Скачать книгу

hekimi yine dertli değil mi?

      Acı çektiğim için karşımdakine sitem etmekten artık vazgeçtim. Bu vazgeçişimin sebebi üşengeçlikten değil. Şunun farkına varmış olmamdan:

      “Bana ne olduysa bunun tek sorumlusu yine benim.”

      Ben de çoğunuz gibi sevdiği insana sorgusuz, sualsiz, delicesine kendini verenlerden oldum hep. Daha ilişkinin en başından mabedimin tüm kapılarını ardına dek açtım ve buyur ettim içeri. Onlar da kendilerine yakışanı layıkıyla yerine getirdiler. Beni yağmaladılar…

      İnsan sitem etmeyi ne zaman bırakıyor biliyor musun? Ne zaman oluruna bırakacak gücü kendinde hissediyor? Sabahı uzayan gecelerde, elleri üşüdüğünde, tek bir ses kırıntısı dilenir olduğunda elini telefona uzatacak cesareti kendinde bulamadığında, pencereden köşe başlarına gözleri dalıp “belki döner” diye iç geçirdiğinde bırakıyor.

      İnsan en çok umudu kalmadığında kendini boş verin hafifletici kollarına teslim ediyor.

      Mutluluğun birlikte, ayrılığın ise tek taraflı yaşandığını çalan şarkılarda anlamak ne kadar acı. Keşke daha önceden bilebilseydik bunu. Lakin ne mümkün… Gözümüz o derece hiçbir şeyi görmez hale geliyor ki, karşımızdakiler bunu saflık ilan edip iliklerimize kadar bizi sömürüyorlar. Ben de zamanla tecrübelerime dayanarak onları özel bir kategoride isimlendirdim. Canım her yandığında avazım çıktığı kadar defalarca bu ismi haykırmak hoşuma gidiyor.

      “Sömürgenler!”

      Doktor değilim ama sana bir reçete yazacağım. Zaten doktor olmaya ne gerek var, dertlinin hekimi yine dertli değil midir? Bu yazdığım ilacı sabah, öğlen, akşam acı çektikten sonra tok karnına alacaksın. Fakat belirttiğim dozajın fazlasını alırsan kibir gibi bir yan etkiye sebep olabilir bünyende.

      Boş ver…

      “

      Zararsız olmak iyi olmaya yetiyor.

      Fakat iyi olmak hiçbir zaman mutlu olmaya yetmiyor. Zararsız yanını, saflık olarak gören gözlerden gizle. Çünkü orası senin kalenin tek zayıf yeri. Ve çevren seni fethedip yağmalamak isteyen haramilerle dolu…

      Kötülük Ateş Pahası

      “Yalan söyleyebilen tek canlı insandır.

      Zaten bu sayede canlı kalabilmektedir.”

—Yılmaz Erdoğan

      Biliyorum hepiniz iyi insanlarsanız. Hesaplar kitaplar, oyunlar, düzenler barındırmıyorsunuz. İçiniz dışınız bir.

      Aferin size! İşte bu yüzden hep kötüler kazanıyor zaten!

      Bir an için durun ve etrafınıza bir bakın. Çevrenizdeki insanları mutlu ve mutsuz olarak ikiye ayırın. Bu ayrımı yaparken zorlanmayacağınıza eminim. Çünkü mutlu insan her zaman kahkahalarıyla başkalarına caka satma, görünme çabası içindedir. Oysa derdi olanlar ya sigaradan sararmış dört duvar arasında sabahı getirmeye çalışıyordur, ya da ucuz bir meyhanede zihnini uyuşturuyordur.

      Mutsuzlar hep gizlenirler. Onların kalabalığı işlek caddelerin arka sokaklarıdır.

      Şimdi de mutlu insanları iki gruba ayırın, iyiler ve kötüler olarak. Olmuyor değil mi? Denemeler hep tek şeritli sokağa çıkıyor. Kötüler sokağı…

      Mutluların konuşacak çok şeyi vardır. Zincirleme cümleler kurarlar hep. Oysa mutsuzların hiçbir zaman söyleyecek fazla sözü yoktur. Kelime darağacı mutlular tarafından yağmalanmıştır. Verecek meyveleri kalmamıştır.

      Biliyorum sen de benim gibi insanlara her defasında güvendin. Makul hareket etmek sana göre olmadı hiç. Yağmurları getiren bulutlar dolsa da üzerinde, hep penceren açıktı senin. Yağdılar, yine de kapatmadın.

      Yediğin kazıklardan dolayı artık akıllanman gerektiğini, yaşanılanlardan bir ders çıkarmanı defalarca başına kaktılar. Fakat ders kelimesine olan sevgini ilkokuldaki matematik derslerinde yitirdin. Zaten kötü çarpı kötünün sonucu hep insanlara çıkıyordu, biliyordun.

      Bazen diyorum ki, acaba hata mı yapıyoruz? Bizim yüzümüzden kötülerin soyu her geçen gün artıyor. Çaldıkları gülüşlerimizle kahkahalar eşliğinde yaşıyorlar. Mutlu insanlar olarak saygı görüyorlar. Bu döngü biteviye sürüp gidiyor.

      Kötüler hep olacak…

      Kötüler hep bizi bulacak…

      Kötüler hep gülüşlerimize göz koyacak…

      Kötüler hep bizi yağmalayacak…

      Ama olsun…

      Sana kim kötülük yaparsa yapsın onlara verebileceğin en iyi karşılık bağışlamak olsun. Asıl onların işi zor.

      Çünkü bu hayatta iyilik hep mevsim sonu ucuzluktadır, kötülük ise ateş pahası…

      “

      Hayatını mahvetti diye ona değil kendine kızmalısın. Çünkü sen müsaade ettiğin için seni incitecek fırsatı buldu.

      Boş ver

      Ellerin üşüyor değil mi?

      Soğuk geçen geceler bir türlü bitmek bilmiyor. Ay ise hiç ısıtmıyor artık. Ellerin tir tir titriyor ve sen bir ümit sıcaklığı kalmıştır diye evde onun dokunduğu eşyalara sarılıyorsun. Televizyonun kumandası, banyoda unuttuğu diş fırçası, pazar geceleri uzun mesailer harcadığı ütü, kahve makinasının kulpu… Ama olmuyor. Hepsinde bir ölüm soğukluğu var. Ve sonra fark ediyorsun, onlar da tıpkı ellerin gibi üşüyor, ellerin gibi öksüz kalmış.

      O eller bir daha sıcak yüzü göremeyecek…

      Nefes alamıyorsun değil mi?

      Her şeyin üstünde toz arşivi var. O gittiğinden beri pencerelerin kapalı. Havalandırmaya yetecek ne gücün var ne de böyle bir arzun. Mutlaka bir yerlere kokusu sinmiştir diyorsun ve pencereyi açarsan kokusunun tıpkı onun gibi ardına bakmadan kaçıp gideceğinden korkuyorsun. Bazı günler özlemi çok ağır geliyor. Odan buram buram o kokuyor. Derin bir nefes alıp bırakmamak için, içinde kalması için ciğerinle savaşıyorsun. Ama her defasında bu savaştan ciğerlerin galip çıkıyor. Ve havada yok olup gidiyor…

      Onun kokusuna bir daha sahip olamayacaksın…

      Ağlıyorsun değil mi?

      O kadar çok gözyaşı akıttın ki, gökten yağacak olsan en çorak toprak bile yeşilliğe boğulurdu. Ama bunlar iyi günlerin. Balkanlardan gelen acı dalgası için uyarıyor haber bültenleri. Gerçi sen televizyonda izlemiyorsun artık. Neyi açsan onu hatırlatıyor ve onu hatırlatan her anı bulut olup yeniden toplanıyor göğüne.

      Artık gözlerinin iklimi bozuldu.

      Mevsim ne olursa olsun, yağacaksın…

      Arayamıyorsun değil mi?

      Konuşmaktan istifa ettiğinden beri her an her dakika ona anlatmak istediği sayısız kelimeler biriktirdin içinde. Büyüdün, şiştin, şiştin ve doğurmak üzeresin. Arama sancıların seni kıvrandırıyor. Oysa ne kadar da basit bir eylem senin için. Tüm bu sancılarına son vermek sadece telefon numarasını tuşlamana bakıyor. Sonra ahizeden gelen aranıyor sesi ve ardından renksiz hayatını bir anda gökkuşağının yedi rengine boyayacak olan o sihirli kelime: “Alo?”

      Onu her aramak, sesini duymak istediğinde, sessizlik sinsice yanına sokulacak…

      Kısacası hayat eskisi gibi makul davranmayacak sana. Ama benim tam da bu durumlarda kullanmak üzere bulduğum, büyüttüğüm ve geliştirdiğim; harika, kullanışlı “Boş ver” isimli kelimem

Скачать книгу