Скачать книгу

o zehir kullanmamıştı. En kötüsü, sadece bir şey söylemek için öldürmek istediklerinde de ona ihtiyaçları vardı. Dehşet verici bir şey, herkesin görebileceği bir şey; herkesin bir sonraki gün doğumunda göreceği şekilde ve herkesin krala karşı çıkanın başına ne geleceğini anlayabileceği şekilde, göze saplanmış bir hançer, bir meydana bırakılmış darmadağın bir ceset, pencereden asma…

      Eski kral Tarnis krallığını teslim edip kapıları Pandesia’ya açtığında Merk çok kötü hissetmişti. Hayatında ilk defa amaçsız kalmıştı. Hizmet edecek bir kral olmayınca akıntıya kapılmış gibi hissetmişti. İçinde uzun zamandır gelişmekte olan bir şey su yüzüne çıkmış ve anlamadığı bir sebepten hayatı sorgulamaya başlamıştı. Tüm hayatı boyunca ölüme takıntılıydı; öldürmek, can almak… Kendisi için bu kolay hale gelmişti; çok kolay… Fakat şimdi içinde bir şeyler değişmişti; sanki ayağının altındaki zemini zor hissediyor gibiydi. Hayatın ne kadar kırılgan olduğunu, birinin elinden ne kadar kolay alınabildiğini ilk elden biliyordu fakat şimdi onu korumayı merak etmeye başlamıştı. Hayat çok kırılgandı; o halde onu korumaya çalışmak can almaktan daha büyük bir meydan okuma olmaz mıydı?

      Ve kendisine rağmen merak etmeye başladı: Başkalarından çekip aldığı bu şey neydi?

      Merk kendisiyle yaptığı bu akıl yürütmeyle neyin başladığını bilmiyordu ama bu kendisini çok rahatsız hissetmesine sebep olmuştu. İçinde bir şey su yüzüne çıkmıştı, büyük bir mide bulantısıyla birlikte öldürmekten iğrenmeye başladı; bir zamanlar zevk aldığı öldürme işine karşı şimdi büyük bir tiksinme geliştirmişti. Bütün bunları tetikleyen tek bir şey olmasını diledi, belki de öldürdüğü belirli biri; ama yoktu. Bir anda belirivermişti, hiçbir sebep olmadan ve bugüne kadarki en rahatsız edici olan şeydi.

      Diğer paralı askerlerin aksine Merk sadece inandığı sebepler varsa işi alırdı. Hayatının daha sonraki dönemlerinde, yaptığı işte çok iyi olmaya başladığı, ödemeler çok büyük meblağlara ulaştığı, ondan istekte bulunan insanlar aşırı önemli kişiler olmaya başladığı zaman çizgileri bulanıklaşmış ve öldüreceği kişinin bir hatasının olup olmaması çok da önemli gelmemeye başlamıştı, hatta hiç önemli değildi. Onu rahatsız eden şey de buydu.

      Merk’in içinde yaptığı her şeyi geri alabilmek ve diğerlerine değişebileceğini gösterebilmek için çok güçlü bir de istek gelişmişti. Geçmişini silip atmak, yaptığı her şeyi geri almak ve tövbekâr olmak istiyordu. Bir daha öldürmeyeceğine dair kendi kendine yemin etti. Bir daha kimseye bir fiske bile vurmamak, günlerinin geri kalanını Tanrıdan bağışlanma dileyerek geçirmek ve daha iyi bir insan olmak için… Ve onu asasının her bir tıklamasıyla birlikte yürüdüğü bu orman yoluna getiren şeyde buydu.

      Merk beyaz yapraklarla parlayan orman yolunun ilerde yükselip sonra tekrar alçaldığını gördü ve ufukta tekrar Ur Kulesini aradı. Hala bir işaret yoktu. Bu yolu onu eninde sonunda oraya götürecekti; bu kutsal yolculuk aylardır onu çağırıyordu. Çocukluğundan beri Gözcüler hikâyesi onu büyülemişti. Yarı insan yarı başka bir şey olan, iki ayrı kule, kuzeybatıda Ur Kulesi ve güneydoğuda Kos Kulesinde yerleşmiş olan, gizli bir keşiş/şövalye tarikatının hikâyesi… Bu tarikatın görevi Krallığın en değerli kutsal emanetini korumaktı: Ateş Kılıcı. Ateş Duvarını hala ayakta tutan da bu Ateş Kılıcı efsanesiydi. Elbette hiç kimse kılıcın hangi kulede tutulduğunu bilmiyordu. Bu yalnızca kadim Gözcüler tarafından bilinen, çok sıkı saklanan bir sırdı. Herhangi bir şekilde alınır veya çalınırsa Ateş Duvarı sonsuzluğa gömülebilir ve Escalon tehlikelere açık hale gelebilirdi.

      Kulelerde gözcülük yapmanın, eğer Gözcüler size Kabul ederse, yüce bir iş, kutsal ve onurlu bir görev olduğu söylenirdi. Merk çocukluğundan beri Gözcülerin hayalini kurardı. Gece yatağına yattığında, onların arasına katılmanın nasıl bir şey olacağını merak ederdi. Kendini soyutlanmışlık, hizmet ve tefekkür içinde kaybetmek istiyordu ve bunun için bir Gözcü olmaktan daha iyi bir yol düşünülemezdi. Merk hazır olduğunu hissetti. Deriyi zincir zırha tercih etmişti. Asayı da kılıca ve hayatı boyunca ilk defa tam bir ay boyunca hiç kimseyi öldürmemiş veya bir ruha zarar vermemişti. İyi hissetmeye başlıyordu.

      Merk küçük bir tepeye ulaştığında, günlerdir olduğu gibi umutla etrafına bakındı; bu tepe belki de Ur Kulesini görmesini sağlayacaktı. Fakat hala hiçbir şey yoktu, sadece göz alabildiğine uzanan bir orman vardı. Yine de artık yaklaşmış olduğunu biliyordu; günlerce yürüyüşünün ardından kule o kadar da uzakta olamazdı.

      Merk yolun aşağısına doğru devam etti, dibe doğru inerken orman sıklaştı ve yolun sonunda yolu kapatan, devrilmiş devasa bir ağaçla karşılaştı. Durup ağacı incelemeye başladı. Büyüklüğüne hayran olmuştu. Etrafından nasıl dolanacağını düşünüyordu.

      “Yeteri kadar uzak dedim,” dedi kötücül bir ses.

      Merk sesteki karanlık amacı hemen sezdi. Üzerinde uzman olduğu bir konuydu ve bundan sonra ne olacağını anlaması için arkasına dönüp bakmasına bile gerek yoktu. Etrafındaki yaprakların hışırdadığını duydu. Ormanın dışından, sesle uyumlu yüzler belirmeye başladı; hepsi de birbirinden umutsuz görünümlü haydutların yüzleri. Hiçbir sebep yokken insan öldürebilecek adamların yüzler. Her hafta rastgele ve amaçsız şiddet uygulayan, sıradan hırsızlar ve katiller. Merk’in gözünde bunlar aşağılığın da aşağılığıydı.

      Merk etrafının sarılmış olduğunu gördü ve tuzağa düşmüş olduğunu anladı. Çaktırmadan etrafına bir göz attı. Eski içgüdüleri uyanıyordu. Adamların sekiz kişi olduklarını saydı. Hepsinin eline hançerler vardı. Paçavralar giyen bu kirli yüzlü, kirli elli, pis parmaklı, tıraşsız yüzlü adamların hepsinde de günlerdir hiçbir şey yemediklerini belli eden umutsuz bir bakış vardı. Ayrıca sıkılmışlardı.

      Haydutların lideri yaklaştığında Merk gerildi; fakat ondan korktuğu için değil, istese onu öldürebilirdi, hatta hepsini birden gözünü kırpmadan öldürebilirdi. Onu geren şey şiddet uygulamak zorunda kalma olasılığıydı. Her ne pahasına olursa olsun yeminine sadık kalmaya kararlıydı.

      “Ne yakaladık?” diye sordu biri, Merk’e yaklaşmış, etrafında dolanıyordu.

      “Rahibe benziyor,” dedi bir diğeri, sesi alaycıydı. “Fakat o çizmeler uymuyor.”

      “Belki de kendini asker zanneden bir keşiştir,” deyip güldü biri.

      Hepsi kahkaha atmaya başladı. Aralarından, kırklarında, ön dişlerinden biri eksik olan, hödük tipli biri berbat kokan nefesiyle Merk’e yaklaştı ve omzunu dürttü. Eski Merk olsa bunun yarısı kadar bile yaklaşan birini anında öldürmüş olurdu.

      Fakat yeni Merk daha iyi bir adam olmaya kararlıydı, şiddetten uzaklaşmaya kararlıydı, her ne kadar şiddet onu terk etmek istemiyor görünse bile. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Kendini sakin olmaya zorluyordu.

      Şiddete asla başvurma, diye kendi kendine tekrarladı.

      “Ne yapıyor o keşiş öyle?” diye sordu biri. “Dua mı ediyor?”

      Hepsi yeniden kahkahaya boğuldu.

      “Tanrın sana yardım etmeyecek adamım!” dedi biri.

      Merk gözlerini açtı ve salakça konuşana gözlerini dikti.

      “Size zarar vermek niyetinde değilim,” dedi sakince.

      Kahkahalar arttı. Öncekinden daha da yüksek sesle gülüyorlardı. Merk, sakin kalmanın ve şiddete başvurmamanın hayatında yaptığı en zor iş olduğunu fark etti.

      “Ne kadar da

Скачать книгу