Скачать книгу

dedi Wallander. “Bu konuyla daha sonra yakından ilgilenelim. Köpeklerin bir an önce buraya gelmelerini sağla.”

      “Eriksson’un ifadesinde sana garip gelen bir şey olmadı mı?” diye sordu Martinson.

      “Ne gibi?”

      “Bu hiçbir şeyin çalınmadığı ikinci olay.”

      Martinson haklıydı. Västra Vall Caddesi’ndeki çiçekçiden de hiçbir şey çalınmamıştı.

      “Ama bunun dışında başka bir benzerlik yok,” dedi Wallander.

      “Dükkân sahibi de kayıp,” dedi Martinson.

      “Hayır, değil,” diye karşılık verdi Wallander. “Kenya’da. Ortadan kaybolmadı. Ancak Holger Eriksson’un kaybolduğu açıkça anlaşılıyor.”

      Wallander telefonu kapattıktan sonra ceketinin yakasını kaldırıp garaja doğru gitti. Köpekler gelmeden organize bir şekilde araştırmalarına başlamaları doğru olmayacaktı. Bir süre sonra eve girdi. Mutfakta bir bardak su içti. Musluğu açarken borulardan ses gelmişti, bu da birkaç günden beri evde kimselerin olmadığının bir başka göstergesiydi. Suyunu içerken pencereden ekin kargalarına baktı. Bardağı tezgâhın üstüne koyup yeniden dışarı çıktı.

      Yağmur olanca hızıyla yağıyordu. Kargalar bağrışıyordu. Wallander birden durdu. Ön kapının hemen arkasındaki duvarda duran boş dürbün kılıfı gelmişti aklına. Kargalara baktı. Az ileride, tepede bir kule vardı. Düşünmeye çalışarak kıpırdamadan durdu. Sonra da tarlanın kenarında ağır adımlarla yürümeye başladı. Lastik botları çamur içinde kalmıştı. Tarlanın ortasındaki yolu gördü. Yolun birkaç yüz metre ötedeki kulenin bulunduğu tepeye uzandığını fark etti. Yolu izlemeye koyuldu. Kargalar aşağı doğru uçuyor, gözden kayboluyor, sonra yeniden hızla yukarı uçuyordu. Orada bir hendek ya da bir çukur olmalıydı. Kuleye yaklaşıyordu. Kulenin geyik ya da yabani tavşan avında kullanılabileceğini düşündü. Tepenin altında, kulenin karşı tarafında ormanlık bir alan vardı. Büyük olasılıkla bu alan da Eriksson’undu. Birden önündeki hendeği fark etti. Hendeğin üstünde bir iki kalas vardı. Hendeğe iyice yaklaştığında kargaların çığlıkları da artmıştı. Kargalar pike yapıp uçuyordu. Wallander eğilip baktı.

      Bir çığlık atarak bir adım geriledi. Ânında midesi bulanmıştı. Daha sonraları, bunun tüm yaşamı boyunca gördüğü en korkunç şeylerden biri olduğunu söyleyecekti. Mesleği süresince görmemeyi tercih edeceği pek çok şeyle karşılaşmıştı. Sağanak yağmurun altında sırılsıklam olmuş bir hâlde dururken neye baktığını önce tam olarak çıkaramadı. Gözlerinin önünde garip ve gerçeküstü bir şey vardı. Asla düşünemeyeceği bir şey. Kesin ve net olan tek şey, bunun bir ceset olduğuydu.

      Kendini zorlayarak eğilip bir kez daha cesete bakmaya çalıştı. Hendek en az iki metre derinlikteydi. Dibine de birkaç tane kazık çakılmıştı. Bu kazıkların üstünde de bir adam asılı duruyordu. Kazığın sivri uçları cesedi delip geçmişti. Adam kazığa yüzükoyun çakılmıştı. Ekin kargaları adamın boynunu gagalıyordu. Wallander yerinde doğrulduğunda bacakları titriyordu. Uzaklardan gelen araba seslerini duydu.

      Bir kez daha hendeğe baktı. Kazıklar kalın oltalara benziyordu. Bambudan yapılmış olabileceklerini düşündü, Wallander. Uçları sivriydi. Hendeğin içindeki kalaslara baktı. Yol diğer tarafa devam ettiğine göre köprü görevi görüyor olmalıydı. Yol nerede bitiyordu ki?

      Bir köpek havlaması duyunca hendeğin yanından uzaklaşarak çiftlik evine doğru yürüdü. Midesi fena hâlde bulanıyordu. Üstelik çok da korkmuştu. Birinin cesedini bulmak zaten hiç hoş olmayan bir deneyimdi ama bir de cesede yapılan onca korkunç şeye tanık olmak…

      Biri hendeğin dibine bambu kazıkları dikmiş olmalıydı. Birini öldürmek için. Derin bir soluk alabilmek için durdu. Geçen yazdan kalma görüntüler gözünün önünden bir film şeridi gibi geçmeye başlamıştı. Her şey yeniden mi başlıyordu? Bu ülkedeki olaylar hiç bitmeyecek miydi?

      Yürümeyi sürdürdü. Köpekli iki polis evin önünde bekliyordu. Höglund’la Hansson da gelmişti. Bahçeye girdiğinde polisler kötü bir şey olduğunu anlamışlardı bile.

      Wallander yağmurdan sırılsıklam olan yüzünü sildi ve arkadaşlarına hendeği dolduran karga sürüsünü işaret etti.

      “Orada,” dedi. “Ölmüş. Öldürülmüş. Hemen oraya bir ekip gönderin.” Arkadaşları Wallander’den birkaç kelime daha söylemesini beklediler ama söyleyecek başka bir şeyi yoktu.

      6

      29 Eylül Perşembe akşamı polis Holger Eriksson’un cesedinin bulunduğu hendeğin üstünü örttü. Hendeğin dibindeki çamurla kanı temizlemişlerdi. Hem bu tatsız iş hem de dinmek bilmeyen yağmur cinayet yerini Wallander’le arkadaşlarının tanık oldukları en iğrenç ve kasvetli yer yapmıştı. Lastik botları çamur içindeydi. Etrafa yerleştirdikleri projektörlerin ışıkları olay yerine gerçeküstü bir görünüm kazandırmıştı. Sven Tyrén yakıt dağıtımını bitirdikten sonra yeniden çiftlik evine gelmiş ve kazıklara çakılan adamın kimliğini doğrulamıştı. Evet demişti Tyrén, bu kesinlikle Eriksson. Bundan kuşkusu yoktu. Kaybolduğu bildirilen adamın aranması başlamadan bitmişti. Tyrén gördüklerini algılayamıyormuşçasına son derece sakin bir havadaydı. Birkaç saat polis kordonunun hemen arkasında tek bir sözcük söylemeden volta atmış, sonra da birden kamyonuna atlayarak oradan uzaklaşmıştı.

      Hendeğin içinde Wallander kendini kapana kıstırılmış bir fare gibi hissetmişti. İş arkadaşları da kendisi gibi zorlanıyorlardı. Svedberg’le Hansson mideleri bulandığından kendilerini birkaç kez hendekten dışarı atıp kusmuşlardı. Evine göndermeyi düşündüğü Höglund ise hepsinden daha dayanıklı çıkmıştı.

      Hendeğin içinde ceset bulunduğu haberini alır almaz Müdür Holgersson da zaman yitirmeden olay yerine gelmişti. Polislerin birbirlerine çarpmamaları, rahat rahat çalışabilmeleri için olay yeri düzenlenmişti ama genç bir stajyer polis çamurda kaymış, hendeğe yuvarlanmış ve kazıklardan biri eline batmıştı. Cesedi kazıklardan nasıl çıkaracağını tasarlayan doktor, stajyer polisin elini sarmıştı. Stajyerin nasıl düştüğünü gören Wallander, Eriksson’un da büyük olasılıkla aynı şekilde düşmüş olabileceğini düşündü.

      Emniyetin adli tıp teknisyeni Nyberg’le birlikte ilk iş olarak kalasları incelemişlerdi. Tyrén kalasların köprü görevi gördüğünü onaylamıştı. Onları oraya Eriksson yerleştirmişti. Tyrén polislere Eriksson’un bir keresinde kendisini kuleye götürdüğünü de söyledi. Eriksson sabırlı bir kuş meraklısıydı ve kuleden kuşları izlemeye bayılırdı. Bu av kulesi değil, kuşları izleme kulesiydi. Evdeki boş dürbün kılıfının içindeki dürbün Eriksson’un boynundaydı. Nyberg birkaç dakikalık bir incelemeden sonra kalasların testereyle kesildiğini söyledi. Wallander bu sözleri duyduktan sonra hendekten dışarı çıkıp kafasını toplamaya çalıştı. Olayları birbirine bağlamaya çalışıyordu. Nyberg dürbünün gece de kullanılabilir türden olduğunu söylediğinde Wallander bazı şeyleri birbirine bağlamaya başlamıştı ama aynı zamanda karşısına çıkan bu gerçeği kabul etmekte zorlanıyordu. Eğer yanılmıyorsa planlı bir şekilde hazırlanmış vahşi bir cinayetle karşı karşıyaydılar. Katil her kimse, bu cinayeti kusursuz bir şekilde işlemişti.

      Akşamüstü Eriksson’un cesedini hendekten çıkardılar. Doktor ve Müdür Holgersson bambu kazıkları çıkarıp çıkarmama konusunu bir süre tartıştılar. Wallander’in önerisiyle çıkarmaya karar verdiler. Olay yerini Eriksson kalaslara basıp hendeğe düşmeden önceki hâliyle görmeleri gerekiyordu. Eriksson’un

Скачать книгу