Скачать книгу

Önünde mezâr, arkasında bin şîven!..

      Zaman olur ki, uzaklarda bir serâb-ı muzî

      Nümâyişiyle, gözünden geçer hayâl-i vatan;

      Sönük nigâhını bîdâr ederdi belki ümîd,

      Hayâle olsa müsâid bu meşy-i tâb-efgen!

      Çeker şu bârı hayâtında hep hayâtı için;

      Bilinse âh, şu bâr-ı hayâtı çekme neden?..

      İtirâf

      Safahât’ımda, evet, şi'r arayan hiç bulamaz;

      Yalınız, bir yeri hakkında: «Hâzîn işte bu!» der.

      – Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil. Hangisi ya?

      – Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!

      Safahat

      İkinci Kitap

      Süleymâniye Kürsüsünde

      Kardeşim Fatîn Hoca’ya

      Köprü’den çok geçerim; hem ne kadar geçtimse,

      Beni sevk etmedi bir kerrecik olsun ye’se,

      Ne Haliç’in o yosun çehreli miskin suları;

      Ne onun hilkate küsmüş gibi durgun kenarı!

      Herkesin hissi bir olmaz. Meselâ karşıdaki

      Sâhilin, başbaşa vermiş, düşünen, pis, eski,

      Ağlamış yüzlü, sakîl evleri durdukça, sizin

      İçinizden acı şeyler geçecek hep… Lâkin,

      Bak benim öyle değil… Siz de biraz şâir olun:

      Meselâ, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun

      Cedd-i merhûmu aceb sal mı demekten ne çıkar?431

      Geliniz farz edelim biz bunu: Sâbih bulvar!

      Köprüler asma köprü imiş Avrupa âfâkında…

      Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Şark’ın da,

      Böyle daldırma olur… Hem açınız âsârı,

      Köprünün nerde görülmüş, hani, tahte’l-bahrı?

      Anladım: Ben ne kadar şi’re özensem de, demek,

      Seni ey sevgili kâri’, bu telakkî, pek pek,

      Azıcık güldürecek… Yoksa öbür yanda hazîn

      Bin hakîkat sırıtırken kıyısından denizin,

      Diyeceksin ki: “Hayâlin yeri yoktur… Boşuna!”

      Ya şu timsâl-i İlâhî de mi gitmez hoşuna?

      Öyle ta'zîb-i nigâh eyleme bedbîn olarak,432

      Bırak etrâfı da, karşında duran ma'bede bak:433

      Başka bir sâhile gehvâre-i emvâcından,434

      Böyle şeh-dâne çıkarmış mı yakınlarda zaman?..435

      Ne seher-pâre-i sân'at ki ezelden mahmûr…

      Leb-i deryâdan uçan bir ebedî hande-i nûr!436

      Sanki ummân-ı bekânın ezelî bir mevci437

      Yükselirken göğe, donmuş da kesilmiş inci!…

      Bu güher-pârenin eb'âd-ı semâvîsinde,438

      Yorulan dîdelerin hâke neden insin de,

      Levse dalsın yeniden? Etme, yazıktır, olmaz,

      Garba tevcîh ediver, gel onu sen şimdi biraz:

      Dur da Ma'bûd’una yükselmek için ilme basan439

      Ma'bedin hâlini gör, işte serâpâ îman!…440

      Yüce dağlar gibi âfâka döşerken sâye,

      O, bekâdan daha câzip kesilen âbideye

      Bir nazar, zevk-i bedîîni yeter tatmîne…

      Durma öyleyse urûc et o ziya âlemine.441

      O ziyâ âlemi bilmez ki karanlık ne demek;

      O semâvî yuva kirlenmedi, kirlenmeyecek!

      Onu i'lâ eden etmiş ebediyyen i'lâ…442

      Etse dünyâları tûfan gibi levs istilâ.

      Bu, semâlarda yüzen şâhikanın pâk eteği,

      Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi.

      Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın;

      Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın;443

      Hakkı son sadme-i kahrıyla bitirsin isyan;444

      Edebin şimdiki mânâsına densin «hezeyan»;

      Kalmasın, hâsılı, altüst olarak hissiyât,

      Ne yüreklerde şehâmet, ne şehâmette hayât;

      Yine kürsî-i mehîbinde Süleymâniyye,

      Kalacak, doğruluğun yerdeki tek yurdu diye.

      Yıkılır bir gün olur medreseler, ma'bedler;

      En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner;

      Beşeriyyet yeni bir din tanıyıp ilhâdı,445

      Beşerin hâfızasından silinir Hakk’ın adı;

      Gömülür hufre-i târîhe meâlî… Lâkin446

      Yine tek bir taşı düşmez şu Hudâ lânesinin;447

      Yine insanlığa nâ-mahrem olan bîgâne,

      Bu harîmin ebediyyen giremez sînesine;

      Yine yâdındaki Mevlâ’yı şu dört tane minâr,

      Kalbe merbût birer dil gibi eyler ikrâr;

      Yine mâzîye gömülmez bu muazzam çehre:

      Leş değildir ki atılsın, o, umûmî kabre!

      Şimdi ey sevgili kâri', azıcık vaktin eğer

      Varsa -memnun olacaksın- beni tâkîb ediver.

      Gireriz koynuna, düşsek bile şâyed yorgun,

      Karşıdan baktığımız heykel-i nûrânûrun .

      Göreceksin: O harîmin ebedî zıllinde,

      San'atın rûhunu seyyâl bulut şeklinde448

      “Gördüğüm var.” deme! Gel bir de berâber görelim.

      Nereden? Haydi şadırvan kapısından girelim:

      Bir musanna’ kemer; üstünde

Скачать книгу


<p>431</p>

Dinî, Felsefî Musâhabeler, sayfa: 121.

<p>432</p>

Ta'zib-i nigâh eyleme: Gözlerini yorma, bakışlarını işkenceye uğratma.

<p>433</p>

Yeni Câmi

<p>434</p>

Gehvâre-i emvaç: Dalgalar beşiği.

<p>435</p>

Şeh-dâne: Büyük ve kıymetli inci.

<p>436</p>

Leb-ı derya: Deniz kıyısı; Hande-i nûr: Nûr gülümsemesi.

<p>437</p>

Umman-ı bekâ: Bekâ, ebediyet okyanusu.

<p>438</p>

Eb'ad-ı semâvîsinde: Semâvî eb'adında, sema gibi sonsuz uzaklıklarında.

<p>439</p>

Süleymaniye Camii’nin temellerinden bir kısmını da medreseler teşkil eder.

<p>440</p>

Serapa iman: Baştan başa iman

<p>441</p>

Uruc et: Yüksel.

<p>442</p>

İ'lâ eden: Yükselten.

<p>443</p>

Kitabın 1928 den önceki ilk baskılarında, bu ve sonraki mısralar farklıdır:

Yerin üstünde duran velveleler haykırsın;Hakkı son sadme-i kahrıyla devirsin butlan;
<p>444</p>

Sadme-i kahr: Kahır çarpması.

<p>445</p>

İlhad: Dinsizlik.

<p>446</p>

Hufre-i tarih: Tarih çukuru, tarih mezarı; Meâli: Yüksek hâtıralar

<p>447</p>

Hudâ İanesi: Allah evi.

<p>448</p>

Seyyal: Akıp giden.