baltayı Kurtaralım

      Hoca’nın son günlerde canı ciğer çekmiş. Gündüz ciğerci çırağıyla eve ciğer gönderiyormuş lakin, akşam eve geldiğinde sofrada yine bulgur pilavı… Bir böyle, iki böyle derken, bir akşam dayanamayıp sormuş:

      “Yahu hatun, ben de nefis sahibiyim, kaç gündür ciğer gönderiyorum eve, akşam yine aynı yemek; ne oluyor bu ciğerlere?”

      Kadın ne dese beğenirsiniz?

      “Bana niye soruyorsun; şu hain kediye sor. Ne zaman pişirmeye kalksam fırsatını bulup kapıyor!”

      Hoca birden yerinden fırladığı gibi baltayı hanımının çeyiz sandığına kilitlemiş; derin bir nefes almış. Karısı şaşkın şaşkın:

      “Hayırdır, Hoca?” demiş. “Baltayı kimden saklıyorsun?”

      “Kediden!”

      “Yapma Hoca!” demiş, karısı. “Kedi baltayı ne yapsın?”

      Hoca bu; sıradan bir koca değil ki:

      “Bana bak kadın!” demiş. “Ciğer iki akçe idi, bu balta kırk akçe eder. Ya kedi kaparsa!”

      Bana mı Eşeğe mi İnanırsın?

      Pinti komşusu, Hoca’nın eşeğini ödünç istiyormuş. Bir vermiş, iki vermiş. Baktı ki baş edemeyecek, yine istediği bir gün:

      “Tüh! Biraz önce başkasına verdim!” diyerek geri çevirmiş.

      O sırada, ahırdaki eşek var gücüyle anırmaya başlamış.

      Komşusu:

      “Bu senin eşeğin sesi değil mi, hani yoktu?” demiş.

      Hoca:

      “Aşk olsun!” demiş. “Hoca, benim sözüme değil de eşeğin sözüne mi inanıyorsun?”

      Baş Başa Yemek

      Nasreddin Hoca gün boyu gelenden gidenden, sorandan sual edenden yorgun düşmüş. Eve gelip sofraya oturduklarında karısına:

      “Hatun…” demiş. “Çıkar şu yazmayı başından!”

      Karısı, yazmayı çıkarmış ama sormadan da edememiş:

      “Efendi!” demiş. “Bayram değil seyran değil, baş başa yemek yiyoruz, nerden icap etti şimdi bu?”

      O günkü kalabalığın uğultusu hâlâ kulaklarında olan Hoca:

      “Bak hatun…” demiş. “Sen yazmayı çıkardın melekler kaçtı, ben ‘Bismillah’ dedim şeytanlar kaçtı; şimdi baş başa bir yemek yiyelim!”

      Bayram

      Kıtlığın, yoksulluğun kol gezdiği bir zamanda Nasreddin Hoca bir köye varmış ki ne görsün: Kazan kazan yahniler, sini sini pilavlar; millet gülüp eğleniyor, bir şenlik bir şenlik…

      “Bre!” demiş. “Bu kıtlık zamanında bu ne?”

      “Deme Hoca!” demişler. “Bugün bayramımız var, bütün bunlar o yüzden, gördüğün, göreceğin, göreceğimiz hepsi bu. Yoksulluk bizde de var.”

      Hoca içini çekerek:

      “Keşke…” demiş. “Her gün böyle bayram olsa!”

      Belinde Su Kabağı

      Hoca’ya, ikide bir, eşi dostu “Kendini kaybetme Hoca.” diye takılırmış.

      Hoca bir gün, ana ata memleketi Sivrihisar’a gitmeye niyetlenmiş. Yine bir “kendini kaybetme” nasihatiyle karşılaşınca: “Aman kaybolmayayım.” diyerek beline bir su kabağı bağlamış… “Nedir bu?” diyen konu komşuya: “Bundan böyle kaybolursam, Nasreddin Hoca olduğum belli olsun istedim.” demiş.

      Daha Akşehir’i çıkmadan muzibin biri Hoca’nın belindeki kabağı kesip kendi beline bağlamış. Tesadüf bu ya çarşıda karşılaşmışlar. Bakmış ki, belinde kabak yok, kendi kabağı tanımadığı birinin belinde bağlı:

      “Şu işe bak!” demiş. “Karşıdan gelen adam benim. O zaman ben kim oluyorum?”

      Ben Ona Karışmam

      Hoca hastalanmış, yatağa düşmüş. Çıkıp Akşehir’de efkâr dağıtamaz hâle gelmiş. Hoca’nın karısının yâreni olan mahallenin kadınları, Hoca hastayken de âdetlerini sürdürmüşler. İçlerinden birisi:

      “İlmine kurban olduğum…” demiş. “Allah hayırlısını

Скачать книгу