Скачать книгу

gideriz, sonra dışarı çıkıp yemek yer ve beş duble içeriz, sonra tekrar yatağa gideriz.”

      “Ama bu şahane,” dedi karısı. “Burada, halıda mı?”

      “Evet, sen Operakällaren’i arayıp bir masa ayırt.”

      “Numarasını bul o zaman.”

      Kollberg telefon rehberini karıştırırken gömleğinin düğmelerini açtı ve kemerini çıkardı; restoranın numarasını buldu ve karısının numarayı çevirdiğini duydu.

      Arkasından karısı doğruldu, pijama üstünü başından yukarı çekti ve yere fırlattı.

      “Neyin peşindesin? Yaramazlık mı yapıyorsun?”

      “Aynen öyle.”

      “Arkadan mı?”

      “Sen nasıl istersen.”

      Karısı kıkırdayıp arkasını dönmeye başladı ve bacaklarını kocaman açıp esnekçe dört ayak üstünde durdu, esmer başını öne eğip alnını kollarına dayadı.

* * *

      Üç saat sonra, zencefilli soğuk içeceklerini içerken karısı Kollberg’e, Martin Beck metro istasyonunda gözden kaybolduğundan beri düşünmediği bir şeyi hatırlattı.

      “Şu berbat yangın,” dedi. “Sence kasten mi çıkarıldı?”

      “Hayır,” dedi Kollberg. “Buna inanamam. Bir sınırı olmalı.”

      Yirmi küsur yıldır polisti, bundan daha iyi bir cevabı olmalıydı.

      6

      Cumartesi günü güneş parlaktı ve ışıldıyordu.

      Martin Beck içinde olağan dışı bir tatmin duygusuyla yavaşça uyandı. Yüzünü yastığa gömüp kıpırdamadan yattı ve sabahın erken saatleri mi yoksa geç saatleri mi anlamaya çalıştı. Pencerenin dışındaki ağaçta öten bir karatavuk sesi duydu. Balkondaki birikmiş çamurlu sulara ağır yağmur damlaları düşüyordu. Arabalar geçip gidiyordu, uzaktaki metro istasyonunda bir tren fren yapıyordu. Komşusunun kapısı sertçe kapandı. Su borularında gurultular ve birden, duvarın diğer tarafındaki mutfakta bir şangırtıyla Martin Beck anında gözlerini açtı. Rolf’un sesiydi bu:

      “Of kahretsin!”

      Ve sonradan da Ingrid’in:

      “Amma sakarsın.”

      Inga susturdu onları.

      Martin Beck elini uzatıp sigarasıyla kibritlerini aldı fakat dirseğinin üstünde doğrulup kitap yığınının altında kalmış küllüğü almak zorunda kaldı. Sabah dörde kadar uzanıp Tsushima Savaşı hakkında bir kitap okumuştu ve küllüğün içi sigara izmaritleri ve yakılmış kibrit çöpleriyle doluydu. Inga’nın, yatakta sigara içme alışkanlığı yüzünden bir gün biz uyurken evi yakacaksın kehanetlerini dinlememek için genellikle kalkıp boşaltmaya üşenince küllüğü kitapların altına saklardı.

      Kol saati dokuz buçuğu gösteriyordu fakat günlerden cumartesiydi ve Martin Beck’in izin günüydü. İki şekilde izin günü, diye düşündü mutlu mesut bir biçimde, hafiften kendi kulağını çekerek. İki gün boyunca evde tek başına olacaktı. Inga ve çocuklar, Inga’nın abisinin Roslagen’deki kulübesine gidiyordu ve pazar akşamına kadar orada kalacaklardı. Tabii ki Martin Beck de davet edilmişti ancak bir koca hafta sonu evde tek başına kalmak, kaçırmak istemediği bir zevkti, o yüzden Martin Beck çalışıyormuş gibi yaparak bu ziyaretten yırttı.

      Yataktan kalkmadan sigarasını bitirdi, sonra küllüğü banyoya götürüp döktü. Tıraş olmadı, haki pantolonu ve kadife gömleğini giydi. Arkasından Tsushima hakkındaki kitabı bıraktı, yatağı çabucak çekyata çevirdi ve mutfağa gitti.

      Ailesi masada oturmuş, kahvaltı ediyordu. Ingrid ayağa kalkıp ona dolaptan bir kupa çıkardı ve çay koydu.

      “Ah baba, sen de gelebilirsin, değil mi?” dedi. “Baksana ne kadar şahane bir gün. Sen gelmeyince o kadar eğlenceli olmuyor.”

      “Gelemem maalesef,” dedi Martin Beck. “Çok iyi olurdu ama…”

      “Babanın çalışması gerek,” dedi Inga iğneleyici bir şekilde. “Her zamanki gibi.”

      Martin Beck yine ufak bir vicdan azabı duydu. Arkasından, o olmayınca daha çok eğleneceklerini düşündü. Inga’nın abisi, Martin Beck’in varlığını hep içkileri çıkarıp sarhoş olma bahanesi olarak görürdü. Inga’nın abisinin ayık hâli dillere destan değildi ve sarhoşken de adama tahammül etmek zordu. Ne var ki bir güzel huyu vardı ki prensip gereği asla tek başına içki içmezdi. Martin Beck düşüncesini değiştirmedi. Yalan söyleyip evde kalacağı için daha büyük bir iyilik yaptığına, onun olmayışının kayınbiraderini ayık kalmaya mecbur bırakacağına kanaat getirdi.

      Tam bu sonuca varmıştı ki kayınbiraderi kapıyı çaldı. Beş dakika sonra, Martin Beck hevesle beklediği özgür hafta sonunu kutlamaya başladı.

      Umduğu kadar başarılıydı. Hatta Inga onun için buzlukta yemek bırakmıştı ama Martin Beck yine de çıkıp market alışverişi yaptı. Birçok şeyin yanı sıra kendine Grönstedts Monopole konyak ve altı tane sert bira aldı. Ardından, cumartesi gününün geri kalanını Cutty Sark maketinin güvertesini yapmaya adadı. Haftalardır makete el sürmeye vakti olmamıştı. Akşam yemeğinde soğuk köfte, balık yumurtası ve çavdar ekmeği üstünde kamembert peyniri yedi ve iki bira içti. Ayrıca biraz kahve ve konyak içip televizyonda bir Amerikan gangster filmi izledi. Arkasından yatağını hazırladı, küvete uzanıp Raymond Chandler’ın Göldeki Kadın romanını okudu, arada sırada konyak yudumladı, ne de olsa kol mesafesindeki klozetin üstüne koymuştu kadehini.

      Çok iyi hissediyordu. Ne işi ne de ailesini düşündü.

      Banyosu bitince pijamalarını giydi, çalışma masasındaki okuma lambası hariç bütün ışıkları söndürdü ve kitap okumaya, konyak içmeye devam etti, ta ki sonunda iyice uykusu gelip gözleri kapanana kadar.

      Pazar günü geç saate kadar uyanmadı, pijamalarıyla dolandı, gemi maketi üstünde çalıştı ve öğleden sonra üstünü değiştirdi. Akşam olunca ailesi eve geri döndüğünde Rolf ve Ingrid’i sinemaya götürdü, bir vampir filmi izlediler.

      İyi bir hafta sonu geçirmişti ve pazartesi sabahı, Martin Beck gayet iyi dinlenmiş ve enerjik uyandı. Derhâl Göran Malm’ın sahiden kim olduğunu ve içini kemiren şeyin ne olduğunu irdelemeye girişti. Sabah saatlerini polis merkezinde meslektaşlarının odasında geçirdi, adliyeye kısa bir ziyarette bulundu. Araştırmalarının sonuçlarını aktarmak üzere geri döndüğünde anlatacak kimseyi bulamadı çünkü herkes yemeğe çıkmıştı.

      Güney polis merkezini aradığında Kollberg’e bağlandı. Buna şaşırmıştı çünkü normalde ilk yemeğe çıkan o olurdu, özellikle de pazartesileri.

      “Neden hâlâ yemeğe çıkmadın?”

      “Tam gidiyordum işte,” dedi Kollberg. “Sen neredesin ki?”

      “Melander’in odasındayım. Buraya gel de burada ye, en azından seni görmüş olayım. Melander ve Rönn de teşrif edince Göran Malm üzerinde konuşabiliriz. Melander kendini yangın yerinden koparabilirse tabii. Neyse, ben Malm hakkında bayağı bir bilgi topladım.”

      “Tamam,” dedi Kollberg. “Benny’yi bulayım da söyleyeyim.”

      “Eğer mümkünse,” diye ekledi.

      Benny Skacke teşkilatta işe başlayan en yeni polisti. İki ay evvel Cinayet Masası ekibine Åke Stenström’ün yerini doldurmak için dahil olmuştu. Stenström öldüğünde yirmi dokuz yaşındaydı ve meslektaşları

Скачать книгу