Скачать книгу

kapı kapı dilenelim.

      Dede yüzünü elleriyle örttü, yattığı kanepenin yastığı içine sakladı.

      Çocuk, bir kolunu yaşlı adamın boynuna dolayarak:

      – Hadi, gel dilenci olalım, dedi. Yeteri kadar kazanç sağlamamaktan korkum yok benim, mutlaka kazanacağız, buna eminim. Yürüye yürüye köylere gidelim, tarlalarda, ağaç diplerinde uyuyalım, bir daha da parayı ya da seni üzen başka şeyleri hiç düşünmeyelim. Geceleri dinlenelim, gündüzleri de güneş, rüzgâr yüzümüze vursun, birlikte Tanrı’ya şükredelim. Bir daha karanlık odalara, üzüntü dolu evlere adım atmayalım da dilediğimiz gibi, orası senin, burası benim, dolaşalım. Sen yorulunca bulabildiğimiz en güzel yerde dururuz, dinlenirsin, ben de gider ikimiz adına dilenirim.

      Çocuk başını yaşlı adamın boynuna bırakırken sesi hıçkırıklar arasında kayboldu. Yavrucak tek başına ağlamıyordu.

      Bunlar başkalarının kulaklarına uygun kelimeler olmadıkları gibi manzara da başka gözlere göre değildi. Yine de orada başka kulaklar, gözler vardı, olup bitenleri hırsla kapmaya çalışıyorlardı. Üstelik, bunlar B. Daniel Quilp’den başkasının gözleri, kulakları değildi. Çocuk yaşlı adamın yanına gittiği sırada görünmeden içeri girmiş, konuşmayı yarıda kesmekten –incelik gösterip– kaçınmış, yüzünde o alışılmış gülümsemeyle durmuş, konuşulanları dinlemişti. Yalnız, daha önce hayli yol yürümekten yorulmuş bir kimse için ayakta durmak gerçekten usandırıcı bir iştir. Cüce de, her gittiği yere kolayca alışabilen tiplerden olduğundan, çok geçmeden gözüne bir koltuk kestirmiş, görülmemiş bir çabuklukla koltuğun üzerine atlayıp ayaklarını da koltuğun oturulacak yerine basacak şekilde arkalığına oturmuş, bulunduğu yerden rahatça odadakileri seyredip konuşmalarını dinlemeye koyulmuştu. Maymun gibi acayip hareketler yapma tutkusunu da yerine getirebildiği için de pek memnundu. İşte böylece, bir eli çenesine dayalı, başı biraz yana dönmüş, çirkin yüzü sinsice bir sırıtışla karmakarışık olmuş, oturuyordu. Bir süre sonra yaşlı adam da o yana bakınca en sonunda cüceyi gördü, anlatılamaz bir şaşkınlık duydu.

      Çocuk da, bu sevimli yaratığı görür görmez, hafif bir çığlık kopardı. O da, yaşlı adam da, ilk şaşkınlıkları sırasında, gördüklerinin gerçek olmasından da biraz şüphelenerek ne diyeceklerini bilememiş, şaşkın şaşkın cüceye bakakalmışlardı. Bu karşılama töreninden hiç de alınmayan Daniel Quilp, istifini bozmadan, hoşgörür bir tavırla, başını iki üç kere sallamakla yetindi. En sonunda, yaşlı adam cüceye adıyla seslendi, oraya nasıl geldiğini sordu.

      Quilp, başparmağını omzunun üstünden geriye doğru uzatarak:

      – Kapıdan geldim, dedi. Anahtar deliklerinden içeri girebilecek kadar minik değilim! Keşke öyle olsaydım! Seninle özel olarak konuşmak istiyorum; ama, yalnız olmalıyız. Yanımızda kimse bulunmamalı, komşum. Güle güle, küçük Nelly.

      Nell, yaşlı adama baktı, o da kıza başını sallayıp çekilmesini işaret etti, yanağından öptü.

      Cüce dudaklarını şapırdatarak:

      – Ah, dedi. Bu ne güzel bir öpücük böyle! Tam da kırmızı yere isabet etti. Ne enfes bir öpücük!

      Bu sözler üzerine Nell çarçabuk odadan kayboldu, Quilp kızın arkasından yan gözle hayran hayran baktı, çocuk kapıyı kapayınca da yaşlı adama torununun güzelliğinden dem vurup iltifat yağdırmaya başladı. Kısa bacağını ovuşturarak:

      – Açmaya hazır ne alçak gönüllü küçük bir tomurcuk, komşum! dedi. Gözlerini de durmadan kırpıştırıyordu. Ah, ne de nonoş, totoş potoş tomurcuk şu küçük Nell!

      Yaşlı adam buna zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdi, büyük bir sabırsızlık içinde olduğunu gizlemekte zorluk çektiği de belliydi. Bu, adamcağıza işkence yapmaktan hoşlanan Quilp’in de gözünden kaçmamıştı. Zaten Quilp, eline imkân geçirdi mi, karşısına çıkan herkese işkence etmekten hoşlanırdı.

      Ağır ağır konuşarak, kendini bu konuya enikonu kaptırmış görünerek:

      – Kızcağız ne de ufacık, ne de dolgun, ne de güzel, ne de kusursuz yaratılmış! dedi. Üstelik, o mavi damarlarıyla, o saydam derisiyle öylesine de hoş ki! Ya o küçücük ayakları, insanı büyüleyen davranışları yok mu! Peki ama, sen sinirlisin yahu! Ne oldu, komşu, nen var senin? Sana yemin ederim ki… Cüce, bunları söylerken koltuğuntepesinden inip, yukarıya fırlayışındaki çabukluğun tersine, koltuğun oturulacak yerine ağır ağır yerleşti. Sana yemin ederim ki eski kanın damarlarda bu kadar çabuk akacağını, böylesine kaynayabileceğini hiç bilmiyordum; yoluna zoraki devam ettiğini, serin, adamakıllı serin olduğunu sanıyordum. Öyle olması gerektiğine de aşağı yukarı eminim. Seninkisi çığrından çıkmış galiba, komşum.

      Yaşlı adam iki eliyle başını tutarak:

      – Galiba öyle olmuş, dedi. Burada yanan bir ateş var, ara sıra da ad vermekten korktuğum bir şey duruyor burada.

      Cüce hiçbir şey söylemedi; yalnız, yaşlı adamın tedirgin olmuş bir hâlde odanın içinde bir aşağı, bir yukarı gezinişini seyretti. Biraz sonra, adamcağız gelip yerine oturdu. Başı göğsüne düşmüştü; bir zaman yerinden kıpırdamadan durdu, sonra birdenbire başını kaldırarak konuştu:

      – Sana ilk ve son defa soruyorum. Bana para getirdin mi?

      Quilp:

      – Hayır, dedi.

      Yaşlı adam çaresiz bir hâlde ellerini birbirine kenetleyerek yukarıya doğru baktı.

      – Öyleyse çocuk da, ben de mahvolduk.

      Quilp ona ciddi ciddi bakıp, dikkatini çekebilmek için parmaklarını iki, üç kere masaya vurdu.

      – Komşum, dedi. Bırak da seninle açık konuşayım. Bütün kâğıtların senin elinde bulunduğu, benim de bunların arkalarından başka bir şey göremediğim zamanlarda olduğundan daha dürüst bir oyun oynayayım. Şimdi senin benden gizli bir şeyin yok artık.

      Yaşlı adam titreyerek başını kaldırıp baktı.

      Quilp:

      – Şaşırdın, dedi. Eh, kim bilir belki de bunu pek olağan karşılamak gerek. Bak sana söylüyorum: Artık benden gizli bir şeyin yok işte. Hayır, bir tek şeyin bile yok, çünkü artık bütün o paraların benden aldığın borçların, malzemenin yerlerini bulduğunu biliyorum. Yerin adını söyleyeyim mi?

      Yaşlı adam:

      – E, söyleyeceksen söyle, dedi.

      Quilp:

      – Kumar masaları, diye karşılık verdi. Senin gittiğin yerler oraları işte. Servet kazanmak için hazırladığın o değerli tasarı da buydu, değil mi? Benim paramı yatıracağım o gizli kaynak da buydu ama, senin sandığın kadar aptal olsaydım! Senin o bitmek tükenmek bilmeyen altın madenin, El Dorado’n da buydu ha?

      Yaşlı adam parlayan gözlerle cüceye dönerek:

      – Evet, diye bağırdı. Öyleydi, yine de öyle, ben ölünceye kadar da öyle kalacak!

      Quilp ona nefretle baktı:

      – Bir bayağı, süprüntü kumarbaz beni kör edecekti ha? dedi.

      Yaşlı adam, hırsla:

      – Kumarbaz değilim ben! dedi. Tanrı biliyor ya, asla kendi kazancım ya da oyun aşkı uğruna oyun oynamadım; her oyunda parayı ortaya koyarken içimden o öksüz yavrunun adını söyledim, Tanrı’ya bu tehlikeli işte yardımcı olması için yalvardım. Hiç de yardımcı olmadı. Kimi zengin etti? Birlikte oyun oynadıklarım kimlerdi? Yağmacılıkla,

Скачать книгу