Скачать книгу

istiyorsunuz?”

      “Mösyö Perfilt Strunger’i görmek istiyorum.”

      “Kendisi burada yoktur fakat ona ait her şeyi ben görürüm.”

      “Ona söylenecek her şeyi demek sana söyleyebiliriz.”

      “Evet.”

      Muhsin cebinden markayı çıkarıp uzattı. Çocuk markayı okuduktan sonra Muhsin’e bir iskemle uzatarak “Peki, buyurunuz, oturunuz. İstediğinizi şimdi getireceğim.” dedi.

      Kösele yığınlarının arasından ufak bir kapı açtı. Pat pat yürüdü, kayboldu. Yeni işinin icabı olarak Muhsin boş oturmadı. Burası neresi? Nasıl ticarethane idi? Her şeyi öğrenmesi lazımdı. Yavaşça sandalyesinden kalkarak küçük kapıya kadar gitti. Buradan aşağı karanlık bir merdiven iniyordu. Başını uzattı, dinledi. Çocuğun ayak sesleri gittikçe zayıflayarak hâlâ duyuluyordu. Demek burası derin bir yere iniyordu.

      Aşağıda ne olduğunu anlamak için Muhsin de yavaşça merdivenden birkaç basamak indi. Kuyuya bakar gibi eğildi. Bir elektrik fenerinin ışığı parladı söndü. “Küt” diye kalın bir kapak açılır gibi oldu.

      O zaman sanki elektrik fenerinin çakan sönen parıltısı ile Muhsin’in beyninde bir fikir uyandı. Hiç duraklamadan hemen yapmaya kalkıştı. Bu gibi dakikalarda cesaretli ve birden davranmanın lazım olduğunu biliyordu. İçeriye, dışarıdan birinin girmesini önlemek için hemen koştu, mağazanın aralık duran kapısını itti ve üzerindeki anahtarla içeriden kilitledi.

      Bir iskemleye çıktı. Tavandan sarkan ip turalarından birini aldı. Avının üzerine giden bir kedinin yumuşak ve muhteris adımlarıyla merdivenden süzüldü. Gerçekten de çocuk yirmi ayaklık bir merdivenden sonra yerden bir metre karelik bir kapak kaldırarak daha aşağıya inmişti. Orası, yine birkaç basamakla derinleşen bir mahzene benziyordu.

      Muhsin buradan aşağıya baktı. Çocuğu elinde elektrik feneriyle bir sandığın üzerine eğilmiş silah seçmekle uğraşırken gördü. İşte saniye o saniye idi. Bir atmaca hızı ile avının üzerine atıldı. Neye uğradığını bilemeyen çocuk gür sedasıyla imdat diye bağırmaya başladı.

      Bu ilk eşkıyalık vakasının verdiği çarpıntıyla burnundan soluyan Muhsin:

      “Bağırma… Ne ırzına dokunacağım ne hayatına! Lazım olduğu kadar silah alıp gideceğim.”

      Sandıkla üzerine abanan Muhsin’in iri gövdesi arasında kalan çocuk kıpırdayamıyor, kopardığı yardım feryatları da etrafın kalın taş duvarları arasında boğulup eriyordu.

      Muhsin yalnız göğsüyle genç mağazacının ince vücudunu sıkıca tutarak iki eliyle ip turasını açtı. Çocuğun ellerini arkasına çemreyip sımsıkı bağladı. İki bacağını da ayaklarına kadar birbirine bumbar gibi sardı. Bir mumya hareketsizliğine gelen bu vücudu küçük mahzenin bir tarafına uzattı. Çocuk hâlâ bütün avazıyla bağırıyordu. Sandıktan iri bir revolver çekip korkutmak için zavallının beynine doğru kaldırarak: “Kes sesini… Bu demir parçasını kafana bir indirirsem tuzla buz ederim.”

      Bu iri kolun gölgesi altında çocuk titreyerek sustu. Bir tarafa fırlayan elektrik feneri tekerlek beyaz ışığıyla bu yer altı vakasını aydınlatıyordu.

      Muhsin, feneri yerden aldı. İçi silah dolu sandığa eğildi. Koltuğunun altına sığabildiği kadar revolver aldı. Sargılarının altında kalıp gibi yatan çocuğa dönerek: “Fişekler nerede? Söyle.”

      Çocuk hazin hazin ağlıyordu. Cevap vermedi. Muhsin, kalın tabanlı ayakkabısının ucunu zavallının gırtlağına dayayarak: “Bir basınca canın aşağından çıkar.”

      Sözde şaka yoktu. Mağazacı kundakta çocuk gibi bağlarının içinde kıvrandı. Yaşlar dökülen yüzünü ekşiterek kederli bir sesle “Öbür köşeye bak.” dedi.

      Muhsin, feneri öbür tarafa çevirdi. Bir sandık daha gördü. Gitti, kapağını açtı. İçinde üzeri meşin kaplı küp şeklinde bir sandık daha göründü. Onun kapağını da kaldırdı. Parşömen kâğıtlara sarılı paketler buldu. Bir tanesini açtı. Uzun bir mukavva kutu çıktı. Her birinde birer düzine fişek vardı. Bunlardan da yeteri kadar ceplerine yerleştirdi. Yine, yalnız yaşla gözleri parlayarak yerde kalıp gibi yatan çocuğa döndü:

      “Ustan Perfilt Strunger’e selam söyle. ‘Yavuzlar Çetesi’nden parasız silah satın aldılar.’ de. Hırsızın büyüğü kendisidir. Kim bilir kaç senedir gümrükten yasak mal kaçırarak devleti zarara sokuyor. Böyle, günde birer marka ile gelen dost düşman kimselerin ellerine silah veriyor. Arkamızdan bir patırtı çıkarırsa onun hâli bizden berbat olur. Hâlin biraz rahatsız ama ne yapalım çorbacın gelinceye kadar bu hâlde kalmaya dayanacaksın. Adiyö.”

      Muhsin, merdivenlerden yukarı fırladı. Mağazanın gezinti mahalline olan kapısını açtı. İki tarafına bakındı, kimse yok. Koltuğunun altındaki revolverleri güzelce bir paket yaptı, sicimle bağladı. Etrafa bir göz attı. Köşedeki ufak kasanın kapısını yokladı. Kilitli değilmiş, açıldı. Bütün bölmeleri, gözleri aradı. Yetmiş iki lira kadar para buldu, cebine indirdi. Kapıdan çıktı. Bütün bu işler on sekiz, yirmi dakika içinde bir sinema vakası hızı ile olmuştu.

      Hanın merdiveninden indi. Karanlık köşede ihtiyar kahveciyi sessiz ve ağır hareketlerle yine işiyle uğraşır buldu. İçeriye birkaç kişi girdi. Muhsin, mağazadan alışverişte bulunmuş bir müşteri tavrıyla koltuğunda irice paketini taşıyarak sokağa çıktı, kalabalığa karıştı.

      Muhsin, şimdi yolda giderken ne harcayıp ne kazanmış olduğunu hesaplıyordu. Elli lira vermiş yetmiş iki lira almış; fişekle bir paket revolver de caba… Kârlı dalavere ama soğukkanlılık, akılları durduracak atılganlık, âleme parmak ısırtacak cesaret, çeviklik, nazik anlarda hemen karar vermek gibi zihin işlemesi lazımdı.

      13

      Akşam yaklaşıyor, Muhsin koltuğunda paketiyle gidiyor. Pakette ne olduğunu bilseler en büyük cezaya uğrayacak. Fakat akşamüzeri Karaköy’de kaynayan siyah insan anaforu içinde koltukları yüklü geçenler hesapsız. Kim ne taşıyor, ne malum? Bunların hangisinden şüphelenip de paketine, bohçasına, çantasına, torbasına bakmalı? Bu işi görmek için hemen o kalabalığın üçte biri kadar polis memuru lazım. Bu olacak şey mi? Kim bilir o anda, cepte, pakette, bavulda, balyada, sandıkta oradan oraya ne yasak, ne zararlı, ne öldürücü, ne yıkıcı şeyler taşınıp götülüyor? İş, kendinden şüphe ettirmemekte.

      Muhsin, tavanına kadar adi cigara ve puro dumanı bürümüş birahaneden içeri girdi. Arkadaşlarını bir köşede muhabbet etmekte buldu. Yanlarına gitti. İyice neşelenmişlerdi. Paketini peykenin üzerine, aralarına koyarak oturdu.

      Veysel hemen sordu:

      “O ne?”

      “Revolver.”

      “Kaç tane?”

      “Ne kadar taşıyabilirsem o kadar aldım.”

      “Ucuz mu buldun?”

      Muhsin dudağını kıvırarak alaylı bir yan bakışla: “Para mı verdim sanıyorsun?”

      “Satılması yasak koca bir paket revolver gündüz ortasında parasız nasıl alınır?”

      “Para ile mal alanlar sıradan müşterilerdir. Biz, esnafın, tüccarın, sarrafın, sermaye sahibinin filanın filanın sırtından yaşamaya karar vermedik mi ya?”

      “Canım, nasıl aldın?”

      “Bir kolposuna getirdim aldım. İnsanın kumarda olduğu gibi hırsızlıktan da talihi açık olursa bu öyle tatlı, kârlı bir iş ki bugüne kadar nasıl

Скачать книгу