Скачать книгу

demiş terzi. “Keçi yeterince beslendi mi?”

      “Evet.” demiş oğlu. “O kadar doydu ki tek bir filiz bile yiyemez hâle geldi.”

      Ama terzi, oğlunun sözüne güvenmeyerek keçinin yanına gitmiş ve: “Benim güzel keçim, gerçekten doydun mu?” diye sormuş. Kötü niyetli hayvan cevaplamış:

      Nasıl doyayım ki?

      Bulmadım yiyecek hiçbir şey,

      Ne kadar baksam da etrafıma, mee!

      “Seni sefil!” diye haykırmış terzi. “Diğerleri gibi işe yaramaz ve kaygısızsın sen de. Böyle aptalları yanımda barındırmayacağım daha fazla.” diyerek eve doğru koşturduğu gibi o öfkeyle eline değneği kapmış ve oğlunun sağına, soluna vurmaya başlamış. Çocuğun sırtına sırtına, o kadar acımasızca vurmuş ki çocuk acısından evden kaçmış.

      Böylece terzi, keçisiyle yalnız kalmış. Ertesi gün ağıla gitmiş, keçiyi salmış ve: “Gel benim güzel hayvanım, kendim götüreceğim seni çimenliklere.” demiş. Keçiye ip bağlayıp onu, tadabileceği bir sürü yiyeceğin olduğu yeşil çimenlere ve çayırlara götürmüş. “Şimdi, gönlünün istediği kadar yiyebilirsin.” diyerek keçiyi akşama kadar orada bırakmış. Daha sonra geri dönmüş ve sormuş: “Keçi, doydun mu?”

      Keçi cevaplamış:

      O kadar doydum ki

      Yiyemem tek bir tane bile,

      Filiz daha fazla, mee!

      “Öyleyse eve.” demiş terzi ve keçiyi ağılına götürüp bağlamış. Keçinin yanından ayrılmadan önce bir kez daha dönüp sormuş: “Artık bir kereliğine de olsa doydun, değil mi?”

      Ama keçi itiraz etmiş ve şöyle demiş:

      Nasıl doyayım ki?

      Bulamadım yiyecek hiçbir şey,

      Ne kadar baksam da etrafıma, mee!

      Terzi bunu duyduğunda şaşkına dönerek üç oğlunu da boş yere kovduğunu anlamış. “Bir dakika.” demiş. “Seni iyilikbilmez hayvan! Seni sadece kovmak yetmez! Sana onurlu bir terziyle alay etmek neymiş, göstereceğim.”

      Hemen gidip usturasını almış, keçiyi tutup kafasını avucunun içi kadar pürüzsüz hâle gelinceye kadar tıraş etmiş. Cetveli bu iş için fazla değerli bir araç olduğundan, kamçıyı kapıp öyle bir şaklatmış ki keçi zıplayarak ve bağırarak kaçmış. Terzi, evinde yalnız başına otururken çok üzülmüş. Geri gelseler oğullarını seve seve kabul edermiş ancak hiç kimse onların nereye gittiklerini bilmiyormuş.

      En büyük çocuk evden kovulduğu zaman bir marangozun yanına çırak olarak girmiş ve büyük gayretle kendisini işine adamış. Ayrılma zamanı geldiğinde ustası ona, küçük bir masa vermiş. Çok gösterişli olmayan ahşap bir masaymış bu fakat muhteşem bir özelliği varmış. Biri onu yere koyup da “Masa, donat kendini.” dediği zaman küçük masa temiz bir örtüyle kaplanır; üstüne birer tabak, bıçak, çatal gelir; kızarmış ve haşlanmış etler tabağa dizilir; insanı coşturacak kadar güzel, enfes içecekler geliverirmiş. Genç çırak hayata atılmaya hazır olduğunu düşünerek mutlu bir şekilde yola düşmüş. Kaldığı hanın iyi olup olmadığını ya da yiyecek bir şeyler bulup bulamayacağını hiç dert etmeden dolaşmış. Acıktığı zaman ormanda, açık alanda ya da çayırlıkta olduğuna aldırış etmeden masayı yere koyar, “Donat kendini!” der demez gönlünün istediği her şey masaya gelirmiş. En sonunda, şimdiye kadar öfkesinin geçmiş olduğunu düşündüğü babasının yanına gitmeye karar vermiş. Belki de bu muhteşem masadan dolayı babası onu tekrar, seve seve eve kabul edermiş.

      Bir gün eve dönüş yolunda, çok kalabalık bir handa duraklamış. Handakiler ona “Hoş geldin.” dedikten sonra yiyecek bir şey bulamayacağını söyleyerek birlikte yemek yemek üzere yanlarına davet etmişler. “Hayır.” demiş genç marangoz. “Sizi mahrum etmeyi aklımdan bile geçiremem, en iyisi siz benim misafirim olun.”

      Hepsi birden gülerek onun şaka yaptığını düşünmüşler. Genç, küçük tahta masasını getirip odanın ortasına koyarak: “Masa, donat kendini!” demiş. Masa birden, handakilerin sunduklarından çok daha güzel yiyeceklerle donanmış ve masadan yayılan kokular oradaki herkesin ağzını sulandırmış. “Yemeye koyulun, güzel dostlar.” demiş marangoz ve masayı görenler ikinci kez davet etmeye gerek kalmadan bıçak ve çatalları kapmışlar. Daha da muhteşemi, bir tabak boşalır boşalmaz yerine yenisinin gelmesiymiş. Bütün bu süre boyunca hanın sahibi bir köşede durup olan biteni izlerken: “Bu güzel yemekler, hanımı ne kadar da canlı hâle getirirdi.” diye düşünmeye başlamış.

      Marangoz ve dostları mutlu bir şekilde gece geç saatlere kadar eğlendikten sonra uyumaya çekilmişler. Genç marangoz, masasını duvara dayayıp odasına gitmiş. Ancak hancının gözüne masayı düşünmekten uyku girmiyormuş. Kilerinde tıpkı bu masaya benzeyen eski bir masa olduğunu hatırlayarak gidip eski masayı getirmiş ve marangozun masasıyla değiştirmiş. Ertesi sabah marangoz hesabını ödemiş, masasını almış ve yanlış masayı aldığı aklına bile gelmeden yoluna devam etmiş. Öğleye doğru eve vardığında babası onu büyük bir sevinçle karşılamış.

      “Evet, benim güzel oğlum, neler öğrendin?” diye sormuş oğluna adam. “Marangozluğu öğrendim, baba.” diye cevaplamış oğlu. “İyi bir iş.” diye karşılık vermiş babası. “Peki, seyahatinden buraya ne getirdin?”

      “Elimdeki en iyi şey, baba, bu küçük masa.” demiş, oğul. Terzi masanın her tarafını inceledikten sonra: “Pek de sanat eseri bir şeye benzemiyor. Değersiz, eski bir masa bu.” demiş. “Ama çok muhteşem bir masa bu.” diye cevaplamış oğlu. “Onu yere koyup kendini donatmasını söylediğimde birden en güzel etler üzerinde belirir. İçecekleri o kadar lezzetlidir ki insana coşku verir. Bütün dostları ve komşuları çağıralım, herkese bir ziyafet çekelim, eğlensinler. Masa herkese yetecek kadar yiyecek sağlar.”

      Herkes toplandığında masayı odanın ortasına koyup emretmiş: “Masa, donat kendini!” Ancak masada hiçbir değişiklik olmamış. Konuşmadan anlamayan herhangi bir masa gibi bomboş duruyormuş. Marangoz, masanın donanmadığını görünce herkesin içinde utancından kızarmış. Kalabalık onunla alay edip aç ve mutsuz bir şekilde geri dönmüş. Çocuk da başka bir ustanın yanında çırak olarak çalışmaya başlamış.

      İkinci çocuk bir değirmencinin yanına girmiş. Zamanı geldiğinde ustası ona: “Hep çok ahlaklı davrandın, sana çok değerli bir eşek vereceğim lakin araba çekmeyecek ya da eşya taşımayacaksın.”

      “O zaman ne işe yarar ki?” diye sormuş genç çırak. “Bu eşek altın kusuyor.” diye cevaplamış değirmenci. “Önüne bir bez koyup: Anır bakalım dediğinde her yerinden altın gelmeye başlar.“

      “Daha ne isteyeyim ki?” diyerek ustasına teşekkür ettikten sonra o da kendisini yollara atmış. Ne zaman altına ihtiyacı olsa eşeğine sadece, “Anır bakalım.” demesiyle sel gibi altın parçaları akıyormuş. Bu yüzden seyahati boyunca hiç derdi olmadan nereye giderse gitsin, en iyi şekilde yaşamış. Uzun bir süre dünyayı dolaştıktan sonra şimdiye kadar öfkesinin geçmiş olacağını düşündüğü babasının yanına gitmeye karar vermiş. Belki de babası, altın kusan eşeği sayesinde onu seve seve tekrar kabul edebilirmiş.

      Dönüş yolunda o da abisinin masasının değiştirildiği hana denk gelmiş. Hancı eşeği alıp ahıra bağlamak isteyince genç çırak: “Dert etme sen arkadaşım, ben eşeğimi kendim götürüp ahıra bağlarım, öylece onu nerede bulacağımı da bilirim.”

Скачать книгу