Скачать книгу

kalkışırsan sen de öldürülürsün. Git buradan.” Ama Prens kadına hiç kulak asmadı.

      Kral, Prens’i almaları için hizmetkârlarını yaşlı kadının evine gönderdi. Raja’nın oğlu saraya, yani Kral’ın huzuruna getirildi. Kral, Prens’e seksen kilo hardal tohumu verip hepsini o gün içinde ezmesini, yağını çıkarmasını ve ertesi sabah yağı saraya getirmesini istedi. “Kızımla evlenmeyi arzu eden kişi, ondan istediklerimi yapmak zorundadır. Yapamazsa öldürtürüm onu. Bu demektir ki yarın sabaha kadar hardal tohumlarının yağını çıkartamazsan ölürsün.”

      Prens bunu duyduğuna çok üzüldü. “Bu kadar hardal tohumunu bir günde nasıl ezebilirim?” dedi kendi kendine. “Yapamazsam, Kral beni öldürecek.” Bu düşüncelerle hardal tohumlarını yaşlı kadının evine götürdü ama ne yapacağını hiç bilmiyordu. Sonunda Karıncaların Rajası geldi aklına. Onu düşünür düşünmez Karıncaların Rajası ve karıncaları ortaya çıktı. “Neden bu kadar üzgünsün?” diye sordu Karıncaların Rajası.

      Prens ona hardal tohumlarını gösterdi. “Bütün bu hardal tohumlarını bir günde ezip yağını çıkarmanın bir yolu var mı? Tohumların yağını çıkarıp yarın sabah Kral’a götürmezsem beni öldürecek.”

      “Üzülme,” dedi Karıncaların Rajası. “Git yat, güzelce uyu. Biz tohumları senin yerine ezeriz, yarın sabah da yağı Kral’a götürürsün.” Raja’nın oğlu yatıp uyudu ve karıncalar onun için çalışıp tohumları ezdi. Prens, tohumlardan çıkan yağı gördüğünde çok sevindi.

      Ertesi sabah yağı alıp Kral’ın sarayına götürdü. Fakat Kral, “Henüz kızımla evlenemezsin. Kızımı istiyorsan önce iki ifritimle dövüşüp onları öldürmen gerek,” dedi.

      Kral, uzun zaman önce iki ifrit yakalamıştı ve onlarla ne yapacağını bilemediği için bir kafese kapatmıştı. Ülkesindeki bütün insanları yiyeceğinden korktuğu için onları salmıyordu. Bu canavarları nasıl öldüreceğini de bilmiyordu. Dolayısıyla, Prenses Labam’la evlenmek isteyen bütün krallar ve prensler, bu iki ifritle dövüşmek zorunda kalmıştı. “Belki,” diyordu Kral, “ifritler ölür, ben de böylece kurtulmuş olurum.”

      İfritleri öğrenince Raja’nın oğlu çok üzüldü. “Ne yapabilirim ki?” diye düşündü. “İki ifritle nasıl savaşabilirim?” Sonra arkadaşı kaplan aklına geldi. Kaplan ile karısı hemen imdadına yetişti: “Neden bu kadar üzgünsün?” Raja’nın oğlu cevap verdi: “Kral iki ifritle savaşıp onları öldürmemi istiyor. Nasıl yapacağım?”

      “Hiç korkma,” dedi kaplan. “Üzülme, karımla birlikte senin için savaşırız.”

      Sonra Raja’nın oğlu, çantasından muhteşem güzellikte, altın ve gümüş işlemeli, inci süslü iki kaftan çıkardı. Güzel görünmeleri için bunları kaplanlara giydirdi. Sonra da kaplanlarla birlikte Kral’ın yanına gitti: “Bu kaplanlar, ifritlerle benim adıma dövüşebilir mi?”

      “Evet, dövüşebilir,” dedi Kral, ifritleri kimin öldüreceği umurunda değildi, yeter ki o iki canavar ölsün diye düşünüyordu. “Öyleyse, ifritleri çağırın,” dedi Raja’nın oğlu. “Kaplanlarım onlarla dövüşecek.” Kral, canavarları getirtti. Uzun bir mücadelenin sonucunda kaplanlar galip geldi ve ifritleri öldürdüler.

      “Çok güzel,” dedi Kral, “sana kızımı vermeden evvel yapman gereken bir şey daha var. Göklerde bana ait bir kös var. Gidip onu çalmalısın. Başaramazsan, seni öldürürüm.”

      Raja’nın oğlunun aklına küçük yatağı geldi. Yaşlı kadının evine gidip yatağına oturdu. “Küçük yatak!” dedi, “Göklerde Kral’ın kösü var. Ona gitmek istiyorum.” Yatak hemen uçmaya başladı ve Raja’nın oğlu kösü çaldı. Kral bunu duydu. Ama Prens aşağı indiğinde Kral kızını vermeyeceğini söyledi: “Senden istediğim üç şeyi yaptın. Ama şimdi bir şey daha yapman lazım.”

      “Elimden gelirse, yaparım,” dedi Raja’nın oğlu.

      Sonra Kral, sarayın yakınlarındaki bir ağacın gövdesini gösterdi. Çok ama çok kalın bir ağaç gövdesiydi. Prens’in eline sapı cilalı bir balta verdi: “Yarın sabah ağacın gövdesini bu baltayla ikiye bölmelisin.”

      Raja’nın oğlu yaşlı kadının evine döndü. Çok üzgündü. Kral’ın onu bu sefer kesin öldüreceğini düşünüyordu. “Hardal tohumlarını karıncalara ezdirdim,” diye düşündü kendi kendine. “İfritleri kaplanlara öldürttüm. Küçük yatağım sayesinde gökteki kösü çalabildim. Ama şimdi ne yapacağım? Bu kalın ağaç gövdesini cilalı bir baltayla nasıl ikiye böleceğim?”

      Geceleri yatağına binip Prenses’i görmeye gidiyordu. “Yarın,” dedi kıza, “baban beni öldürecek.”

      “Neden?” diye sordu Prenses.

      “Kalın bir ağaç gövdesini ikiye bölmemi istedi. Nasıl yapacağım?” dedi Raja’nın oğlu.

      “Korkma,” dedi Prenses, “sana söylediğim gibi yaparsan ağacı kolayca ikiye ayırırsın.”

      Bu sözlerin ardından kız, başından kopardığı bir saç telini Prens’e verdi: “Yarın, yanında kimse yokken ağaç gövdesine şöyle de: ‘Prenses Labam, bu saç teliyle ikiye ayrılmanı emrediyor.’ Sonra saç telini baltanın bıçak kısmına ger.”

      Ertesi gün Raja’nın oğlu, Prenses’in söylediklerine harfi harfine uydu. Saç telinin gerili olduğu balta bıçağı ağacın gövdesine dokunduğu an, ağaç ikiye ayrıldı.

      Kral, “Artık kızımla evlenebilirsin,” dedi. İki gencin düğünü yapıldı. Etraftaki ülkelerden rajalar ve krallar kutlamalara katıldı. Çok büyük eğlenceler düzenlendi. Birkaç gün sonra Prens, karısına dedi ki: “Haydi, babamın ülkesine gidelim.” Prenses Labam’ın babası onlara develer, atlar, hizmetçiler ve bol miktarda rupi verdi. Büyük bir sevinçle Prens’in ülkesine gittiler. Orada mutlu mesut yaşadılar.

      Prens çantasını, yatağını ve sopasını hep yanında bulundurdu. Gerçi hiç kimse onunla savaşmaya gelmediği için sopayı kullanmasına gerek kalmadı.

      Kuzucuk

      Evvel zaman içinde mini mini bir Kuzucuk yaşardı. Sarsak bacakları üzerinde hoplayıp zıplar, çok eğlenirdi.

      Bir gün büyükannesini ziyaret etmek için yola çıktı. Büyükannesinin vereceği güzel şeyleri düşünerek neşeyle zıplıyordu. Bir de ne görsün? Karşısına kocaman bir çakal çıktı. Bu leziz et parçasına bakıp dedi ki: “Kuzucuk! Kuzucuk! SENİ YİYECEĞİM!”

      Fakat Kuzucuk biraz sıçramakla yetindi:

      “Büyükannemin evine gideyim, yemeklerini yiyip büyüyeyim ve şişmanlayayım, o zaman beni yersin.”

      Çakal bu öneriyi mantıklı bularak Kuzucuk’un gitmesine izin verdi.

      Sonra bir akbabaya rastladı. Karşısındaki et parçasına aç gözlerle bakan akbaba dedi ki: “Kuzucuk! Kuzucuk! SENİ YİYECEĞİM!”

      Fakat Kuzucuk yine sıçramakla yetindi:

      “Büyükannemin evine gideyim, yemeklerini yiyip büyüyeyim ve şişmanlayayım, o zaman beni yersin.”

      Akbaba bunu mantıklı bulup Kuzucuk’un gitmesine müsaade etti.

      Derken, Kuzucuk bu kez de bir kaplanla karşılaştı. Sonra bir kurt, bir köpek ve kartal. Hepsi küçük kuzuyu görünce bağırdılar: “Kuzucuk! Kuzucuk! SENİ YİYECEĞİM!”

      Bunların

Скачать книгу