Скачать книгу

hepsi alevler içindeki üç okun havaya yükselip sonra bir eğri çizerek kayan yıldızlar gibi yere düşmekte olduğunu görünce şoke oldu. Şoke olmuştu, çünkü yanan üç ok ancak tek bir anlama gelebilirdi: bu MacGillerin işaretiydi. Bir zafer işareti olarak kartalın pençeleri. Bu babası ve ondan önce onun babası tarafından kullanılan ve sadece MacGillere ait bir işaretti. Yanlış anlamaya imkân yoktu: bu MacGillerin kazandığı anlamına geliyordu. Kraliyet Sarayı’nı geri almışlardı.

      Ama bu nasıl mümkün olabilir? diye düşündü. Ayrıldıkları zaman, hiç zafer ümidi yoktu, hatta hayatta kalma ümidi dahi çok azdı; kıymetli şehri McCloudların istilasına uğramış ve onu koruyacak kimse kalmamıştı.

      Gwen uzaktaki ufukta bir bayrağın gittikçe daha yükseğe çekilmekte olduğu tespit etti. Gözlerini kısıp baktı, bir yanlışlık yoktu: Bu MacGil’lerin bayrağıydı. Bu ancak Kraliyet Sarayı’nın şimdi yeniden MacGillerin eline geçmiş olduğu anlamına gelebilirdi.

      Gwen bir yandan sevinç duyuyor ve derhal geri dönmek istiyordu. Öte yandan, seyahat etmiş oldukları yola bakınca, Argon’un bütün o kehanetlerini, okuduğu tomarları, kendi önsezilerini düşünüyordu. İçinden hala halkının tahliye edilmesine ihtiyaç olduğunu hissediyordu. Belki MacGiller Kraliyet Sarayı’nı tekrar ele geçirmişlerdi; ama bu Halka’nın emniyetli olduğu anlamına gelmiyordu. Gwendolyn hala çok daha kötü bir şeyin üzerlerine gelmekte olduğunu ve halkını buradan çıkartıp güvenliğe kavuşturması gerektiğini hissediyordu.

      “Bizim kazandığımız anlaşılıyor,” dedi Steffen.

      Onun arabasına yaklaşan Aberthol, “Bir kutlama sebebi!” diye seslendi.

      “Kraliyet Sarayı tekrar bizim!” diye bağırdı halktan biri.

      Halkı arasında büyük bir tezahürat yükseldi.

      “Derhal geri dönmeliyiz!” diye bağırdı bir başkası.

      Yeni bir tezahürat yükseldi. Ama Gwen kararlı biçimde kafasını salladı. Ayağa kalkıp halkına döndü ve bütün gözler ona çevrildi.

      Gür bir sesle, “Geri dönmeyeceğiz!” diye seslendi halkına. “Tahliyeye başlamış bulunuyoruz ve bunu sürdürmemiz gerekir.  Önümüzde Halka için büyük bir tehlikenin yattığını biliyorum. Henüz zamanımız varken, henüz hala bir şansa sahipken, sizleri güvenliğe ulaştırmalıyım.”

      Halkı gayrı memnun, homurdandı ve ufku işaret eden bir kaçı ileri çıktılar.

      “Sizleri bilmem,”diye haykırdı birisi, “ama Kraliyet Sarayı benim evim! Bu bildiğim ve sevdiğim her şey! Şehrimiz yerinde dururken ve MacGilllerin elindeyken, garip bir adaya ulaşmak için denizi geçmek niyetinde değilim! Ben Kraliyet Sarayı’na geri dönüyorum!”

      Büyük bir tezahürat yükseldi ve adam ayrılıp geri gitmeye başlayınca yüzlerce insan peşine takılıp onu izledi, arabalarını döndürüp yoldan gerisin geriye Kraliyet Sarayı’na doğru gitmeye başladılar.

      “Leydim, onları durdurmamı ister misiniz?” diye sordu Steffen, panik içinde. Sonuna kadar Gwendolyn’e sadıktı.

      “Halkın sesini duymaktasınız, Leydim,” dedi Aberthol, onun yanına yaklaşarak. “Onlara ters davranmanız aptallık olur. Dahası, bunu yapamazsınız. Burası onların kendi evi. Bütün bildikleri bu. Kendi halkınızla mücadele etmeyin. İyi bir neden olmadan onların önüne düşmeyin.”

      “Ama benim iyi bir nedenim var,” dedi Gwen. “Yıkımın gelmekte olduğunu biliyorum.”

      Aberthol kafasını salladı.

      “Ancak onlar bilmiyorlar,” diye cevap verdi. “Sizden şüphe etmiyorum. Ama kraliçeler her şeyi önceden planlar, kitleler ise içgüdülerine göre hareket eder. Ve bir kraliçe ancak kitlelerin müsaade ettiği ölçüde güçlü olur.”

      Gwen orada öyle durdu, halkının emirlerine karşı gelip tekrar Kraliyet Sarayı’na göç edişlerini izledikçe içi hayal kırıklığından kavruluyordu. Bu onların ilk kez açıkça baş kaldırışları, açıkça kendisine karşı gelişleriydi. Bu his hoşuna gitmedi. Gelecek şeylerin habercisi miydi bu? Kraliçe olarak kendi günleri sayılı mıydı?

      “Leydim, onları durdurmak için askerlere emir vereyim mi?” diye sordu Steffen.

      Sanki kendisine sadık kalan tek kişi oymuş gibi geldi. Bir parçası evet demek istiyordu.

      Ama onların gidişini izlerken, bunun boşuna olacağını biliyordu.

      “Hayır,” dedi hafifçe, kısık bir sesle, kendini sanki çocuğu ona sırtını dönmüş gibi hissederek. Kendisine en çok ıstırap veren şey, bu davranışlarının ancak onlara zarar vereceğini bilmekte olmasıydı ve bunu durdurmak için elinden hiçbir şey gelmiyordu. “Kaderde onlar için ne varsa, ben bunu önleyemem.”

*

      Kraliyet Sarayı’na dönüşte halkını umutsuzca izleyen Gwendolyn, Kraliyet Sarayı’nın arka kapılarından geçti ve diğer tarafta yapılan kutlamaların uzaktan gelen tezahüratını duymaya başladı. Halkı sevinç içinde, dans ediyor ve sevinç gösterileri yapıyor, kapılardan içeri akıp geçerken şapkalarını havaya fırlatıyorlardı. Hepsi bildikleri ve sevdikleri, ev dedikleri şehrin bahçelerine dönüyorlardı. Herkes Lejyon’u, Kendrick’i ve muzaffer Gümüş’ü kutlamak için acele ediyordu.

      Ama Gwendolyn karışık hisler arasında parçalanmış vaziyette, midesinde bir yumruyla ilerledi.  Bir yandan, buraya geri dönmüş olmaktan tabii ki mutluluk duyuyordu. Aynı zamanda, McCloudları alt ettikleri, Kendrick ve diğerleri bu işten sağ salim çıktıkları için de bahtiyardı. Her tarafa dağılmış olan McCloud cesetlerini görmekten de gurur duymaktaydı ve bir kenarda oturmuş, başı ellerinde, yarasına bakmakta olan kardeşi Godfrey’in hayatta kalmayı başardığını görmekten heyecan duyuyordu.

      Ancak, aynı zamanda, Gwendolyn içindeki kötü bir şey olacağı beklentisini bastıramıyordu.  Korkunç bir felaketin üzerlerine gelmekte olduğundan ve halkın yapabileceği en iyi şeyin, çok geç olmadan burayı tahliye etmek olduğundan emindi.

      Ama halkı kendini zafer hissine kaptırmıştı. Diğer binlercesiyle birlikte, bu kadar iyi tanıdığı büyük şehrin içine götürülürken, halkının hiçbir mantıki sözü dinlemeyeceğini biliyordu. Şehre girerlerken, Gwen en azından McCloudların kendisinin itinayla yeniden yaptırdığı binalara gerçek bir zarar vermeye vakit bulamadan çabucak öldürülmüş olduklarını görünce içi rahatladı.

      “Gwendolyn!”

      Gwendolyn dönünce Kendrick’in atından inip ona koştuğunu gördü. Kendrick onu kucakladı. Guwayne’i yanındaki Illepra’ya vererek o da ona sarıldığında Kendrick’in zırhı sert ve soğuktu.

      “Kardeşim,” dedi, başını kaldırıp ona bakarak. Kendrick’in gözleri zaferle parlıyordu. “Seninle gurur duyuyorum. Sen şehrimizi muhafaza etmekten fazlasını yaptın—bize saldıranları alt ettin. Sen ve senin Gümüş’ün. Siz bir şeref kodunu temsil ediyorsunuz. Babam sizinle gurur duyardı.”

      Kendrick başını eğerken gülümsedi.

      “Sözlerin için minnettarım, kardeşim. Senin şehrinin, bizim şehrimizin, babamın şehrinin o kâfirler tarafından imha edilmesine izin veremezdim. Yalnız değildim; bilmelisin ki, onlara ilk karşı koyan kardeşimiz Godfrey’di. O ve bir avuç diğerleri ve hatta Lejyon—hepsi saldırganları durdurmakta yardımcı oldular.”

      Gwen döndüğünde Godfrey’in yüzünde sorunlu bir gülümsemeyle onlara doğru geldiğini gördü, bir elini kurumuş kanla kaplı başının yan tarafına bastırıyordu.

      Gwen, “Bugün bir erkek oldun, kardeşim”

Скачать книгу