Скачать книгу

nasıl yeneceğini bilemiyordu. Kocasının sadakat ve fedakârlığının derecesini zaten nazarında belirlemeye başlamış olduğu hâlde bir de Trillo’nun muhakemesini görünce “Bu Trillo’nun yerden göğe kadar hakkı var. Beni arayıp bulmak ve kaçacağı varsa beraber kaçarak yine hâlimize göre birlikte yaşamak yolu varken sadece kendi başının korkusundan ötürü beni aramadıktan başka ben onu bulmuşken bile göğsümden kakıp kaçan, giden kocanın derdiyle bu kadar yanmak âdeta ahmaklıktır. Biraz kendimi geniş tutmalıyım.” suretinde karar vermişti.

      Ne yazık ki, hatta yüz binler defa yazık ki, bir kadının namus konusundaki mukaddes titizliğine bu kadarcık halel gelmesi, onun bütün bütün bozulup gitmesi için yetip de artmıştı!

      Mevcut milletlerin bazılarının, kadınları erkeklerden kaçırıp bazılarının kaçırmamasında olan fayda ve zararı muhakeme eden bazı eksik fikirli filozoflar, kadınların örtü altına konulmasının, âdeta kıskançlıktan gelir bir nevi taassup olduğuna hükmederler. Ancak işte Madam İlia gibi bir kadının namus konusundaki temiz titizliğini bozmak bu kadar kolay bir iş olduğu hâlde, bu gibi bozulmalara karşı doğuştan meyilli bulunan kadınların ne kadar basit şeytanlıklara mahvolup gideceğini düşünmelidir.

      Güverte zabiti Trillo, Madam İlia’ya arz ettiği felsefi nutuktan sonra kadının tavrında görülecek değişikliğe dikkat etmeye başladı.

      Gördü mü dersiniz?

      Ziyadesiyle gördü. Hatta aradan iki gün geçmeden Madam İlia herifi yanına çağırıp “Monsieur Trillo, lakırtınızı pek haklı buldum ama inşallah kocamı ele geçireceğim hakkındaki ümitlerimi teyit edecek rüyalar dahi görüyorum.” yollu bir girişle herifi yine sohbete davet etmişti. Trillo, Madam İlia’da bu gevşemeyi görünce fikir ve hayallerinin gerçekleşeceğine güveni artarak büyük bir emniyet ve kararlılıkla:

      Trillo: “Vallahi efendim, ben sizin hâlinize acıdığımdan öyle söyledim. Sizin gibi henüz pek genç ve tam zevk edecek çağda bir kadını öyle, dünyasından bezmiş bir hâlde görmek elbette bana tesir eder. Bir kere de âlemde emsalinizden ibret alınız. Kocaları yanında ve safaları yerinde kadınların bile eğlenceleri yolunda dakika kaybetmediklerini görünüz.”

      Madam: “Dünyada namussuz aşüfte mi ararsınız?”

      Trillo: “Hakkınız yoktur diyemem. Öylesi de var. Fakat bu namus bağıyla yalnız kadınlar mı bağlı olur? Gösteriniz bana bir erkek ki eline fırsat düştüğünde namusu o fırsatı kaçırmasına sebep olsun.”

      Madam: “Erkeklerde bu kadar iffetli adam nadir bulunur.”

      Trillo: “Kadınlardan çokça bulunmasının sebebi ise doğrusunu isterseniz kadınların akılsızlığıdır. Vallahi efendim, namus bence vazifedir. İnsan vazifesinden harice çıkmaz veyahut çıktığını kimseye duyurmazsa namusu da zarar görmez inancındayım. Bir kere düşününüz. Dünyada bir emele nail olmayı kim istemez? Yalnız meydana sırrım çıkar da rezil olurum diye nefsini meneder. Eğer insan kendi sırrını kendi sakladığı kadar başkasının da saklayacağına emin olursa mutlaka iradesi elden gider.”

      Herifin lakırtıyı bu yola dökmesiyle beraber Madam İlia’nın çehresinde o kadar kabul alametleri görüldü ki âdeta Trillo arzusunun hasıl olacağına hiç şüphe etmemeye başladı. Ancak o aralık birinci kaptanın yanlarına gelmesiyle âdeta pişmiş aşa soğuk su katmış oldu.

      Madam İlia, kaptan ile de güzel güzel konuşup bir hayli vakit geçirdikten sonra kamarasına inerek kendi kendisine düşünmeye başladı. Kâh öyle birtakım namuslu duygulara mağlup oluyordu ki dünyada, her şehvetine düşkün kimsenin hırsını dindirmek için kendini vakfetmiş olan kadınların geberip gitmelerini bir nimet olarak kabul eder ve Trillo’yu da namus binasının zelzelesi, ölüm ateşinin rüzgârı, temizlik ve günahsızlık gemisinin borası gibi görüp günahsızlık gibi melekçesine bir duyguyu onun şehvet duygusu gibi şeytanca bir duyguya yaklaştırmak doğru olmayacağı için bir daha herifin yüzüne bakmamak kararını alırdı ve kâh olurdu ki kendi şehvet duygularına mağlup olarak Trillo’nun dediği gibi gerek namus ve gerek ırz denilen şeyin zanlar nevinden olduğunu düşünmekle sır meydana çıkmayacak olduktan sonra âlemde zevk etmeye kimin mâni olacağını hesap ederek hazır şu Trillo oldukça genç ve parlacık bir adamken sohbeti ile müstefit olmak kararını verirdi ki bu son kararıyla hırsından gerinmeye ve esnemeye başlardı.

      Meselenin üzerinden birkaç gün daha geçti. Birkaç gün değil, birkaç hafta dahi geçti. Temizliğin ve günahsızlığın manevi kuvveti ile şehvetin kuvveti pençe pençeye cenkleşmekten vazgeçmediğine ve bu muharebede tarafların henüz barış yapmadıkları için Madam İlia, âdeta iki köy arasında kalmış ahuya benzedi.

      Birkaç defa daha Trillo ile sohbetler etti. Habisin her sohbeti, âdeta temizlik kahramanının bir damarını kesmek yerine geçiyordu. Nihayet o kahraman hükümdar tam aciz kalarak düşmanının kahramanca üstün gelmeye başladığını da Trillo layığıyla anlamış olduğundan bir gece halk yerli yerine çekildikten sonra kalkıp Madam İlia’nın dairesine doğru yürüdü.

      Madam İlia henüz yatmamış idiyse de kanepesi üzerine serilip yine iffet ve şehvet muharebelerini seyrederdi. Kapı açılıp da Trillo’nun içeriye girmesi, tam melekçe temizliğin yenildiği zamana tesadüf ettiği için herifi görünce bu vakit kamarasında ne gezdiğini sormaya davrandıysa da vücuduna bir titreme ve diline bir ağırlık gelip tir tir titremekten başka bir şeye muvaffak olamadığını gördü.

      İyi ya, artık ne gibi bir manevi hissin zorlaması ve baskısı ile Madam İlia, o gece sabaha kadar hüngür hüngür ağladı?

      Evet, ağladı. Çünkü düşüncesi ve muhakemesi de iffet ve namusuyla beraber ayaklar altında çiğnenmemişti. İnsan bir saniye evvel kendisini melek, vücudunu nur görüp durduğu hâlde kendinden geçmekten ibaret olan bir saniyelik şehvet müddetinden sonra, kendisini ifrit, vücudunu leş olmuş görünce elbette bu hâl gayretine dokunur.

      Elbette ağlar!

      Gayreti dahi muzmahil42 oluncaya kadar ağlar!

      Eyvah! Eyvah ki bir kere gayret dahi muzmahil olursa artık onun nazarında cihan muzmahil olsa dahi bir tesiri kalmaz.

(Beşinci Kitap’ın Sonu)

      ALTINCI KİTAP

      Birinci Bölüm

      Miladi 1790 senesi Eylül’ünün on birinci günü Paris’te, Hotel de Moscova denilen misafirhanenin umumi yemek salonunda, hazır bulunan kadın erkek, yirmi kadar zevat arasında gayet sıcak bir sohbet cereyan ediyordu. Bu sohbette Michelet namında bir ihtiyar Fransız ortaya bir iddia atmış görünüp Feuerbach namındaki bir Alman ile Desters isminde bir İngiliz de bu iddiaya karşılık veriyor ve başkaları sohbetin nasıl cereyan ettiğine dikkat ederek aralıkta bir onlar arasında da söz söyleyen oluyordu.

      Sohbetin mahiyeti aşk ve alaka denilen şeyden ibaret olup bu konuda Michelet’nin iddiasının içeriği şu şekilde özetlenebilir:

      “Yaşım altmışı geçti. Bu ömrüm müddetince aşk ve alaka âleminin ayak atmadık hiçbir köşesini bırakmadım. Hatta bir aralık izdivaç dahi ederek… Artık bereket versin diyeyim ki zevcem birkaç seneden sonra vefat edip gittiği cihetle beni serbest bıraktı. Yani demek isterim ki sevginin o cihetini dahi gördüm. Bu uzun müddette edindiğim tecrübelerimden şunu anladım ki aşk denilen şey âdeta insanın kendi kendisini aldatmasından ibaret. Ama nasıl aldatış? Yalnız ‘Filan kadın beni seviyor.’ diye aldatmak değil. ‘Ben filan kadını seviyorum.’ diye de kendi kendisini aldatır. Hem de o kadar aldatıyor ki sevdiği uğrunda canını ortaya koymayı da göze aldırıyor. Gerçi bu fedakârlığı esirgemiyor. Siz âlemde budala mı ararsınız? O yolda canını

Скачать книгу


<p>42</p>

Muzmahil: Çökmüş, darmadağın olmuş, perişan olmuş. (e.n.) 194