Скачать книгу

anlaşma olan , “İkili Güvenlik Anlaşması” idi ve büyük güçlerden birisi ile hangisi savaşa girerse diğeri tarafsız kalacaktı. Bu anlaşma Avrupa’da ne yazık ki barışın son sigortasıydı: Bismarck 1890 da istifa eder etmez, tüm politikaları ve emekleri yok sayıldı.

      İkili Güvenlik Anlaşması çok geçmeden lav edildi ve geçersiz sayıldı ve yerine Almanya ve Avusturya-Macaristan arasında savunma anlaşması olan, “İkili İttifak” anlaşması yapıldı. Bir müddet sonra da ittifak genişletildi ve İtalya da dahil edildi. Bunlar hep Bismarck’dan sonra göreve gelen ve Bismarck’ın diplomatic kabiliyetlerinden yoksun, yeteneksiz Şansölye Leo Von Caprivi’nin marifetleriydi.

      Gerçek şu idi ki, Avrupa’nın gücü ittifakların gücü üzerine kuruluydu ve bu ittifaklar ilerleyen zamanlarda savaşa karşı kesin güvenlik işlevi görecekti. Almanya Üçlü İttifak işine girince, bu durum Rusya’ya yeni ittifak arayışı inisiyatifini sağladı. Bu da, 1891-1914 yılları arasında yürürlükte kalacak olan Franco-Rus anlaşması sonucunu doğurdu. Daha sonra bu anlaşmaya Büyük Britanya da katılacaktı ve Üçlü Antante ile sonuçlanacaktı. Böylece, savaş sırasında birbirine yardım etme temeline dayalı iki karşı ittifak bloku oluştu. Bu oluşum, ayak sesleri gelmekte olan savaşın en büyük katılımlarını yarattı.

      19 cu yüzyılın sonlarında başlayıp, 20 ci yüzyıla taşınan Alman-Büyük Britanya düşmanlığı iyice derinleşmeye başlamıştı. Avrupa’nın liderliğini alma yarışı ve buna eklenen ikili ilişkiler bu iki güç arasında silahlanma savaşına sebep oldu. Bu silahlanma yarışı sonrasında deniz kuvvetlerine odaklandı: 1897 de Alman Amiral Alfred Von Tirpitz, Anglo-Alman yarışını başlattı. Amacı Britanya’ya meydan okuyacak güçlü bir deniz kuvvetleri oluşturmak ve onu diplomatic tavize zorlamaktı. Fakat gerçekte, Almanya Bahriyesi, “donanma varlığı” olarak kalabildi yani sadece limanda işlev görebilecekti ve ancak limandan çıkmadan kontrolü elinde tutabilecekti. Gerçek şu idi ki, bir çatışmada donanmanın bu şekilde zafer kazanması imkansızdı.

      Kayzer 2 ci Wilhelm’in donanma sekreteri Tirpitz, Büyük Briranya’ya karşı politik üstünlük sağlamanın tek yolunun donanma üstünlüğü olduğu konusunda ikna olmuştu ve Almanya’nın deniz aşırı yayılması ve donanma gücü konusunda son derece ateşliydi . Kayzer, Triptz’in planını onayladı ve yürürlüğe koydu.

      Alman Reich Donanma Ofisi bu nedenle, hedefi en az 60 adet savaş gemisini donanmaya katarak Alman filosunu genişletmek olan uzun vadeli çalışmalarını başlattı. Bu yeni nesil donanma malzemeleri, bahriye anlayışına farklı bir boyut kattı: artık tonaj, büyüklük ve silah kalibresi önem kazanmaya başladı. Hız ve baskınlar artık odak noktasında değildi, onun yerini döküm yük ve büyüklük ve düşman ateşine mümkün olduğunca uzun süre dayanma yeteneği aldı. Tabii ki, beklenen olmuştu ve yeni donanma genişlemesi Alman ekonomik altyapısını fena halde vurmuştu. 1908 de Alman Reichstag, üretimi her yıl dört savaş gemisine yükseltmeyi öngören dördüncü bahriye bütçesini onayladı. Fakat aynı yıl Bosna krizi patlayınca, Alman bütçesinin çoğu askeri harcamalara yöneldi. Alman Şansölyesi, Bernhard Von Bülow ülkenin aynı anda hem Avrupa’nın en büyük askeri gücü ve hem de en büyük donanma gücü olması ihtimalinin pek gerçekçi olamayacağı sonucuna vardı. Bu durum da, Tirpitz’in planlarının sorgulanmasına sebep oldu.

      Bu arada İngiliz Hükümeti, en büyük potansiyel tehlikeyi Almanya’nın donanma güçlendirme çalışmalarında değil, iç politik çevrelerde görüyordu. Tansiyon gittikçe yükseliyordu ve Almanya’nın donanmasını genişlettiği haberi 1908 de İngiliz Deniz Kuvvetlerince yayınlanan ve Berlin kaynaklı, Alman savaş gücünün yeni savaş gemileri inşasıyla yeniden yapılandırıldığı haberini içeren bir rapor kamuoyunun durumdan haberdar olmasına sebep oldu. Nitekim, bu durum hem kamuoyunda hem de bazı hükümet çevrelerince İngiliz deniz kuvvetlerine yeni dretnotların ilave edilmesi talebini dile getiren seslerin yükselmesine sebep oldu. Bu nedenle, 1909 da İngiltere Baş Bakanı Herbert Henry Asquith, ertesi yıldan başlayarak her yıl dört dretnotun donanmaya eklenmesi teklifini sundu. Bu teklif , 1910 da Kamu Bütçesi olarak bütçeden geçti ve onaylandı.

      Uzun vadede, Almanya’nın silahlanma yarışı beklendiği kadar başarılı değildi. 1914 de halen yüksek tonajlı gemi eksikleri vardı. İngiltere’nin her biri 2,205,000 tonluk 29 gemisine karşın, Almanya’nın her biri 1,019,000 ton 17 adet dretnotu vardı.

      1.2- Bosna Krizi ve Savaşa Açılan Patika

      Avrupa’da mevcut krizi daha da derinleştiren bir sonraki ana türbülans 1908 de patlak veren Bosna Krizidir. Artan etnik tansiyon ve yurttaşçılık ve milliyetçilik eğilimlerinin yükselişi tüm kıtaya salgın şeklinde yayılmaya başlamıştı ve özellikle de eski zamanlardan beri çoklu etnik yapı, çoklu dinler halinde yaşayan Balkanlarda bu durum daha da gözle görülecek hale gelmeye başladı. Dolayısıyla, Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altında olan Bosna Hersek’i ilhak kararının tansiyonu iyice zirveye ulaştırması sürpriz olmayacaktı.

       Rusya-Osmanlı ihtilafının ardından Balkanlar’da yönetimlere karşı isyanların patlak vermesi sonrası Bölge, 1878 de güçlü Avustro-Macar hakimiyetine girdi. Avusturya-Macaristan, Bosna üzerindeki iddialarına, Doğu Avrupa ve Balkanlardaki toprak ve hükümranlık bölüşümünü amaçlayan ve Rusya ile aralarında gizli bir şekilde imzalanan 1877 Budapeşte Konvansiyonlarını dayanak yaptı.

      1908 de gerçekleşen ilhak mükemmel zamanlanmıştı ve 1908 de Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılma deklarasyonuyla aynı zamana denk gelmişti. Bu durum Büyük Güç’ler arasında çok büyük protestolara sebep oldu, özellikle de Avusturya-Macaristan’ın yakın komşuları Sırbistan ve Karadağ tarafından. İlhak çok geçmeden Avusturya’nın müttefikleriyle ilişkilerinin bozulmasına sebep oldu ve Sırbistan ve öteki Slav etnisitelerle soğukluğa sebep oldu, özellikle de İlhak altındaki Bosna’da. Ortodoks ve slav Sırbistan’ın kardeşi Rusya da öfke duymaktaydı. Balkanlar kısa bir süre sonra Avrupa’nın barut fıçısı olma sıfatını kazanacaktı.

      Bundan önce, Osmanlı hükümranlığı altında yaklaşık beş yüz sene akıllı uslu yaşamış Balkanlar, yükselen milliyetçilik dalgası ile ardı arkasına isyanlara sahne olmaya başladı. Bunların en önemlisi, Sırp Bağımsızlık Savaşı olarak da bilinen, 1876-1878 Sırp-Osmanlı savaşlarıdır. Savaşlar 1875 de Hersek’teki Sırp ayaklanmasının ardından, Balkanlar’daki Hıristiyan ayaklanmalarının alevlenmesinin ardından gerçekleşti. Bunu, 28 Temmuz 1876 da Sırbistan’ın Osmanlı İmparatorluğuna savaş açması takip etti. Esas çatışmalar şimdiki Güneydoğu Sırbistan çevresinde yoğunlaştı ve sonunda Sırp tarafının art arda mağlubiyetleri ve geri çekilmesiyle sonuçlandı. Bu mağlubiyetlerin ardından, Sırp Hükümeti büyük Avrupa güçlerine bir mektupla başvurarak aracı olmalarını ve anlaşmazlıkta diplomatik çözüme yardımcı olmalarını talep etti. Bu durum sadece bir aylık bir ateşkes sağladı ve savaş bunun ardından kaldığı yerden devam etti. Ne var ki, Sırplar bir kez daha Osmanlılara karşı hiç bir ilerleme sağlayamadı. O sırada Rusya müdahil oldu ve Osmanlıları ateşkese zorlamak için savaş açmakla tehdit etti. Bu durum, Sırp-Osmanlı savaşının bitmesini sağladı.

      Çok geçmeden, Rusya Sırbistan’a ilk askeri yardımı yaptı ve daha sonra da anlaşmazlığı 1877 de yenileyerek ikinci savaş olarak bilinen safhaya taşıdı. İki ay kadar süren ikinci safha Sırbistan’ın kesin zaferiyle sonuçlandı ve bu bölgenin büyük bir bölümünden Osmanlıları ve diğer Müslüman ahaliyi kırıma uğratarak güneydoğu topraklarının büyük kısmını tekrar kazandı. Savaşın ardından kazanımlarını 1878 de Alman Şansölyesi Otto Con Bismarck liderliğinde Berlin Kongresi ile dikte ettiler. Buna göre, Sırbistan kazandığı toprakları genişletti

Скачать книгу