Скачать книгу

de adaletle hükmetmek için sizlerle meşverete ihtiyacımız var! Hem bizi eleştirmek hem de uzak durmak insaf değildir!”

      “Düşünen insanlar pek öyle kolay beğenmezler. Beğenselerdi dünya daha iyi bir dünya olmazdı.”

      Melikşah, rahlenin yanındaki nişin üzerindeki raftan bir tomar irili ufaklı kağıt getirdi.

      “Bunlar sizinle ilgili şikayet pusuluları. Koca müderrisler, ilim sahipleri sizi beğenmeyip şikayet ederler. İbret için cezalandırılmanı isteyenler pek çoktur!”

      Hayyam, kaçacak delik bulmuş da düşmanın gaflet anını bekleyen tetikteki bir av gibi başı önde, gözleri yandaydı.

      Melikşah geçti, karşısına oturdu.

      “Hayyam Ata!” dedi. “Bizden yüz çevirmeyiniz. Siz dahi böyle yaparsanız biz kiminle söyleşeceğiz?”

      Hayyam göz kapaklarını kırpıştırarak baktı.

      “Güneşe bakan göz kamaşır. Size dik bakamıyorum.”

      Melikşah’ın Hayyam’dan duymak istemediği sözlerdi bunlar. ‘Bu tavrı göstermesi için ona nasıl bir gaddarlık yaptım?’ diye hafızasını yoklamadan edemedi. Hanesinde esip kükreyen Hayyam gitmiş, başka birisi gelmiş gibiydi.

      “Böyle söylemen hoşuma gitmiyor,” diyebildi.

      Hayyam’ın derdi Melikşah’tan ve Terken Hatun’dan özür dilemekti. Durduk yerde kaba konuşmuş olmak temiz ve çocuksu vicdanını rahatsız ediyordu.

      “Viranemize şeref verdiğinizde ben kulunuz, hakir-i pür -taksir kulunuz, size ve…”

      Melikşah konuşturmadı.

      “Terken Hatun’a anlattım gülüp geçti. Benim yalnız evdeşim değil, can yoldaşım, arkadaşımdır.”

      Hayyam kıvrandı.

      “Aman sultanımız, duacıdır kulunuz, Terken Hatun’a!”

      Melikşah dayanamadı. “Fesüphanallah” çekti. Bu konu açıldıkça sultan da rahatsız oluyor, şaşırtıcı bir giysiyle Hayyam’ın hanesine destursuz girdiğini hatırlayıp mahcup oluyordu.

      “Bazen makam, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor; o yüzden sizinle aracısız görüştüm. İncinmişliğim yoktur,” diye kükredi.

      Hayyam bunu çoktan anlamıştı. Fakat doğal haline bir türlü dönemiyordu.

      “Hayyam Ata!” dedi Melikşah! Şefkatli bir sesle, “Hepimiz Allah’ın kuluyuz. Başka bir yol bilmedikleri için kimine sultan derler kimine kul. Biz bize iken saygı gerekmez, ona göre! Evinde nasıl davrandıysan yine öyle davran. Şu örtüyü de çıkar artık!”

      Hayyam oturduğu yerden beceremeyince ayağa kalktı. Giysinin içinden sıyrılıp çıktı. Ayaklarının altına düşen kadın giysilerini biraz uzunca çiğnemesi boş yere korkuya kapılmasından ve normale dönememekten kendine duyduğu kızgınlıktı.

      “Çaputlar terletmiş seni!” dedi Melikşah. “Saray halkının dokuz tane gözü var derler! Baş başa görüştüğümüzü kimse bilmesin istedim. Kıskanır, size bir ziyan verirler maazallah!”

      “Size düşmanlık kim eyleyebilir? Devletiniz Çin’e, Adalar Denizi’ne dayanmışken.”

      “Yaparlar. En büyük düşmanlar en yakındadır çoğu zaman. Bıçak keskin de olsa kendi sapını yontamaz. Bugün Divan çalışıyor. Hem devleti yönetelim hem bunları konuşalım.”

      Yazıcı, Nizam’ın görüşmek istediğini belirtti. Biraz sonra koca vezir Nizamülmülk çevik adımlarla kapıya geldi. Eşikten ancak bir adım girdi.

      “Konstantin şehrindeki Hazar toplumundan haber var!” dedi.

      Melikşah “Buyrunuz Ata! Tez bildiriniz” dedi.

      “Doğu Roma elçileri Çin’e elçi varıp, ‘siz doğudan biz batıdan Selçuklu’yu vuralım,’ demiş. Konstaninopol’deki Hazar toplumunun ileri gelenleri de elçilik heyetinde hazır bulunmuş. Bu kaynaklardan hep doğru haber alırız!”

      “Atam Alparslan çağından beri Çin’i kışkırtır Doğu Roma! Çin Kağanı ne demiş?

      “Selçuklular’a düşman olmak akıl kârı değil! demiş, ticareti öğütlemiş!”

      “Çin kağanı tatlı canını seviyormuş. Ticaret dediniz de aklıma geldi. Akdeniz’de Mısır Fatimileri ile Doğu Roma bize karşı ticaret işinde birlikte hareket eder. Sedir ağaçlarından gemiler donatalım diye karar etmiştik. Ne oldu neticesi?”

      “Teke elinden gemi ustaları gönderdik sultanım!”

      “Peki sırada ne var?”

      Tam bu sırada Anadolu’dan Kutalmışoğlu’nun yanından geldiğini öne süren yaşlıca bir Selçuklu subayı kendisini durdurmak isteyen memurları yararak içeri girdi.

      “Emiceoğlumuz Sultan Melikşah! Sizden gayrısına sözümüz yok!” dedi. Diz üstü çöktü. “Şahım!” dedi. Sesi titreyerek “Bize sözünüz vardı. Deyiniz, buyurunuz. Söylen görelim. Pes nice edelim?”

      Nizam, “Bu saygısızı neyleyim?” diye Farsça sordu.

      Sultan Melikşah

      “Yüzüm tutmaz,” dedi. “Ben haksız olduğum zaman pek çekingen olurum.”

      “Aman sultanım. Yüz vermeyiniz. Çekinmenize gerek yok! Kim olurlar?”

      Melikşah bu yaşlı, sırım gibi subaya izzet ikramda bulundu. Tahtında yanına oturttu. Ayağa kalkıp gezindi.

      “Kutalmış’ın habercisi haklı! Söz verdik, yapmadınız. Beni mahcup ettiniz. Kervansaraylar için kararlaştırdığımız tahsisatı mühendis ve ustaları göndermediniz.”

      Melikşah biraz soluklandıktan sonra kükredi.

      “Kutalmışoğlu’na bir gümüş kürsü dahi bağışlayınız. Diğer gazi beylere de hoşluklar yapıp, en hasından atlar, donlar, cebeler, mallar veriniz. Maslahatlarını görünüz. Medrese ve kervansarayların tedarikini görünüz. Emiceoğlumu Ahlat’a kadar yirmi günlük yola uğurlayınız! Kılıç beylerinin mollalar, damatlar ve kölelerden daha fazla bu devlette hakkı var!” dedi.

      Nizam sarardı; “Buyruk sultanımızındır!” dedi.

      Melikşah ‘emiceoğlum’ diye hitap ettiği yaşlı elçiyi kucaklayıp kapıdan uğurladı.

      Melikşah, dünya çapında bir devlet adamı ve bilgeliği tartışılmaz olan Nizam’ın bütün akrabaları ve damatlarını kayırmakla kalmayıp sıradan bir kölesini defterdar yaptığına vurgu yapmıştı. Nizamülmülk baba yadigârıydı. Ona “Ata” diye hitap ediyor, bu tür tasarruflarını görmezden geliyordu; fakat bazen de böyle ince bir biçimde paylıyordu.

      Ayak sesleri uzaklaşırken Melikşah, devlet işlerinin bir kısmına tanık olan Hayyam’a sokuldu.

      “Gazilik hakkını inkâr eden kul hakkını, garip kadrini bilir mi? Bu ihtiras sarsar devleti. Herkes baş kadı baş vezir olmak istiyor. Bir varak yazamayan evrak memuru evrak başı olmak ister. Ne dersin Hayyam Ata?” dedi.

      “Devlet çarkını tıkır tıkır işletiyor, adaletle hükmediyorsunuz. Allah devletinize zeval vermesin!” dedi Hay-yam. Sesi ve tavırları normal haline dönüyordu. “Göklerde bin yıl önceki yıldızlar yerli yerinde. Yeryüzü ise düzensiz,” dedi.

      Melikşah’ın yüzünde alacalı bir gülümseyiş yanıp söndü.

      “Yeryüzü ne zaman düzene kavuşur? Savaşlar ne zaman biter Hayyam Ata?”

      Hayyam,

Скачать книгу