Скачать книгу

daha ne kadar sürdüreceğini çok merak ediyordu.

      Bu düşünceleri kafasından atmaya çalıştı. Bir an önce Eriksson’a bu ölüm tuzağını kimin kurduğunu bulmak zorundalardı. Wallander yokuştan aşağı inmeye başladı. Martinson’un her zamanki gibi telaşlı bir şekilde kendisine doğru geldiğini gördü. Wallander adımlarını hızlandırdı. Kendini hâlâ kararsız ve tedirgin hissediyordu. Bu soruşturmaya hangi yönden yaklaşmalıydı? Araştırmanın kalbine girebilmenin yollarını bulması gerekiyordu.

      Martinson’un yüzünden önemli bir şeyin olduğu anlaşılıyordu.

      “Ne oldu?” diye sordu.

      “Vanja Andersson adında birini hatırlıyor musun?”

      Wallander’in bu adı anımsaması için bir süre düşünmesi gerekmişti. Sonra onun Västra Vall Caddesi’ndeki çiçekçide çalışan kadın olduğunu anımsadı.

      “Evet ama şimdi ona ayıracak zamanımız yok.”

      “Bu kadar emin konuşmasan iyi olur,” dedi Martinson.

      “Neden?”

      “Dükkân sahibi Gösta Runfeldt’in Nairobi’ye hiç gitmediği ortaya çıkmış.”

      Wallander, Martinson’un ne söylemeye çalıştığını anlayamamıştı.

      “Yardımcısı, patronunun bineceği uçağın saatini öğrenmek için seyahat acentesini aramış. O zaman öğrenmiş.”

      “Neyi öğrenmiş?”

      “Runfeldt’in, biletini almasına karşın Afrika’ya gitmediğini.” Wallander arkadaşına şaşkınlıkla baktı.

      “Biri daha kayıp,” dedi Martinson.

      Wallander karşılık vermedi.

      7

      Vanja Andersson’la konuşmaya karar verdikten sonra Ystad’a dönerken Wallander birinin iki olay arasındaki benzerliğe ilişkin bir şeyler söylediğini anımsadı. Eriksson bir yıl önce evine hırsız girdiğini ama hiçbir şey çalmadığını söylemişti polise. Gösta Runfeldt’in dükkânına da hırsız girmiş, o da hiçbir şey çalmamıştı. Wallander korku içinde arabasını sürdü.

      Eriksson cinayeti yeterliydi, başka bir kayba ve cinayete ihtiyaçları yoktu, özellikle Eriksson cinayetiyle ilişkisi olabilecek başka bir olaya kesinlikle ihtiyaçları yoktu. İçinde uçları sivri kazıklar olan hendeklere ihtiyaçları yoktu. Wallander bir karabasandan kaçmak istercesine gaza bastı. Ara sıra da kendisine değil de arabasına sakin olmasını ve akılcı bir şekilde düşünmeye başlaması gerektiğini söylemek istercesine aniden frene basıyordu. Runfeldt’in kaybolduğuna ilişkin ne tür deliller vardı? Bunun bazı akılcı açıklamaları olabilirdi. Eriksson’un başına gelen olağan dışı bir şeydi ve aynı olayın ikinci kez yinelenmesi olası değildi. En azından Skåne’de ve Ystad’da böylesi şeyler olmazdı. Olmamalıydı. Dükkân sahibinin ortadan kaybolmasının mutlaka mantıklı bir açıklaması vardı, Vanja Andersson da bunu kanıtlayacaktı.

      Wallander kendini kandırmayı başaramadı. Västra Vall Caddesi’ne gitmeden önce emniyete gitti. Koridorda Höglund’u görünce onu trafik polislerinin uyukladığı kantine götürdü. Kahvelerini alarak köşedeki masalardan birine geçip oturdular. Wallander ona Martinson’un söylediklerini anlatınca genç kadın da onun gibi aynı tepkiyi gösterdi. Bu mutlaka bir rastlantı olmalıydı ama Wallander yine de Höglund’a Eriksson’un bir yıl önce yaptığı yazılı şikâyetin bir kopyasını bulmasını söyledi. Ayrıca genç kadına Eriksson’la Runfeldt arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını araştırmasını da söyledi. Höglund’un işlerinin oldukça yoğun olduğunu biliyordu ama bu, her şeyden çok daha önemli bir konuydu ve bir an önce açıklığa kavuşturulmalıydı. Bunu konuklar gelmeden önce evin temizlenmesi olarak algıla, dedi ve bu sözleri söyler söylemez de zırvaladığını fark etti.

      “Elimizi çabuk tutmalıyız,” diye sürdürdü konuşmasını. “Arada bir ilişki olmadığını saptarsak işimiz çok daha kolaylaşacak.”

      Wallander masadan kalkmaya hazırlanırken Höglund ona bir soru sordu.

      “Bu cinayeti kim işlemiş olabilir?”

      Wallander yeniden oturdu. Kanlı kazıklar gözlerinin önünden gitmiyordu.

      “Bilmiyorum,” dedi. “O kadar sadistçe bir davranış türü ki bu, sıradan birinin böyle bir cinayeti işleyebilmesini aklım almıyor. Ruh ya da akıl sağlığı bozuk biri olmalı.”

      “Evet,” diye karşılık verdi genç kadın. “Sen de ben de birinin öldürülmesine çok öfkeleniyoruz. Oysa bazı insanlar için bu o denli öfkelenecek bir şey değil, onlar da gözlerini kırpmadan cinayet işleyebiliyor.”

      “İşin beni en çok ürküten yanı çok iyi tasarlanmış olması. Bu cinayeti işleyen kişi her kimse bunun üzerinde zaman harcamış, kafa yormuş. Ayrıca Eriksson’un alışkanlıklarını da ayrıntılarıyla bildiği ortada. Büyük olasılıkla onu adım adım izlemiş olmalı.”

      “Bu da belki bize bir kapının açılmasını sağlar,” dedi Höglund. “Eriksson’un yakın dostları olmadığını biliyoruz ama onu öldüren kişinin onunla bir yakınlığı mutlaka olmuştur. Kalasları testereyle kesmiş. Bu iş için bile oraya birkaç kez gitmiş olmalı. Onu mutlaka birileri görmüştür ya da o civarda dolaşan yabancı bir araba görmüşlerdir. İnsanlar çevrelerinde ne olup bittiğini merak eder. Kent dışında yaşayan kişiler ormandaki geyikler gibidir. Bize bakar, bizi izler ama biz onları göremeyiz.”

      Wallander dalgın bir şekilde başını evet dercesine salladı. Her zamanki gibi dikkatle dinlemiyordu Höglund’u.

      “Bu konuyu daha sonra yine konuşuruz,” dedi. “Ben şimdi çiçekçiye gideceğim.”

      Wallander emniyetten çıkarken Ebba ona babasının aradığını söyledi.

      “Babamı daha sonra ararım,” dedi Wallander. “Şimdi çok işim var.”

      “Olanlar çok korkunç,” dedi Ebba. Wallander onun sanki kendisine üzülüyormuş gibi bir tavırla konuştuğunu hissetti.

      “Bir keresinde ondan bir araba almıştım,” dedi Ebba. “İkinci el bir Volvo’ydu.”

      Ebba’nın Holger Eriksson’dan söz ettiğini anlaması biraz zamanını almıştı.

      “Araba kullandığını bilmiyordum,” dedi şaşkınlıkla. “Ehliyetin olduğunu bile bilmiyordum.”

      “Tam 29 yıldan beri kullanıyorum,” diye karşılık verdi Ebba. “Ve hâlâ o Volvo’yu kullanıyorum.”

      Wallander polis otoparkında yıllardan beri gördüğü bakımlı Volvo’yu birden anımsadı.

      “Umarım seni kazıklamamıştır,” dedi.

      “Kazıkladı,” diye karşılık verdi Ebba. “O gün bu araba için ödediğim miktar gerçekten de çok fazlaydı ama arabama iyi baktım ve sonunda da şanslı olan ben oldum. Arabamla şimdi koleksiyoncular ilgileniyor.”

      “Gitmeliyim,” dedi Wallander. “Ama bir ara beni mutlaka arabanla gezdirmelisin.”

      “Babanı aramayı unutma.”

      Wallander bir an için durup düşündü. Sonra da kararını verdi.

      “Onu sen arar mısın, lütfen? Bana bu iyiliği yap. Onu ara ve çok yoğun olduğumu söyle. Onu en kısa zamanda arayacağımı da ekle. Önemli bir şey olduğunu sanmıyorum.”

      “İtalya’yla ilgili konuşmak istediğini söylemişti,” dedi Ebba.

      “İtalya’yla

Скачать книгу