Скачать книгу

Lucerne’den bir buçuk mil kadar uzakta, Pilatus’un eteğindeki göl kenarında yer alıyordu. Nietzsche, açılış konuşmasından iki hafta önce, Wagner’ın kendisine Leipzig’de yaptığı ziyaret teklifini kabul edecek cesarete sahip olup olmadığını düşünürken, kendisini Lucerne’de bulmuştu. Yalnız değildi, yanında ona destek olmak için gelen dostları da vardı. Tereddütle adımlarını Tribschen’e doğru yöneltti. Bir süre evin önünde durdu ve içeriden gelen kederli müzik seslerini dinledi. Sonunda çekingen bir tavırla zili çaldı. Kapıyı açan hizmetçi, Wagner’ın çalıştığını ve saat ikiye kadar rahatsız edilmek istemediğini söyledi. Ardından Nietzsche’yi öğle yemeğine davet etti. Eyvah! Kendisini desteklemeye gelen dostları Tell’s Şapeli’nde onu bekliyorlardı. Bu yüzden Nietzsche, daveti reddetmek zorunda kaldı, ancak bir sonraki pazartesi günü için başka bir davet aldı. Böylece, 17 Mayıs’ta, sabırsızlıkla geçen hafta sonunun ardından, ilk kez Tribschen’in kapılarından içeri girdi.

      Yarısı yüksek kavaklarla kaplı bu yalnız köşk, sessiz gölün kıyısında küçük bir yarımada üzerine dikilmişti. Bugün bile, oradaki her şey bir rüya gibi gelir insana. Bécklin, ünlü tablosu Ölüler Adası’nı resmederken, hâlâ en ufak bir değişikliğe uğramamış bu yerden ilham almıştır. Wagner, Cosima von Bülow’la hayatın zorluklarından kaçıp yerleştiği Tribschen’de kendini Nibelung Yüzüğü opera serisi üzerine çalışmaya adamıştı. Kendisi elli dokuz yaşındaydı, Nietzsche ise yirmi dört. Cosima, o zamanlar otuzuna daha yeni basmıştı ve babası Franz Liszt’in heykelimsi asil yüz hatlarına sahipti.

      Dul bir anne tarafından büyütülen, utangaç, tereddütlü, gergin ve yüzündeki parlayan gözleriyle genç Parsifal’i20 andıran Nietzsche, Tribschen’e Kutsal Kâse’yi aramak için gelmişti. Cosima pek yaşlı sayılmazdı fakat çok şey görüp geçirmişti. Kalbini istemeden kırdığı asil müzisyen Hans von Bülow’dan ayrıldıktan sonra iki sene Wagner’la yaşamış ve tüm kalbiyle Kutsal Kâseye hizmet etmişti. Onun verdiği hizmette, tıpkı Kundry’nin21 büyüsü gibi bir büyü vardı. Parsifal’e, üstadına kendi amaçları doğrultusunda hizmet eden bu büyüsü dışında sunacak hiçbir şeyi yoktu. Üstat, en az ebeveynleri kadar yaşlıydı ve bir ebeveyn gibi saygı görürdü. Kutsal Kâse’ye baş rahip olarak hizmet etmişti ve Cosima ve Nietzsche’den hayatlarını kendisine adayarak ona yardım etmelerini bekliyordu. Kendine hizmet edenlerin gözü önünde başarısız olamazdı. Oysaki ileride, bu hizmetkârlarından biri tarafından ağır bir şekilde yargılanacaktı.

      O gün Wagner ve Cosima, Kutsal Kâse’den söz ettiler ve Parsifal’in omuzlarına ağır bir yük bindirdiler. İşin aslı, Kutsal Kâse’ye yeni bir hizmetkâr bulmuşlardı. Muhabbetleri, coşkulu bir atmosferde özgürce akıp gidiyordu. Düşünceleri ve duyguları güçlü ve yeniydi. Bu muhteşem gecede Wagner, Üstadın tüm hayallerini neşeyle dinleyen Nietzsche’yle konakladığı hana kadar yürüdü. Nietzsche, sonunda bir nesil idealleri için savaşmış, amaçlarını paylaşabileceği ve kendisine hizmet etmenin büyük bir onur olacağı dostunu bulmuştu. Wagner da neşeli ve coşkuluydu. Nietzsche o akşam bir dostuna, Wagner’layken ilahiyatla doğrudan bir temas halindeymiş gibi hissettiğini yazdı.

      Üç gün sonra Cosima’dan üstadın doğum gününü kutlamak için kendisini Tribschen’e davet eden bir mektup geldi. Kutlama, Nietzsche’nin açılış konuşmasından hemen bir gün önceydi, bu yüzden Nietzsche, teklifi reddetmek zorunda kaldı. Cosima yerine Wagner’a cevap vererek eğer sorumlulukları onu “Basel kulübesine” hapsetmeseydi gelmekten ne kadar memnun olacağını yazdı.

      Davet, bizzat Wagner tarafından büyük bir samimiyetle 5 Haziran hafta sonu için yenilendi ve Nietzsche o gece ilk kez Tribschen’de konakladı. Bu sayede birbirlerinin düşünce ve amaçlarına olan hevesleri de yenilenmişti. O hafta sonu Wagner ve Nietzsche gece geç saatlere kadar oturup konuştular. Belli ki pazar akşamı, Cosima’nın aniden odadan ayrılışı pek bir merak uyandırmamıştı ancak pazartesi sabahı erkenden Basel’e dönmek zorunda kalan Nietzsche, çok geçmeden Cosima’nın o gece bir erkek çocuğu doğurduğunu öğrendi. Sanıyorum ki dünyada bundan daha büyük bir sanatsal doğum daha yaşanmamıştır. Doğumuna orkestranın eşlik ettiği bebeğe vaftiz töreninde Siegfried ismi konuldu. Bundan iki ay sonra Wagner, aynı ismi taşıyan operasını büyük bir zaferle tamamladı.

      Tam bu zamanlarda Wagner, Nietzsche’ye efendisi Bavyera’lı çılgın Kral Ludwig için yazdığı Devlet ve Din Üzerine adlı incelemesinin bir elyazmasını gösterdi. Bu olay, tıpkı Schopenhauer gibi, Nietzsche’nin felsefesinin şekillenmesinde güçlü bir rol oynadı. Bu nedenle Nietzsche’nin Wagner’e borçlu olduğu asıl şeyler, genellikle kasıtlı olarak gözden kaçırılsa da daha güçlü bir şekilde vurgulanmalıdır.

      Bu elyazmasında Wagner, Kral’a 1848’deki Devrim’in başarısızlığının kendisini, insanlığın ancak bir yanılsamayla mutlu olabileceğini algılamaya ittiğinden bahsediyordu. Ona göre insanlar, asil amaçlarına doğrudan kendi çabalarıyla ulaşamayacakları için, yüreklerindeki iki büyük yanılsamanın telkiniyle, kendilerinden üstün bireylerin kültürlerini desteklemeye yönlendirilmeliydiler. Vatanseverlik yanılsaması, devleti desteklemelerini sağlarken, din yanılsaması, kendi varoluşlarının ıstırabına katlanmalarını sağlayacaktı.

      Üstün insan Kral ise her iki yanılsamayı da delip geçiyordu. Hayatın trajik ihtişamının farkına varmış ve kendisini neredeyse her gün aynı şeyleri yaparken bulmuştu. Böylesi bir tekdüzelik, sıradan insanı umutsuzluğa düşürüp intihara sürükleyecek cinstendi. Cesaret, üstün insanı ayakta tutmaya yetiyordu, ancak o bile dünyaya sırtını dönmeliydi. Bu sırada Kralın karşısına tek kurtarıcı olarak sanat çıkmış ve ona sanatçıyla paylaşabileceği yeni bir yaratıcı yanılsama sunmuştu. “Sanat, hayatı bir oyun gibi görmemizi sağlar, bizi ortak kaderlerimizden kurtarır, mutlu eder ve bize bir teselli sunar.”

      Nietzsche’nin bu gurur verici öğretiyi ne kadar büyük bir hevesle karşıladığını kolayca hayal edebilirsiniz. Çocukluğundan beri kendisini hep bir kral gibi hissetmiş ve krallara yaraşır bir kahramanlıkla yalnızlık çekmişti. Bu öğreti ona ne büyük bir teselli sunmuş olmalıydı. Tıpkı Schopenhauer gibi yanılsama perdesini delen ve sürgünde bir başına sanat için kendisini büyük bir hevesle feda eden Üstat, ne kadar asil biriydi! Schopenhauer’ın tanımladığı, kendisinden yücelik doğan ve bunun karşılığında hiçbir beklentisi olmayan, tüm miraslardan mahrum, temel adamdı Wagner.

      Nietzsche, arkadaşı Rohde’ye coşkun bir dille bu satırları yazdı: “Öğrendiklerim ve gördüklerim, anladıklarım ve şimdi zekâmla ortaya çıkan şeyler, tüm tanımlara meydan okuyor. Schopenhauer ve Goethe, Eshilos ve Pindaros inan bana, hâlâ yaşıyorlar.” Nietzsche, bu yeni dostuyla gurur duyuyordu. Gece bir araya gelen bu iki yalnız kahraman, güçlerini birleştirecek ve ışık dünyasını fethedecekti.

      Nietzsche, hafta sonları sık sık Tribschen’i ziyaret etmeye başlamış ve Wagner’ın samimi aile ortamına hemen kabul edilmişti. Wagner’ın onu bir kardeşten çok, oğlu olarak görmesi çok doğaldı, zira Nietzsche sürekli olarak çok az tanıma fırsatı yakaladığı babasının yerine koyabileceği bir baba figürü arıyordu.

      Nietzsche’nin bu sırada Basel’de edindiği bir diğer dostu da kendisinden yirmi altı yaş büyük Jakob Burckhardt’dı. Yunan kültürü hakkındaki düşünceleri, kendi görüşlerini epey etkileyen bu yaşlı adamın desteği, Basel’deki hayatı daha çekilir kılıyordu. İkili, derslerden sonra sanat ve felsefi problemler üzerine muhabbet ederek katedralin manastırlarında bir aşağı bir yukarı dolaşırlardı.

      Конец

Скачать книгу


<p>20</p>

Richard Wagner’ın üç perdelik operası Parsifal’de Kutsal Kâse’yi arayan şövalye. (ç.n.)

<p>21</p>

Parsifal’de vahşi görünüşlü bir kadın karakter. (ç.n.)