Скачать книгу

sonra Svedberg geldi. Ylva’yı çok severdi ve ona zaman ayırmaktan hiç gocunmazdı. Svedberg kantine giderek iki fincan kahve alıp Ylva’yı odasına götürdü. Ylva ona bir akşam önceki olayı anlattı. Svedberg olayın gerçekten de garip olduğunu ama endişelenecek bir durummuş gibi gözükmediğini söyledi. Ylva derin bir soluk aldı. Üç gün izinliydi ve kısa süre sonra da doğum koğuşuna gelen hemşireyi unuttu gitti.

      Cuma akşamüstü Wallander yorgun ve bitkin arkadaşlarına emniyette bir toplantı yapacağını haber verdi. Saat onda toplantı odasının kapısı kapandı ve toplantı gece yarısına kadar sürdü. Toplantıya arkadaşlarına ikinci bir kayıp olayının söz konusu olduğunu söyleyerek başladı. Martinson ve Höglund kayıtları incelemiş, Eriksson’la Runfeldt arasında bir ilişki olduğunu belirten herhangi bir ipucu bulamamışlardı. Vanja Andersson, Runfeldt’in Eriksson diye birinden söz ettiğini hiç anımsamıyordu. Wallander herhangi bir yorumda ya da öngörüde bulunmadan çalışmalarını sürdürmeleri gerektiğine inanıyordu. Runfeldt ortadan birdenbire yok oluşunun nedenini belirten mantıklı bir açıklamayla her an ortaya çıkabilirdi. Yine de o uğursuz belirtileri göz ardı edemiyorlardı.

      Wallander, Höglund’a Runfeldt soruşturmasının sorumluluğunu verdi ama bunun genç kadının Eriksson cinayetinden uzaklaştırıldığı anlamına gelmediğini de sözlerine ekledi. Eskiden olsa Wallander, Stockholm’den yardım alma düşüncesine karşı çıkardı ama bu kez olayın daha en başından beri yardıma ihtiyaçları olacağına ilişkin bir duygu vardı içinde. Düşüncelerini Hansson’a açmış, ertesi haftanın başına değin beklemeye karar vermişlerdi.

      Toplantı masasının çevresine oturup o âna kadar öğrendiklerinin üstünden geçtiler. Wallander arkadaşlarına açıklamaları gereken önemli bir bulguları olup olmadığını sorarak her birine tek tek baktı. Hepsi de hayır dercesine başlarını salladılar. Nyberg her zamanki gibi masanın başında sesini çıkarmadan oturuyordu. Wallander sözü ona verdi.

      “Şimdilik elimizde yeni bir bulgu yok. Siz de bizim gördüklerimizi gördünüz. Kalaslar kesilmişti. Eriksson yürürken ayağı kaydı ve hendeğe düştü. Hendeğin içinde bir şey bulamadık. Bambu kazıklarının oraya nasıl geldiğini henüz öğrenemedik.”

      “Peki ya kule?” diye sordu Wallander.

      “Orada da bir şey bulamadık,” diye karşılık verdi Nyberg. “Ama işimiz henüz bitmedi. Ne aramamız gerektiğini bize söylerseniz işimizi kolaylaştırmış olursunuz.”

      “Bilmiyorum ama bu cinayeti işleyen kişi oraya bir yerlerden geçip gelmiş olmalı. Eriksson’un evinin önünden geçen bir yol var. Yolun çevresinde de tarlalar. Tepenin hemen arkası da ormanlık.”

      “Ormanlık alana giden bir traktör yolu var,” dedi Höglund. “Yolda lastik izleri bulduk ama komşulardan hiçbiri olağan dışı bir şeye tanık olmamış.”

      “Eriksson’un geniş bir arazisi olduğu anlaşılıyor,” dedi Svedberg. “Lundberg adında bir çiftçiyle konuştum. Orası Eirksson’a ait olduğundan başkalarının orada olmasını gerektiren bir neden yok. Bu da hiç kimsenin araziye dikkat etmediğini, ilgilenmediğini gösteriyor.”

      “Konuşmamız gereken birçok kişi var,” dedi Martinson notlarını karıştırırken. “Bu arada, Lund’daki adli tıpla bağlantı kurdum. Pazartesi sabahına bir şeyler söyleyebileceklerini düşünüyorlar.”

      Wallander konuyla ilgili notu aldı. Sonra da yeniden Nyberg’e döndü.

      “Eriksson’un evinde neler yaptınız?”

      “Her şeyi birden yapmamız söz konusu değil,” diye homurdandı Nyberg. “Yağmur yağmadan önce dışarıdaki işlerimizi tamamlamak istedik. Evle sabah ilgilenebileceğiz.”

      “Güzel,” dedi Wallander arkadaşının gönlünü almaya çalışarak. Nyberg’in canını sıkmak istemiyordu. Nyberg’in canının sıkılması tüm toplantıdakileri etkileyebilirdi. Hepsi de zaten yeterince yorgun ve bitkindi. Öte yandan Nyberg’in sürekli homurdanmasına dayanamıyordu. Lisa Holgersson’un da Nyberg’in ters bir şekilde verdiği yanıtı not ettiğini gördü.

      Cinayetle ilgili görüşlerini açıklamayı sürdürdüler ama ellerinde elle tutulur bir şey yoktu. Ruth Sturesson ve Sven Tyrén’le yaptıkları görüşmeler onları bir yere götürmüyordu. Eriksson dört metreküp yakıt siparişi vermişti. Bunda olağan dışı bir şey yoktu. Bir yıl önceki evine hırsız girdiğine ilişkin şikâyeti ise açıklığa kavuşturulamamıştı. Eriksson’un yaşamına ve kişiliğine ilişkin çalışmalar henüz tam olarak başlamamıştı. Soruşturmanın daha ilk aşamasındaydılar. Araştırma henüz başlamamıştı.

      Herkes konuştuktan sonra Wallander söylenilenlerin bir özetini çıkarmaya çalıştı. Tüm toplantı boyunca cinayet yerinde bir şey gördüğü duygusu içindeydi ama bunun ne olduğunu bir türlü tanımlayamıyordu.

      Hareket tarzı, diye geçirdi içinden. O bambu kazıklarda dikkatini çeken bir şey vardı. Katil, belli bir dil kullanıyordu. Neden birini kazığa çakmak istemişti? Neden böyle büyük bir zahmete katlanmıştı? Wallander şimdilik bu düşüncelerini kendine saklamaya kararlıydı. Düşünceleri ekibine açıklayamayacak kadar belirsizdi.

      Masadaki maden suyu şişesini alıp bardağına boşalttı ve önündeki kâğıtları kenara itti.

      “Bir şekilde bu cinayetin içine girmeye çalışıyoruz hâlâ,” dedi. “Şu anda elimizde daha önce hiç tanık olmadığımız bir cinayet var. Bu da hem katilin hem de onu harekete geçiren güdülerin daha önce karşılaştıklarımızdan çok daha farklı olduğu anlamına gelebilir. Bu cinayet bana geçen yaz işlenen seri cinayetleri anımsatıyor. O cinayetleri tek bir şeye bağlı kalmadan çözmüştük. Aynı şeyi yine yapmak zorundayız.”

      Müdüre baktı.

      “Çok çalışmak zorundayız. Cumartesi oldu bile ama hâlâ somut bir şey bulamadık. Herkesin hafta sonu bu konu üzerinde çalışmasını istiyorum. Pazartesiye kadar bekleyemeyiz.”

      Holgersson evet dercesine başını salladı.

      Toplantı bitmişti. Herkes çok yorgundu. Müdürle Höglund toplantı odasında kaldılar. Kısa süre sonra herkes odadan çıkıp gitmişti. Wallander, nedense etrafımda her zaman kadınların sayısı erkeklere oranla daha fazla, diye geçirdi içinden.

      “Per Åkeson seninle görüşmek istiyor,” dedi Holgersson.

      Wallander yorgunlukla başını salladı.

      “Onu yarın ararım.”

      Holgersson paltosunu giydi ama Wallander müdürün söyleyeceklerinin bitmediğini sezinliyordu.

      “Bu cinayetin bir deli tarafından işlenmesi söz konusu olamaz mı?” diye sordu. “Birini kazığa geçirerek öldürmek! Bana Orta Çağ’ı anımsatıyor.”

      “Buna gerek yok,” diye karşılık verdi Wallander. “İkinci Dünya Savaşı’nda da benzer cinayetler oldu. Gaddar olan herkes deli olmak zorunda değil.”

      Holgersson’un bu yanıttan tatmin olmadığı anlaşılıyordu. Kapıya yaslanıp Wallander’e baktı.

      “Hâlâ ikna olmuş değilim. Belki de geçen yaz buraya gelen o adli psikoloğu çağırmalıyız, diye düşünüyorum. Ne dersin?”

      Wallander, Mats Ekholm’ün soruşturmanın başarısındaki önemini inkâr etmiyordu. Katilin kimliğinin saptanmasına yardım etmişti ama ona haber vermenin zamanı geldiğine inanmıyordu, aslında içgüdüsel olarak psikoloğun geçen yazki cinayetle bu cinayet arasında bir paralellik kurmasından ve bunun da soruşturmayı tıkamasından korkuyordu.

      “Olabilir,”

Скачать книгу