Скачать книгу

üzüldüklerini belli etmedikleri gibi başka hangi duyguları gizlerlerdi acaba? Öğretmenim olsaydı bunların hepsini cevaplardı. Ahmet’le de bunları konuşabilirdik, ama o benimle konuşmuyordu. Ben de Asım abiye sormaya karar verdim.

      Asım abiye, “Babalar neden sert ve dimdik olmak zorundadır?” diye sordum. Annemle babamın anlattıklarını bir çırpıda ona da anlatıverdim. Benimle konuşmaya hiç niyeti yoktu.

      “Git başımdan ufaklık. Eşyalarımı topluyorum.” dedi.

      Onu ikna etmenin bir yolu olmalıydı.

      “Neden cevaplamıyorsun? Demek ki bilmiyorsun.” dedim.

      Azıcık sinirlenerek bana döndü.

      “Sen de erkeksin. Sen neden bilmiyorsun.” dedi.

      “Erkek olunca her şeyi bilmek mi gerekir?” diye sordum.

      “Bak ufaklık öyle ağlamak, sızlamak erkeklere yakışmaz.” dedi. “Tıpkı erkeklerin etek giymemesi gibi bir şeydir bu.”

      “Ama bir çizgi filmde gördüm. İskoçya’da erkekler etek giyiyor. Hem ağlamak isteyince bizim de gözümüzden yaş geliyor.”

      “İyi, git sen de İskoçyalılar gibi etek giy. Ağlayıp zırla o zaman.” dedi.

      “Bence sen her şeyi bilmiyorsun.” dedim. Yanından ayrılırken bana, “Git İskoçyalılara sor!” diye bağırdı.

      Bu işte kesinlikle bir tuhaflık vardı. Erkeklerin her şeyi bilmesi mi gerekirdi? Asım abi böyle söylemişti. Erkekler de kadınlar gibi ağlayabilirdi, ama ağlamıyorlardı, çünkü o zaman erkek olmuyorlardı. Aslında erkeklerdi, ama ağlamamaları gerekiyordu. Duyguları vardı, ama yokmuş gibi davranmaları gerekiyordu. O zaman onların niye duyguları vardı?

      Off ne kafa karıştırıcı bir şeydi bu. Bunu mutlaka öğrenmeliydim. Ama valizimi hazırlamam gerektiğinden şimdilik bu konuyu başka zamana bıraktım. Nasıl olsa ileride bunu öğrenirim diye düşündüm. Gerçekten de ileride bunu öğrenecektim. Hem de oldukça ilginç olaylarla…

      Valizime eşyalarımı koyarken, birden robotum Zeytin’i hatırladım. Ahmet ve Asım eşyalarını toplamıştı. Biz de evimize gidip eşyalarımızı toplayabilecek miydik? Evimize uğramadan ayrılmak zorunda kalırsak, bir daha Zeytin’i göremeyecek miydim?

      Birden ağlamaya başladım. Annem telaşlandı.

      “Neden ağlıyorsun?” diye sordu.

      “Ahmet ve Asım abi eşyalarını topladı. Biz evimize gitmeyecek miyiz? Evimizdeki eşyalarımız ne olacak? Ben bir daha Zeytin’i göremeyecek miyim?”

      “Hayır oğlum. Biz de evimize gidip hazırlanacağız. Bütün eşyalarımızı orada bırakırsak gittiğimiz yeni evimizde hiç eşyamız olmaz ki! Tabii evimiz yerinde duruyorsa!”

      Nasıl yani? Evimizi birisi mi alıp götürdü? Ev neden yerinde durmasın ki? Ben bu defa daha da bağırarak ağlamaya başladım.

      “Evimizi kim götürdü?” diye sordum. Annem oflamaya başladı.

      “Off hayır Uğur. Öyle değil. Yani zarar görmüş olabilir.”

      Ben ağlamaya devam edince bu sefer babam da konuya girdi.

      “Çocuğu niye telaşlandırıyorsun canım. Eve ne olabilir ki? Yerindedir her şey, merak etmeyin. Gidince Zeytin’e de kavuşursun.”

      Babamın sözleri beni biraz sakinleştirdi. Yine de annemin söyledikleri aklımdan çıkmadı. Acaba evimiz yerinde duruyor muydu? Zeytin’i bulabilecek miydim?

      Burası Bizim Evimiz Olamaz!

      Yaşadığımız yeri terk ettiğimizde geride bir apartmanımız vardı. Apartmanın etrafında da başka apartmanlar ve bizim apartmanın tam önünde bir yol.

      Bu yoldan çok fazla araba geçmezdi. Yani çok kalabalık bir yol değildi. Arada bir arabalar geçerdi. Genellikle bu yoldan insanlar yürürdü. Yol kenarında sıra sıra küçük dükkânlar vardı. Kasap, eczane, babamın tuhafiye dükkânı, bakkal gibi dükkânlar…

      Yolun sonuna doğru, az ileride ise benim okulum vardı. Ben okula gidince koşarak sınıfıma girerdim. Sınıfa girdiğimde Zeynep Öğretmen’in gelip gelmediğini hemen anlardım. Eğer geldiyse sınıfta harika bir koku olurdu. Bu onun parfümünün kokusuydu. Çok severdim bu kokuyu, öğretmenimi de tabii… Bunu hatırlayınca üzüldüm.

      Okulun karşı tarafında ise harika bir kırtasiye vardı. Kırtasiyeci amcanın kocaman bıyıkları vardı. O konuşurken sanki sadece bıyıkları kıpırdıyormuş gibiydi. Konuşan kocaman bıyıklar…

      Evin önündeki yoldan ise okul girişine doğru çocuklar yürürdü. Okulun giriş ve çıkış saatlerinde yolda bir sürü çocuklar olurdu. Grup grup yürüyerek okula gelirlerdi. Sırtlarında çantaları ve ellerinde sulukları, beslenme çantaları vardı. Okuldan çıkarken karşıdaki kırtasiye dükkânı tıklım tıklım olurdu. O kadar çok çocuk gelirdi ki, kırtasiyedeki bıyıklı amca çocuklara yetişemezdi.

      Tabii ki bir de yol kenarındaki bakkal çok kalabalık olurdu. Çünkü çocuklar bakkalı ve orada satılan şeyleri çok severdi. Şekerler, bonbonlar, çikolatalar, dondurmalar… Bunlara hiçbir çocuk hayır diyemezdi. Bakkaldan çıkarken de onları keyifle yerlerdi.

      Hepimiz valizlerimizi hazırladıktan sonra evimize doğru yola çıktık. Amcamların yaşadığı ilçeden şehir merkezine doğru giden bir minibüse bindik. Evimize doğru giderken yolda hep Zeytin’i düşündüm. Acaba Zeytin’i evin neresinde unutmuştum?

      Kendi odamda mıydı? Salonda bir yerde miydi? Koltukların altı ya da üstünde olabilirdi. Televizyonun önünde ya da arkasında olabilirdi. Mutfakta da birçok yerde olabilirdi. Sandalyelerden birinin ya da masanın üstüne de bırakmış olabilirdim.

      Tüm bunları düşünürken minibüs de şehir merkezine doğru yaklaştı. O sırada gördüklerim beni şaşırttı. Üstelik biraz da korktum. Bazı apartmanlar yıkılmıştı. Yollar ise bozulmuştu. Asfalt olması gerekirken yerler toz toprak içinde kalmıştı.

      Minibüste benimle birlikte annem, babam ve diğer yolcular da şaşkındı. Herkes şaşkınca etrafı inceledi. Arada bir sesler yükseldi, telaşlı telaşlı konuştular.

      “Şu iş hanının hâline bak, geriye hiçbir şey kalmamış!”

      “Yollar toz toprak olmuş, şehir mehir kalmamış!”

      Neredeyse herkes, “Vah vah!” diyordu. Bazıları dizlerine vuruyordu.

      Birden yaşlı bir teyze çığlık atarak ağlamaya başladı.

      “Vah gördün mü başımıza geleni, bizim apartman yıkılmış, vah vah!”

      Yaşlı teyze böyle ağlarken önce kimse ne olduğunu anlamadı. Herkes donmuş gibi yerinde kalakaldı. Sonra minibüstekiler onu sakinleştirmeye çalıştı. Annem ve babam da çok telaşlıydı. Bence herkes o an kendi evinin başına geleni merak etti.

      Bir süre sonra durağa geldik. Herkes minibüsten indi. Biz de bir taksiye binip eve gittik. Bu sırada sokaklarda eşya taşıyan bir sürü insan gördüm. Bazıları eşyaları at arabalarıyla taşıyordu. At arabalarının üstünde annesi babasıyla birlikte çocuklar da vardı. Hepsi üzgündü.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив

Скачать книгу