ТОП просматриваемых книг сайта:
ROBOTUM ZEYTIN. BUKET ÇETIN
Читать онлайн.Название ROBOTUM ZEYTIN
Год выпуска 0
isbn 9789752123373
Автор произведения BUKET ÇETIN
Издательство Автор
Bombalar patlamaya başladıktan sonra babam da işe gitmedi. Paramız olmadığı için bize yemek yardımı yapıyorlardı. Başka şehirlerden bize yardım geliyordu. Bu yardımlardan birinde, okulumuza oyuncaklar geldi. İşte Zeytin’le o gün tanıştık. Zeytin’i bana Zeynep Öğretmen’im vermişti. Verirken de, “Bu da senin için Uğur.” demişti.
Bana bu oyuncağı gönderen çocuk, artık üniversitede okuyormuş. Çocukken en sevdiği oyuncaklarından biriymiş. Benimle paylaşmaya karar vermiş. Bunları oyuncakla birlikte gönderdiği mektupta yazmıştı. Bir de adının neden Zeytin olduğunu anlatmıştı:
“Bu robot bana hediye geldiğinde bir kitap okuyordum. Okuduğum kitapta denizler tanrısı Neptün diye birisi vardı. Atina isimli bir şehri yönetmek istiyordu. Orayı yönetmek isteyen bir başka kişi de zekâ ve aydınlık tanrıçası Minerva idi. Atina’nın sahibi Jüpiter, Neptün ve Minerva arasında bir yarışma düzenledi. İnsanlara en yararlı şeyi hangi tanrıça verirse Atina şehri onun olacaktı.
Denizler Tanrısı Neptün tuzlu bir göl verdi. Tuzlu göl denizler tanrısının verebileceği en iyi şeydi.
Zekâ ve aydınlık tanrıçası Minerva ise zeytin ağaçları hediye etti. Çünkü zeytin ağaçları insanların yaralarını iyi edecek şifaya sahipti. Üstelik karanlık, kötü şeyleri de aydınlık yapıyordu. Savaşları sonlandırıp barış getiriyordu. Jüpiter yarışmayı Minerva’nın kazandığını söyledi. Çünkü insanlar için en yararlı hediyeyi zeytin ağacı ile Minerva veriyordu.
İşte o zaman, okuduğum bu kitaptan çok etkilendim. Robotumun adını Zeytin koymaya karar verdim. Gerçi robotun rengi beyazdı. Zeytin ise siyah ya da yeşil renkliydi. Ama zaten zeytin ağacının da, karanlıkları aydınlık yapan bir yönü vardı. Savaşları sona erdirmek ve insanları barışa davet etmeyi sembolize ediyordu. Üstelik yaraları da iyileştiriyordu.
Şimdi sen Zeytin’in yeni sahibisin. Çocukken ben bu robotla çok oynadım. Oynarken yaşadığım şeyleri ona anlatır, aynısını ona yaptırırdım. Onunla oynarken bütün yaralarımı iyileştirdim. Şimdi senin de yaralarını iyileştirsin diye onu sana gönderdim. Ona iyi bak. Kim bilir, belki bir gün insanları barışa da davet eder.
Hoşça kal.
Not: Eğer bana yazmak istersen aşağıda adımı ve adresimi de gönderiyorum. Konuşmak istersen telefon numaram da var. Bana Zeytin’den arada bir haber gönderirsen çok sevinirim.”
O gün okulda mektubu okumak için vaktim olmadı. Yeni oyuncağım ise beni çok sevindirmişti. Oyuncağı kutusundan çıkardığımda bir süre yüzüne baktım. Zeynep Öğretmen de yanımdaydı. Başımı okşayarak, “Ne kadar güzel gülümsüyor. Tıpkı senin gibi Uğur!” dedi. Robot oyuncağımla sevinçten adeta havalara uçarak eve gittim. Anneme robotum Zeytin’i gösterdim.
“Anne bak bak, bugün birisi bana bunu hediye göndermiş. Adı Zeytin.” dedim ve annemin boynuna atladım. Sonra birlikte mektubu okuduk. Mektup ve robot o kadar güzeldi ki akşama kadar mektubu tekrar tekrar okuyup, Zeytin’le oyunlar oynadım.
Akşam babam geldiğinde ona da sevinçle robotumu anlattım. Bana bu oyuncağı gönderen çocuğun adı Umut’tu. Umut’un mektubunu babama da okudum. Babam, “Umut, ismi gibi oyuncak göndermiş sana. İstersen bu oyuncağı gönderen çocuğu arayıp teşekkür edebilirsin.” dedi.
Babamın sözlerini tam olarak anlamadım. “İsmi gibi oyuncak mı?” diye sordum.
Annem güldü. “Evet, umut güzel bir şeydir. Olmasını istediğimiz şeyleri umut ederiz, olsunlar diye. Umut etmek keyiflidir. Sevinç verir insana. Tıpkı senin sevinçle dolduğun gibi… Onun için baban, ‘Umut gibi oyuncak göndermiş.’ dedi.”
Bu açıklamanın ardından tekrar gözlerim ışıldamaya başladı. Şimdi anlamıştım babamın ne demek istediğini. Umut’un yazdığı mektup babama umut gibiydi. Çünkü umut ettiği şeyler vardı. Bu oyuncak hepimize sevinç verdi.
O akşam birlikte Umut’u arayıp ailece teşekkür ettik. Sonraki zamanlarda da arada bir telefonla haberleştik.
Amcamlarda olduğum o gün ise Zeytin yanımda değildi. Zeytin’i evde unuttum. O benim umut ettiğim şeydi. Acaba umudumu da evde mi unuttum?
Amcamların evi başlarda keyifli gibiydi. Amcamın Ahmet ve Asım diye iki oğlu vardı. Ahmet benimle yaşıttı. O da üçüncü sınıfa gidiyordu. Asım abi ise liseye…
İlk günler Ahmet’le birlikte sokakta oyunlar oynadık. Bir sürü arkadaşı vardı. Ahmet’i arkadaşlarıyla gülüp eğlenirken görünce kendi arkadaşlarımı özlediğimi fark ettim. Biz de arkadaşlarımla çok güzel eğlenirdik. Sonra da futbol oynamaya başlayınca her şeyi unuttum.
Ahmet’in benden farkı okula gidebilmesiydi. Ben ise buraya gelmekle Zeytin’i kaybettiğim gibi okulumu da kaybetmiştim. Babamın söylediğine göre bir süre sonra eve dönecektik. Onun için sabretmeye çalıştım.
Ahmet okula gidip gelirken hep onu izledim. Çantasını nasıl hazırlıyor, formasını nasıl giyiyor, çantasına neler koyuyor, kalemliğinde ne renk kalemler var, okuldan gelince ne yapıyor, çantasından defterlerini nasıl çıkarıyor, kitaplarını nasıl okuyor, hepsini izledim.
O tüm bunları yaparken bazen tuhaf bir duyguya kapıldım. Ona öfkelendiğimi fark ettim. Bir gün çantasından gizlice kalemini, defterini alıp sakladım. Ahmet telaş içinde çantasını aradı. Evin her bir tarafına baktı. Bir türlü aradıklarını bulamadı. Annesine öfke ve telaşla aradıklarını sordu. Hep birlikte onun kaybolmuş eşyalarını ararken nedense ben mutlu oldum. Benim mutlu olduğumu ise kimse bilmedi. Benden başka…
Yine de sonradan yaptıklarıma pişman oldum. Aslında ben kötü bir çocuk değildim. Neden böyle davrandığımı bir türlü anlamadım.
Bir keresinde Ahmet yine okuldan eve geldi. Onu öyle okul formasının içinde, sırtında çantasıyla görünce kötü oldum. Sanki üstüme kocaman bir ağırlık çöktü. Ya da o ağırlık tam kalbimin üzerindeydi. Ahmet üstünü değiştirmek için odasına gittiğinde çantasına doğru gittim.
Gitmişim yani. Çantasının fermuarını açmışım. İçini karıştırıyormuşum. Ben nasıl o çantanın yanına gittim, bilmiyordum. Nasıl o çantanın fermuarını açtığımı bilmiyordum. Ya da buna nasıl karar verdiğimi de bilmiyordum. Tek hatırladığım Ahmet’in bana bağırmasıydı.
“Hırsız!