Скачать книгу

Bir ilim geliştiriyorum! Bilinenler yoluyla bilinmeyenleri öğrenme ilmi. Verilenler yoluyla verilmeyenleri; görülenler yoluyla görülmeyenleri kavramamızı sağlayacak bir ilim. Yaşamın sırlarını öğreneceğim bir gün. O sayede ölümün sırlarını da çözmüş olacağım. Çözmeden ölürsem gözlerim açık gider.”

      “Senden korkulur!” dedi Sılahan. “Yaşamın sırlarını öğrenirsen, ölümün sırlarını da çözersin!”

      “Evet!” dedi Hayyam. İhtiraslı bir sesle, “Senin bu kadar kolay anlayacağını ummazdım!”

      “Neden şaştın?” dedi Sılahan. “Senden çok şey öğrendim”

      “Evrenin yeni bir yasasını keşfediyorum her gün. Yaşadığımı hissediyorum yeni bir şey bulduğumda. Tam yaşıyorum. Herkesten derin yaşıyorum.”

      “Böyle coşkulu olursan kendine zarar verirsin!”

      “İçimde büyük savaşlar kopuyorsa, bu hesaplaştığım içindir.”

      “Benim yerime de düşün!” dedi Sılahan. “Ben düşününce ayrılıklar geliveriyor aklıma. Yıldızlarda neler gözüküyor. Ayrılık var mı?”

      Hayyam, on birinci yüzyılın belki de en uzunu olan yıl gibi bir gecenin onca güzelliğine taç olan ay gibi sevgilisine son defa bakıyormuş gibi süzdü. Sılahan’ı kirpiklerinin ucundan öperken fısıldadı.

      “Yıldızlarda ne varsa gözlerinde de aynısı var!” dedi.

      Sılahan güldü.

      “Peki ya saçlarımda!” dedi. “Eskiden saçlarımla da ilgilenirdin!”

      Hayyam şiirle yanıt verdi.

      “Sevgilimin samur saçlarına ben kavuşamadan. Baktım bir tarak ulaşmış aşkla tutuşmadan. Anladım ki, mümkün değil o saçları okşamak. Tarak gibi diş diş, didik didik olmadan?”

      Hayyam Şimşir ağacından tarak oluncaya kadar geçen aşamaları düşünüyordu ki tam o sırada Pervin soluk soluğa yanlarına kadar geldi.

      Hayyam ayağa fırladı. “Ne oldu? Bir aksilik mi var?” diye hayretle sordu.

      “Yok” dedi Pervin omuz silkerek.

      “Saklambaç oynuyoruz!”

      “Başka oyun bulamadınız mı?” diye çıkıştı Hayyam. “Çocuk musunuz siz? Diyelim saklambaç oynuyorsunuz. Sen buraya gelip saklanırsan. Arayanlar buraya kadar gelir. Gizli sırlarımız aşikar olur. Yakın bir yere saklan!”

      “Ama o zaman buluyor!”

      “Bahçede yer çok! Şadırvanın arkasına saklanın! Hadi bakalım. Yallah!”

      Pervin çıktı. Hayyam “Ben bir bakayım şunlara!” diye arkasından çıktı. Sılahan da Hayyam’ın peşinden…

      Gece çok güzel, ortalık sakindi. Hayyam bir ara sadece sazendelerin görebileceği yüksekçe bir yere tüneyip sazende başı oldu. Saz çalanlara el kol işaretleri yaparak musikiyi gah hızlandırdı, gah yavaşlattı. Sonra Sıla’nın kolunda eski yerleri olan ayvana geçtiler. Her şey yolunda gidiyordu. Fakat daldıkları derin sohbetin etkisiyle mahzundular.

      Dehşetli bir sele kapılmış bahtsızların bir kayaya kenetlendiği gibi biri yek diğerine sımsıkı sokuldu. Ruhlarında, insanlığın geçmişinden koparak geleceğine savrulan fırtınanın esrarlı uğultusu olduğu halde, kendilerini Selçuklu gökleri altındaki bu serin gecenin ahengine bıraktılar.

      VI

      Ey kör! bu yer gök, bu yıldızlar boştur boş.

      Bırak yakınmaları, gönlünü hoş tut hoş.

      Şu durmadan kurulup dağılan evrende;

      Bir nefestir alacağın! O da boştur boş.

      Güneş tez doğmuş, öğlen çarçabuk gelip geçmiş, ikindi gölgeleri artık hercai hüzünlere bürünüyordu. Hasan Sabbah gözlerini kapattığı yerde açtığında baş ucundaki Hayyam’a ilk sözü “Biraz kendimden geçmişim!” oldu.

      Neredeydi o cennet sahnesi? Sazendeler, rakkaseler, hanendeler, yumuşak ışıklar, baygınlık veren kokulu nadide meyvelerle dolu o cennet köşesi… Endülüs diyarının göğündeki yıldızlardan da uzaktaydı.

      Sabbah, irileşmiş göz kapaklarının arasından baktığında Hayyam bir su damlasının, bir elmas kristalinin arkasındaymış gibi görünüyor, kendi nefesini hissetmiyordu.

      Hayyam, Sabbah’ın göz kapaklarını ve alnını yasemin kokulu, alkol katkılı özel bir mayiyle sildikçe Sabbah, alnında yitik bir cennetten kalan son esintilerin de hüzünle eridiğini yüreği yanarak izledi.

      Sabbah’ın küçülmüş göz bebeklerindeki şaşkınlık, hafifçe doğrulduğunda azalacağı yerde arttı. Halk, haşhaş içenlerde gördüğü bu hayran bakışları derhal tanır, böylelerine “Ağzı açık hayran delisi,” derdi. Hayyam, uzun ve renkli bir yoldan gelen arkadaşına şefkatle yaklaştı. En güzel yiyecekleri eliyle sundu.

      Sabbah, kahvaltılıkları, şurupları tadarken etrafa baktı. Yaşadığı renk sarhoşluğundan sonra hayatta her şey ona cansız, yavan ve sönük geliyordu. Uyuyakaldığı viranenin sahibi Hayyam’a acıyarak baktı.

      “Bir tuhaf âlemde öylesine canlı hatıralara sahip oldum ki, ne yapacağım bilmiyorum. Her şey bana silik geliyor artık!”

      “Rüya görmüşsündür!”

      “Rüya olsa bilmez miyim? İliklerim boşalmış, gücüm tükenmiş olmasa ben de rüya diyeceğim! Çok uzak bir diyardaydım. Başka bir âleme gidip geldim.”

      “Bir yere gitmedin. Sana izah edeyim!”

      Hayyam imbiği, ilacı, kurduğu oyun düzenini tane tane anlattı. Sabbah bir türlü ikna olmuyor, direniyordu. Yarım kalmış bir rüyadan kendi sefil gerçeklerine uyanan bir bedbaht gibiydi.

      “Peki sazendeler, rakkaseler, sakiler, yanık ötüşleriyle ruhu kavuran o alev katresi bülbüller? Kakgıldıyarak gezinen keklikler, kalemgaşlar, tutiler, tavus kuşları?”

      “Gittiler. Senin uyanmanı bekleyecek değillerdi. İsfahan’ın konakları var olsun. Ödünç getirtmiştim hepsini.”

      “Haşhaş sütü haplarından mı yutturdun bana?”

      “O hapların papucu dama atıldı çoktan! Medeniyet beklemiyor, gelişiyor!”

      “Peki yine yap o zaman! Ancak o zaman emin olayım!”

      “Arkadaşlık bir kere olur. Ben senin sazendebaşın, çeşnici başın mıyım?”

      O sırada Sılahan, elinde türlü dağ yemişlerinden yapılmış ipek gibi pestiller, reçeller, nadide tadımlıklar bulunan gümüş tepsiyle içeri girdi. Hayyam, bu en güçlü kanıtı işaret etti.

      “Heykeli hatırlıyor musun? Giysi bile aynı!”

      Sabbah, ürkek gözlerle baktı. Cennet sahnesinde en çok şaştığı şey heykellerin üç etekli olmasıydı.

      “Benziyor!” diye yutkundu. “Evet, ama bu çok daha renkli ve daha canlıydı!”

      “Sana daha canlı görünür tabii. Sen hapı yutmuştun da ondan!”

      Sabbah, ikna olmak yerine isyanlı bir sessizliğe gömüldü.

      Hayyam, “Sultanlık, vezirlik gibi mevkiler yalnızca konumdur. Asıl olan bu değil özgül ağırlıklardır. Geliniz bilginlerin sultanı olunuz. İmkanlarımızı bölüşelim. Kısmetinizde varsa ileride devlet görevi de yapar, düşüncelerinizi hayata geçirirsiniz!”

Скачать книгу